7 Kasım 2009 Cumartesi

İlker Ateş'i de kaybettik....

Türk basınına 40 yılı aşkın bir süredir hizmet veren İlker Ateş, bu sabaha karşı tedavi edilmekte olduğu hastanede hayatını kaybetti. Spor gazeteciliğine çok şeyler bırakarak aramızdan ayrıldı. Tüm camianın başı sağolsun.

1909’dan günümüze 100 yılda 61 gazeteci öldürüldü

1909’da Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesiyle başlayan gazeteci cinayetleri Türk basın tarihine unutulmayan acılarla dolu anılar bıraktı.

Muhalif kimlikleri ve sırf mesleklerini ilkeli bir biçimde sürdürdükleri için 1909’dan günümüze 100 yılda 61 gazeteci öldürüldü.

100. yıldönümü nedeniyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 17 Kasım’da, öldürülen gazetecilerin yakınlarının da katılacağı bir anma toplantısı düzenliyor.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Burhan Felek Konferans Salonu’nda 17 Kasım 2009 Salı saat 17.00’de düzenlenecek toplantı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç’in açış konuşması ile başlayacak. Hıfzı Topuz ve Nail Güreli’nin de konuya ilişkin görüşlerini açıklayacakları toplantı, öldürülen gazeteci yakınlarının konuşmaları ile sürecek.

Toplantıda ayrıca Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo - Televizyon Bölümü öğrencilerinden Günel Çantak’ın hazırladığı belgeselden bir bölüm de gösterilecek.

6 Kasım 2009 Cuma

Pazarlama, felsefeyle başlar psikolojiyle biter



Pazarlama iletişimi ile ilgili sakladığım bir yazıydı, Nur Demirok imzalı yazının her iletişim öğrencinin dosyasında saklı olması gerektiğini düşünüp yayınladım.

"20. yüzyılın icadı "pazarlama" dediğimiz disiplin, felsefe ekollerinden nasıl etkileniyor? Eğer işin içine psikoloji giriyorsa felsefe de giriyor. Bir düşünelim: 19. yüzyılın tüccarlıktan endüstriye geçen kapitalist ekonomisinde yine ağırlıklı olarak tecimsel satış faaliyeti vardı. Bir anlamda geleneğin daha kurumsallaşmış şekli. Sonra "satın alma davranışı"nı insan psikolojisinin yönlendirdiği keşfedildi. Böylece, Wilhelm Wundt "Structuralism" (Yapısalcılık) ekolünün psikoloji laboratuvarını kurduğunda bir bakıma modern pazarlamanın ilk temeli de atılmış oldu. Psikolog ve fizyoloji hekimi olan Wundt, insan davranışlarının kökenlerini 1880'lerin sonunda deneysel olarak açıklamaya başladı. Çok daha sonra anlaşıldı ki "satın alma davranışı" tamamen güdülemeye dayalı oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Çevre faktörü önemli Psikolojiye yön veren felsefe okulları pazarlamanın davranış modelleri üzerinde ciddi etkiler yarattılar. Henüz ortada "pazarlama" ifadesi yokken bir başka katkı da John Dewey ve William James gibi Amerikalı filozoflardan geldi. Onlar bilim tarihinde "fonksiyonalist" olarak adlandırıldılar ve daha çok insan bilincinin nasıl işlediğine baktılar. Pazarlamanın; ekonomi, sosyal bilimler ve psikoloji başta olmak üzere matematik, antropoloji ve tıp bilimlerinden (nöroloji) oldukça etkilendiği görüldü. 1930'lara gelindiğinde ise "behaviourism" (davranışçılık) üzerindeki çalışmalarıyla ünlenen Amerikalı psikolog John B. Watson, çevrenin insan davranışlarını yönlendirmekte olduğunu iddia etti. Deneylerle çocukluk döneminden itibaren insanların çevrelerinden beslenerek "davranış modelleri" geliştirdiğini ortaya koydu. 1950'lerde ise Neil Borden, aynı fikri savunarak, girişimcilerin çevre faktörüyle işadamı ya da profesyonel yönetici olduklarını ispat etti. Çok yönlü bilim dalı Bu aşamadan sonra "pazarlama" kendi içinde başlı başına bir bilim dalı haline geldi. Özellikle Amerikan üniversiteleri biraz da kapitalist teorinin evrimi adına pazarlama ve pazarlamaya ilişkin davranışları mercek altına aldılar. Büyük savaş sonrası pazarlama disiplininin formel mantığı ortaya çıkmakla kalmadı, "pazarlama psikolojisi" de ayrı bir bilim dalı haline geldi. Pazarlama psikolojisinin tamamlayıcı bir disiplin haline gelmesine yalnız Amerikalılar değil, Avrupalılar da katkı sağladılar. Daha çok Marks, Freud ve Nietzsche gibi düşünürlerin kalıpları içinde davranış teorisinin derinlerine inilmeye çalışıldı. Bu sürece Husserl ve Heidegger felsefesinin de ilginç katkıları oldu. Son dönemlerde ise küreselleşmenin etkisiyle yeni felsefe paradigmalarının sosyolojik kabulleri etkilemesiyle pazarlama kurallarında da çok değişik görüşler ortaya çıktı. Jurgen Habermas, Jacques Derrida, Gilles Deleuze gibi post-yapısalcı (post-modernist) felsefecilerden yeni pazarlama kuramcıları oldukça etkilendiler. Siyaset ve yönetişim düşünürü Peter Drucker, pazarlamanın sosyal felsefesine katkıda bulundu. Ortodoks pazarlamayı ise büyük ölçüde Philip Kotler terbiye etti. Felsefe, psikoloji ve deneyim Hemen sonra Amerikalılar işi pratiğe dökerek başta "Harvard Business School" olmak üzere çeşitli kurumlarda yeni isimler ürettiler. Bunların bir bölümü 80 sonrası ünlenen bilim dünyasından ve büyük şirketlerin yönetim kademelerinden yetişmiş fikir üstatlarıydı. Burada özellikle yönetim tecrübesi olanlar öne çıktılar. John Reed, Jack Welch, Roberto Goizueta, Martin Lindstrom, Jeffrey Campbell burada akla gelen ilk isimler. Kısacası, bugünün koşullarında sadece ekonomi ve soft pazarlamayı talim etmek yetmiyor. Tecrübenin yanı sıra -Marksist akımlar dahil- felsefe ve sosyal psikolojinin öğrenilmesi de şart. Hatta lider pazarlamacılar formel biçimde olmasa da iyi bir psikolog gibi düşünmek zorundalar. "

Nur Demirok
Kaynak: Referans Gazetesi 29.09.2009 sayfa 16

Susam Sokağı 40 yaşında


Türkiye'de 1980'li ve 1990'lı yıllarda yayımlanan çocuk programı Susam Sokağı, 40. yaşını dolduruyor.

İlk kez 1969'da ekranlara gelen ABD yapımı program, 10 Kasımda 40. yaşını geride bırakacak.

Joan Ganz Cooney ve Ralph Rogers tarafından kurulan, kar amacı gütmeyen "Sesame Workshop" kuruluşu ya da resmi adıyla Children's Television Workshop'un yaptığı program, 40 yılda birçok nesle okumayı, sayı saymayı öğretti ve "çeşitlilik" mesajı verdi. Program 140'dan fazla ülkede yayımlandı ve 100 kadar ödülü kucakladı.
Bir mahalle ortamında geçen, gerçek ve kukla karakterlerinden oluşan program, 40. yılını kutlamak için bu yıl, ABD Başkanı Barack Obama'nın eşi Michelle Obama'yı konuk edecek. First Lady, çocukları sağlıklı yiyeceklerle beslenmeye teşvik edecek.

Susam Sokağı'nın yayımlanmasının yıl dönümü dolayısıyla arama motoru Google da logosunu Susam Sokağı'nın sürekli didişen kukla karakterleri "Edi ve Büdü" olarak değiştirdi.

Dün de Google Kanada 'Susam Sokağı'nın 40. yaşını kutladı

Levi-Strauss öldü

Ünlü antropolog 100 yaşında hayatını kaybetti

Fransız Akademesi, Fransız entelektüeli ve modern antropolojinin babası olarak düşünülen Claude Levi-Strauss'un 100 yaşında hayatını kaybettiğini bildirdi.

Levi-Strauss'la ilgili törenin hafta içinde yapılmasının planlandığını belirten Akademi, ünlü antropologun ölüm tarihi ve nedeni hakkında bilgi vermedi.

Brüksel'de 1908'de doğan Claude Levi-Strauss, modern antropolojinin temellerini atmış ve kendinden sonraki araştırmacıları etkilemişti.

Antropoloji alanını yeniden şekillendirdiği konusunda hemfikir olunan Levi-Strauss, düşünce ve ortak davranış örnekleriyle ilgili yeni kavramları, ilkel ve modern toplumlarda özellikle mitleri ortaya çıkarmasıyla tanınıyor.

Levi-Strauss, 60 yıl süren mesleki yaşamında, "Tristes Tropiques" (1955), "The Savage Mind" (1963) ve "The Raw and the Cooked" (1964) gibi antropoloji ve edebi klasiklere imza attı. Levi-Strauss'un 1955'te yazdığı otobiyografisi "Tristes Tropiques" 20. yüzyılın en önemli eserlerinden biri olarak görülüyor.

1973'te Fransa Akademisine seçilen ilk antrolopog olan Levi Strauss, 28 kasım 2008'de 100 yaşına girmişti.

5 Kasım 2009 Perşembe

Bilgi ve Belge Yönetimi

Fotoğraf ve VideoGörsel İletişim Tasarımı
Acımasız Dünya Sendromu Alain de Botton yazıları Albert Camus Analitik felsefe Antonio Negri barış gazeteciliği basın özgürlüğü başucu kitapları best of beğenilenler bloger olma Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarında Türk Aydını dergi Devlet dil felsefesi dış politika Edmund Husserl ekonomi politik Eleştirel teori Emmanuel Levinas etnisite Fenomenoloji fotoğraf gazete haber gazetecilik genel felsefe George Gerbner Gerbner Gilles Deleuze Guattari Guy Debord göstergebilim Güncel Araştırmalar günlük güzel yazı defteri halkla ilişkiler Hans-Georg Gadamer Henri Bergson hrant dink ideoloji iletişim iletişim kitap İletişim kuramları iletişim sözlüğü internet internet gazeteciliği Jacques Derrida Jacques Lacan Jean Baudrillard Jean-François Lyotard Jean-Luc Nancy Jean-Paul Sartre Jose Ortega y Gasset Julia Kristeva Jürgen Habermas Kamusal Alan karikatür Karl Popper kuramcılar Kültür İncelemeleri Kültürel Ekme Levis Strauss Louis Althusser Ludwig Wittgenstein Mantıksal Pozitivizm Marshall McLuhan Max Horkheimer medya medya sinema Medya ve Siyaset Medyada Yasal Düzenlemeler Medyanın Ekonomi Politiği Metin Çözümlemeleri Michel Foucault milliyet Mutlu Şiddet müzik newsweek Nihilizm okudukça okur temsilcisi Oryantalizm Pierre Bourdieu pop culture Postmodern felsefe Postyapısalcı felsefe radyo reklam Retorik Richard Rorty semiyoloji sinema siyaset felsefesi Slavoj Zizek Sosyal Teori ve Medya Sosyoloji ve Sosyal Teori söz tarih tavsiye kitap Telekomünikasyon Politikaları ve Türkiye televizyon Televizyon Dünyası televizyon eleştiri Theodor Adorno Tzvetan Todorov tüketim toplumu türk basın tarihi Türkiye'de Demokrasi ve Demokratikleşme Türkiye’de Siyasal Dönüşümler ve Medya Umberto Eco yazıları Varoluşçuluk video Vladimir Lenin Walter Benjamin Yapısalcılık Yapısöküm yazar Yaşama Alanı Yeni Dünya Düzeni ve İletişim Politikaları Yeni İletişim Ortamı Yeni Medya yorum radikal Yorumsamacılık Çağdaş Demokrasi Kuramları Çağdaş Fransız Felsefesi Öne çıkanlar şiir

George Gerbner e giriş

Gerbner'in geliştirdiği diyalektik iletişim modeliile, Shannon-Weaver'ın doğrusal (linear) modelinin hedefin alımlamasını tam olarak ölçemeyeceğini kanıtlamıştır.

Gerbner'in bazı kavramları:

Televizyon Dünyası
Mutlu Şiddet
Acımasız Dünya Sendromu
Kültürel Ekme

Muhabirin Rolünün Değişmesi

Basının saygınlık bunalımında rolü olan bir etmen de özellikle Özal döneminde kaynak-muhabir ilişkilerinin yozlaştırılmasıdır. Basının demokrasi içindeki yaşamsal işlevlerini yerine getirebilmesi için özgür olduğu kadar bağımsız da olması zorunludur. Bunun için basın mensupları ile haber kaynakları arasında (özellikle güçlü haber kaynakları arasında) saygılı ve mesafeli bir ilişkinin bulunması gerekir. Gazeteci kaynaktan aldığı bilgiyi olduğu gibi yayınlamaz, onu mesleki deneyimi çerçevesinde değerlendirir, doğrulatır, bağlam içinde yerleştirir.

Kaynağıyla arasındaki mesafeyi kaybeden muhabir manipüle edilmek, birilerinin maşsı olmak tehlike ile karşı karşıya kalır. Bir kaynakla fazla sıkı fıkı olan muhabir haberini yazarken okurunu bilgilendirmek yerine kaynağını kollamaya başlar. Hatta gazeteler tüm olaya kaynağın gözünden bakmaya alışır. Bu gibi yaklaşımlar gazetecilerin kuryelik, danışmanlık, akıl hocalığı gibi meslekleriyle bağdaşmayan rollere soyunmalarına neden olur. Böyle tehlikeli yakınlaşmalar, eninde sonunda okur tarafından keşfedilir. O zaman okur muhabire bağımsız bir haber işleyicisi olarak değil birilerinin borazanı gözüyle bakmaya başlar. Böyle bir şüphenin saygınlık üzerindeki etkisi ağırdır. Nitekim;basınımızda da öyle olmuş, bir takım gazeteciler bazı büyüklerin mütemmed adamı sayılmıştır.

Reklam Olan Haberler

Yaygın medyada çalışanlar çok iyi bilirler ki, bazen gazetelerin iç sayfalarında yada akşam haber bültenlerinde yayınlana çok küçük bir haber bile kitleler üzerinde önemi küçümsenmeyecek bir talep yada reddediş yaratabilir.günümüzde, haberin bu gücünü en iyi bilen ve sonuna kadar kullananlar reklamcıdır.

Gazetelerin yada haber bültenlerinin içeriklerine dikkatlice bakıldığında, kitleleri bilgilendirmekten ziyade belli bir ürün yada hizmet olan talebi kışkırtmak amacıyla üretilmiş çok sayıda haber görülecektir.
Reklamcılar ile yapılan belli anlaşmalar sonucu hazırlanan bu haberler, bazen öylesine ustalıkla üretilir ki, seyirci yada okuyucu bir gizli reklam olduğunu anlamaz bile. Reklamın haber formatı içinde sunulmasının en önemli tarafı da budur zaten. Çünkü kitleler reklamlardan çok yaygın medyada yayınlanan haberlere güvenmek eğilimindedirler.

Son yıllarda gazetelerin sektör ekleri, dergilerin haber sayfaları ile birlikte sunulan “info” lar reklam-haberlere en güzel örnektir. Batıda Time, News Week gibi çok dergi, sayfalarını reklam amaçlı olarak kiralamakta ve bundan para kazanmaktadır. Ancak, bu dergiler, kiralanmış sayfaların üzerine bunun bir reklam metni olduğunu yazarak okuyucu uyarılır.

Oysa Türkiye’de yayınlana bir çok sektör sayfası eki yada reklam amaçlı haberlerde bu belirtilmez. Bunun en temel nedeni, okuyucunun metni okurken gazeteci tarafından üretilmiş bir haber olarak algılanması sağlamaktadır. Günümüzde bu yöntemin dergi ve gazetelere paralı ilan vermekten daha avantajlı olduğunu gören bir çok firma, paralı haber yatırmayı tercih etmektedir. Böylelikle haberin dolaylı olarak bir talebi kışkırtması yada bir malı övmesi yanında direkt olarak para karşılığı yazılması gibi, aslında hiçte etik olmayan bir süreçte başlamıştır.

Haberin Metalaşması

Öteden beri insan, doğru eksiksiz, taze haber açlığı içindedir ve liberal anlamda rekabet en açık şekliyle haberlerin çabukluğunda söz konusudur. Bir haber, tarihin başlangıcından bugünkü borsa hareketlerine kadar tüm değerini geçici tekeline sahip olduğunda kazanır. Oysa enformasyon çağı olarak adlandırılan günümüzde, haberin çabuk verilmesinden doğan rekabet değeri ve haberi haber yapan esas değerlerin yanı sıra, haberin bir de meta değeri diyebileceğimiz , alınıp satılma değeri ortaya çıkmıştır.

Haberin meta olarak değeri, kuşkusuz gazetecinin kamuya karşı sorumluluğu olan halkı bilgilendirme ve gizli kalan gerçeklerden haberdar etme uğraşının dışında ve ötesinde tanımlanmalıdır. Çağımızda medya sahipliğinin ulaştığı yeni ekonomik yapı neticesinde, haberin öncelikli olarak verilmesinden doğan rekabet değeri, yerini piyasa ekonominsin içinde, yeniden oluşan kar amaçlı bir değerlendirme mekanizmasına bırakmıştır.

“serbest düşünce pazarından, liberalizmden anlaşılan, düşüncelerin güç ve zenginlikten tecrit edilerek değişebilmesidir. Ama gerçekte, Pazar düşüncesi politik enformasyonun üretimi ve gizlenmesi yönünde daha çok merkezi ve ekonomik ve politik güce yakındır. Burada derin bir ironi vardır. kitle üretimi bir yandan haberi demokratikleştirmiş, ama öbür yandan da gazete yapımını Marx’ın söylediği gibi doğal gazdan ucuz hale getirmiş ve haber üretimini merkezileştirerek basını kontrol altına almış, genellikle de monopol yapıdaki medya sahipliğini yaratmıştır.

Bu monopol yapıdaki medya sahipliğinin en önemli özelliği, gazeteciliği ve dolayısıyla haber üretimini, kamuoyunu hızlı ve doğru bir şekilde bilgilendirerek kazanç sağlanacak bir iş alanı olarak değilde, serbest piyasanın ‘bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler’ mantığının hakim olduğu bir maksimum kar alanı olarak görmesidir. Düşüncenin üretimi ve bilgilendirme işlevi ve bunların yayılmasını içeren ekonomik faaliyetler elbette bunlardan yararlananların çoğu tarafından bilinmektedir. Ancak bu faaliyet bir “kamu hizmeti” niteliğinde olduğu için, ekonomik faaliyet olarak ele alındığında bile özel bir anlayış gereklidir. Oysa günümüzde, medya endüstrisine şöyle bir göz attığımızda, haberci medyanın üretim kalıplarının, seri üretim yapan bir diğer iş kolundan çok da farklı olmadığı görülmektedir.


Teoride haberci medyanın sosyal ve politik olayları halka duyurarak demokratik sürecin doğru ve düzenli işlemesine katkıda bulunacağı öngörülür. Haberci medyadan aslı beklenen, iyi araştırılmış haberlere iyi bilgilenmiş yurttaşlar yaratması ve bu bilgilerin seçim dönemlerinde tüm yurttaşlar lehine seçim sandıklarına yansımasıdır. Oysa haberin ticarileşmesi sürecinde, gazetecilerin asıl işlevi olan halkı bilgilendirme görevi bir kenara itilmiş, haber üretimi piyasa koşullarının belirlediği arz-talep dengelerine gör şekillenmeye başlamıştır.

John H. McManus’a göre, piyasaya sürülen diğer ürünler gibi haberler de her gün bir tür işlenmiş ürün/meta olarak pazardaki yerini almakta, okur ya da izleyici ‘müşteriye’ dönüşmekte, dağıtım veya reyting dediğimiz mekanizma ise pazarı temsil etmektedir.

Gazeteciliğe yönelik güven kaybı

Gazeteciliğe yönelik güven kaybı sadece sıradan insanlara ait bir duygu değildir. 20. yüzyılın sonlarından beri, gazetecilik ve medya üzerine araştırmalar yapan akademisyenler de, gittikçe artan oranda, medyanın artık doğruyu söyleme işlevini yerine getiremez olduğunu söylüyorlar. İyi ve doğru bilgilendirilmiş, eleştirel bir vatandaşlığın yaratılması işlevini medya yerine “bağımsız ve dinamik bir akademinin” üstlenmesi gerektiğini savunanlar var.

Bunlardan biri olan İngiliz iletişim Bilimci Golding şunları yazıyor; “Medya mesleği ideolojilerinin, bu işin kamunun bilgi gereksinimini karşıladığı iddialarının aksine, araştırma bulgularının toplamı, medyanın, vatandaşların vatandaşlık görevini yerine getirebilmelerine yeterli bir temel sunmadığını gösteriyor. Popüler basın eğlence sektörüne iyice entegre oldu ve kamu yayıncılığı da, hem biçim hem de amaçları itibariyle, iyice yaralanmış durumda. Yeni teknolojiler bir “bilgi toplumu” yaratmaktan çok, zengin ve yoksullar arasındaki uçurumun derinleştiği bir medya toplumunu besliyor. Bu başarısızlıklar, tarihe tanıklık etmek açısından, eleştirel toplumsal araştırmalara daha büyük sorumluluklar yüklüyor. Ancak bunu başarmamız hem akademi içinde, hem de akademi dışında bağımsız araştırmaya yönelik tehditleri savuşturmamıza bağlı”

Enformasyon Bir Meta Değildir

Enformasyonun temel bir hak olarak görülmesi düşüncesinden, onun bir meta olarak kabul edilmemesi ya da ele alınmaması gerektiği çıkarsanabilir. Eğer enformasyon temel bir hak olarak kabul edilmezse, pazarın yasalarına tabii olan ve medya sahiplerinin, editörlerin, gazetecilerin özel çıkarları doğrultusunda zorla kabul ettirilen bir meta haline dönüşür.

Enformasyon Ve Etik

Medyadaki enformasyon bir monoloğa indirgenmiştir: yüz yüze konuşma durumunun aksine, medyada alıcının yanıt verme ya da farklı görüşte olduğunu açıklama fırsatı yoktur. İnandırmak etimolojik olarak tartışma sırasında karşı tarafın bakış açısını değiştirerek desteğini almayı ifade eder. Yani, tartışmada üstünlük sağlanabilmesi için bir başka kişinin katılımı gereklidir. İkna etme ise, diyaloğa dayanmayan daha güçlü ve tek yönlü bir süreçtir. Alıcı diyalogda etkin taraf iken, iknada edilgin bir rol üstlenir. Medya, özellikle de görsel medya aracılığıyla aldığımız enformasyonu tehdit eden şey, iknanın bu özelliğidir. Öyleyse tüm medya yayıncılarının ve gazetecilerinin karşı karşıya kaldığı ahlaki eylem şudur; ya her türlü yolu kullanarak izleyicileri ve dinleyicileri belirli bir kanalı izlemeye veya gazeteyi okumaya ikna etmek ya da doğru ve tarafsız enformasyonla ve etik kanılarla onları inandırmak. Ahlak, enformasyon ve iletişimin kökeninde yer almaktadır. Bir toplumun ahlakı, büyük çapta enformasyonun elde edilme tarzına dayanmaktadır.kitle iletişim araçları sadece insanların bilgisini genişleten ve zenginleştiren enformasyonu aktarmamakta, aynı zamanda belirli bir görüşü ortaya koymaktadırlar. Buradaki sorun, gerçekliğe ilişkin bilgilerin tam olarak medya tarafından sağlanmasından dolayı, enformasyon sürecinde gerçeklikten herhangi bir sapma olduğunda, çoğu kez bu sapmanın yurttaşlar tarafından düzeltilememesidir. Bu nedenle, medyanın çok büyük ahlaki sorumluluğu söz konusudur.

Kitle iletişim araçları en geniş izleyici kitlesini kendilerine çekme tasası içindedir. İzleyici kitlelerinin büyüklüğü kitle iletişim araçlarının reklam gelirlerini arttırmaktadır. Buradaki risk, izleyici (okur/dinleyici vb) kavramıyla müşteri kavramının karıştırılmasıdır. Örneğin, okuyucuların, dinleyicilerin yada izleyicilerin sayısı sık sık Pazar payı olarak dile getirilir. Enformasyon ve iletişimin, aktarılan yanlı imgeler seline direnememe tehlikesi burada yatmaktadır. Gazeteciler en sansasyonel başlıklar için yarışmakta ve televizyon izleyicileri üzerinde doğrudan duygusal etki yaratmak amacıyla düzenlenen en çarpıcı görüntüleri gösteren bir gösteri aracı haline gelmektedir. Biz, imgenin göz kamaştıran büyüsü altında doğruluk ve geçerliliği hoş ve çekici olanla karıştırma riskiyle karşı karşıyayız. Bu bağlamda enformasyon ve iletişim bir imgeler dizisine indirgenebilir. Gazetelerin haber başlıklarının diline ve fotoğraflara öylesine alıştık ki, bu dil ve sözcükler görsel imgelerle desteklemediklerinde güçlerini yitirmektedirler. İmge özden çok daha önemli hale geldi.
kaynakça:Manuel Nunez Encabo, Gazetecilik Etiği Ve demokrasi, Derleyen; Süleyman irvan, Medya Kültür Siyaset, Bilim Sanat Yayınları, Ankara, 1997

Gazetecilik Etiği

Gazetecinin haber kaynağı ile olan ilişkisi, haberi nasıl, ne pahasına ve niçin ürettiği, etik değerler açısından büyük önem taşımaktadır.
Gazetecilikte etik denince akla gelen ilk dört şey adil, gerçek, objektif ve doğru olmaktadır. Etik meziyetler ise, “dürüst”, “hassas”, doğru sözlü” gibi tipik meziyetlerdir.
Etik değerin tartışılabileceği bir platform araştırmacı gazeteciliktir. Araştırmacı gazetecilikte dürüstlük konusu, dürüstlüğün gazetecilerden neleri yapmalarını gerektirdiği, neleri yapmalarına izin verdiği sorularını kapsar.

Magazin ve sansasyonel habercilik, gizli habercilik ve sorumluluktan yoksun olan habercilik, araştırmacı gazetecilik ile bağdaşmamaktadır.

Gazetecilik Etiği, haklar ve sorumluluklar çerçevesinde gerçekleşebilir.bu bağlamda önemli olan sınırın nasıl ve kimin tarafından saptanacağıdır.

Bunların yanı sıra, satış savaşı ne kadar şiddetli olursa, editörler üzerindeki ticari baskı da o kadar artacak; gerçeklik ve etik açıdan gazetecilik standartları zarar görecektir.

John O’Neill, Piyasada gazetecilik Yapmak, De. Andrew Belsey Ve Rud Chatwick, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Çev. Nurçay Türkoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1994

Basında Ahlaki Açıdan Yapılan Hatalar

Haber ve haberci kimlikleri arka planda kalmaktadır. Gazeteciler acil haber sunmakla yükümlü birer eleman niteliğine bürünmüşlerdir.

Gazete üst yönetimlerinde görülen çok yüksek ücretlerin yanı sıra, gazetecinin omurgasını yada alt yapısını oluşturan haber biriminde çalışanların ücretleri genellikle düşük kaldı. Böylece muhabirlerin, haber kaynaklarına karşı etkinliği ve saygınlığı da aşınmaya uğratıldı. Düşük ücretli, deneyimsiz stajyer muhabirlerin muhabir gibi çalıştırılmaya kalkışılması da bu aşınmayı arttırdı.

Gazetecilik, Pazar ve kar motiflerinin peşine düşmüştür. Haber “mal”, okur-izleyici “müşteri”, gazeteci “bant işçisi” olmuştur. Francis Balle’nin “çifte aidiyet” dediği kavramda, bir tarafta, mesleki kural ve ilkeler vardır., öteki tarafta da, bir yere bağımlılık, teslimiyet, sadakat “çifte aidiyet” her zaman çifte “sadakatsizlik riski” de taşır.

Tekelleşme, gazetecinin temel görevi olan objektif bilgiyi taşıma ve aktarma işlevini bozar. Dürüst ve doğru haber veren araştırmacı gazeteciler tekelci basında kendilerine yer bulamazlar.

İşten atılma ve iş bulamama korkusu, basın emekçisinin, patronların meslek ahlakıyla bağdaşmayan tavırlarına ve baskılarına karşı çıkmalarına engel olmaktadır. Basın sektöründe emek sömürüsü had safhadadır. Kaçak işçilik; basın emekçilerini uzun yıllar sigortasız ve sözleşmesiz olarak çalıştırmaktadır. Üç alık staj süresi, basın-yayın organları tarafından sömürü aracı olarak değerlendirilmekte ve bu süre kimi zaman dört ya da beş yıla ulaşılmaktadır. Bu ortam, basın emekçilerini adeta köle durumuna sokmaktadır.

kaynak.Tuncay Özkan, Medya Nereye?, Yeni Türkiye 11, Medya Özel Sayı
Nail Güreli, Basında Sorumluluğun çeşitli Boyutları, Yeni Türkiye 11, Medya Özel Sayı 1,

der:kenan evren duman

Basın Ahlakı

Basının devlete karşı özgürlüğünü savunabilecek, toplum önünde basının saygınlığını koruyabilecek bir kuruma ihtiyacı vardır. Bu da basın ahlak yasalarının hazırlanması ve özdenetim kurumlarının ABD’de gazetecilerin oluşturulmasıyla mümkün olabilir. Los Angeles Tımes yazarlarından David Show, gazetecilerin herkesten daha çok ahlaklı olmak zorunda olduklarını yazar; çünkü yalancı bir politikacının foyalarını ortaya çıkardıktan sonra gazetecinin yalan söylemesi büyük bir çelişki olacaktır. Ahlak tartışmalarından olabildiğince uzak kalabilmek için kabul edilen iki vazgeçilmez kural vardır: doğruluk ve hakkaniyet.

Bir gazeteci haber izlerken gerek zaman baskısı altında, gerekse atlatılmak korkusuyla yanlış yapabilir. Associated Press’te kabul edilmiş bir formül, “Haberi önce al, fakat önceden doğru ol” der. Doğru kuralıyla bir başka sorun, okuyucuların beklentileridir. Olan bir şeyi okuyucusuna ileten gazeteci zaman baskısı altında her zaman o haberin arkasındaki gerçeği yakalamayabilir. Ne olursa olsun, haber kovalarken ve yazarken gazeteci, tarafsız olmalı. Hakkaniyet kuralı da bundan gelmektedir.

Harvard Üniversitesi Niemon burslarının yirminci yıldönümü nedeniyle yapılan bir konuşmada vicdan geleneği şöyle açıklanmaktadır: Haber, dünyada olup bitenlerin kronolojik bir sıra içinde fakat ahlak ölçülerinden geçirildikten sonra yayınlamış şeklidir.

“Haber eşittir para”, basın anlayışı varolduğu sürece, basın ahlakından sözetmek imkansızdır. Basında sansasyonel habercilik, tiraj, promosyon ve reklam savaşları habercilik anlayışını metalaştırdı. medya bir silah olarak kullanılıyor. Oysa medya amaç değil, bir araç olarak kullanılmalı. Sözü edilen sorunları çözmek için , “etik raporu” oluşturulabilir. “Etik raporu”, istihdam ve transfer gibi durumlarda göz önünde bulundurulmalı. “etik raporu”, süzgeç işlevi yaparak, ahlaki gazeteciler için geçiş hakkı sağlayarak, ahlaksız olanları da devre dışı bırakacak. Basın ahlakı özetle, gazetecinin kendi ahlakına bağlıdır
kaynak:Vedat Demir, Türkiye’de Medya ve özdenetim

derleyen:kenan evren duman

Editoryal Bağımsızlık

Gazetelerin yada medya kuruluşlarının siyasal iktidara, her türlü güç odağına ve kendi sahibinin çıkarlarına karşı gazeteciliğin temel ilkeleri,etik değerleri ve kamusal hizmet anlayışı gereği haber ve yayın politikası açısından bağımsız olması önemli bir ilkedir.

Editoryal bağımsızlık, sadece yazı işleri kadrosunun değil bizahati muhabirin de yazı ilerine karşı habercilik ilkeleri çerçevesinde bağımsız olmasını, haberine karışılması durumunda söz sahibi olmasını da gerektirir. Gazeteciliğin bir meslek olarak ve haberlerin işlenişi açısından dikey olmaktan ziyade yatay ilişkilere olanak tanıması okur, muhabir ve yazı işleri kadrosu arasında demokratik bir ilişki kurulması zeminini de sağlamaktadır.böyle bir ilişki aslında Editoryal bağımsızlığında güvencesi sayılabilir.

Bir medya patronunun yatırım yaptığı medya kuruluşunu kar getirecek bir işletme olarak görmesi bu sistemin mantığı içinde son derece doğaldır. Ancak bir medya kuruluşunun kar uğruna gazetecilik mesleğinin ilkelerine ters işler yapması, bir hastanenin daha fazla para için sağlık yerine hastalık dağıtmasıyla kıyaslanabilir. Bu nedenle halkın doğru bilgilendirilmesi ve demokrasinin daha iyi işleyebilmesi için Editoryal bağımsızlık, gazeteciler için yaşamsal bir kurumdur. Bu kurumun oluşması yada başka bir anlatımla bu kavramın yerleşmesi için gazetecilerin öncelikle medya sahipleri karşısında özerk bir konumda olmaları gerekmektedir.

Gazetecilik tarihi aslında bir editör bağımsızlığı tarihidir. Gerek siyasal iktidarların, gerekse gazete sahiplerinin baskıları karşısında gazetecilik ilkelerinden taviz vermeyen editörlerin istifaları, bu tarihin örnekleri arasında yer alır. Ancak günümüzde, editöryal bağımsızlık uğruna istifa eden gazeteci son derece az görülmektedir.

1995 yılında Türkiye’nin büyük gazetelerinden birinin genel yayın yönetmeninin söylediği şu sözler, editöryal bağımsızlık açısından çok ilginçtir; “Sabah Gazetesi, para kazanmak için vardır. Sabah gazetesi, Türk halkını aydınlatmak için var değildir…. Piyasa ya sahte manşet, sahte sayfalarla çıktık…. Biz önümüze gelenle oynarız. Bu iş bir oyundur. Bu, işin mastürbasyonudur.” Öte yandan rakip durumundaki Hürriyet Gazetesinin genel yayın yönetmeninin haksız rekabet yarattığı gerekçesiyle sendikanın gazeteden kovulmasını onaylaması da bu çerçevede diğer ilginç bir örneği oluşturmaktadır.

Her iki örnekte de, genel yayın yönetmenlerinin, editörlerin, gazeteciliğin temel ilkelerine değil patron çıkarlarına göre hareket etmesi, hatta “bir gazete yöneticisinden çok bir özel mülk kahyası gibi konuşması” ülkemizde editöryal bağımsızlığın ne hale geldiğini göstermesi açısından dikkat çekici somut bir olguyu işaret etmektedir.

Türkiye’de büyük medya kuruluşları “bu gazetede işçi haberi görmek istemiyorum” diyen genel yayın yönetmenlerini bünyesinde bulundurmaktadır. Bu durum sadece Türkiye’ye özgü değildir. İngiltere’de Basın Kraliyet Komisyonun 1991 yılında yayınlanan bir raporunda 20.yüzyılın büyük bir bölümünde işçi hareketi ile ilgili haber ve yorumların sağcı muhalifleriyle kıyaslandığında çok az gazete desteğine sahip olduğu ve genelde işçi eylemlerinin olumsuz biçimde yansıtıldığı ortaya konuştur.

kenan evren duman
kaynaklar:

L. Doğan Tılıç, Utanıyorum Ama Gazeteciyim
Edibe Sözen, Kertenkele Mantığı,
T.G.S., 1998-2001 Yönetim Kurulu Çalışma Raporu,

Medya Ve Demokrasi

Habermas’a göre, medya kurumları kamusal alanın bir parçasıdır. Kamusal alanda, hem devletten hem de Pazar ilişkilerinden özerk olduğu için ne devlet tarafından kontrol edilmeli, ne de pazarın azami kar ilkesine göre çalışılmalıdır.

Medya kuruluşları kamusal alanın kurumları olarak gerek seçim zamanlarında gerekse diğer süreçlerde vatandaşların doğru tercih yapmasını sağlamak amacıyla bağımsız tartışma platformu işlevi görülmelidir.Bu işlevi yürütürken bir yandan kamuoyunu sağlıklı oluşmasına katkı sağlar, diğer yandan da vatandaşların görüşlerini yansıtarak hükümetlerin işleyişine yön verirler.

Gazetecilerde doğru bilgilendirilmiş ve eleştirel olabilen vatandaşların yaratılmasına olanak sağlayarak demokrasinin güçlenip genişlemesine katkı sağlar. Bunun yapılması, gazetecilik görevini yerine getirilmemesi anlamına gelir.
Demokrasinin özü katılım ise, bu kamusal bir süreci de gerekli kılar. Kamusal iletişim, demokrasi ve iletişim ilişkisini açıklar. Bu ilişki, birçok meseleye çözüm bulur ve demokrasinin işlerliği de bu sürece bağlıdır. Zira demokrasinin üretildiği ve ortaya çıktığı alan elbette kamusal alandır. Bireyler de, bu alanda medyaları kendi meseleleri gibi görmedikçe vatandaşların demokrasisinden değil ancak, medya demokrasisinden söz edilebilir.

Türkiye Gazeteciler Sendikasının 1998-2001 yılı yönetim kurulu çalışma raporunda medya mülkiyetinin, özünde kamusal bir emanetin kullanılması olarak yorumlanmaktadır.

Rapora göre, kitle iletişim alanında özel mülkiyet mutlak bir hak değil tevdi edilmiş (verilmiş) bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalığı 8yitirmeden) kullanmak isteyenler mutlaka kamusal çıkarlar doğrultusunda kalmalı ve bir kamu hizmeti yerine getirilmelidir.kısacası, kitle iletişim kuruluşunun topluma karşı sorumluluğu kar elde etme dair her şeyden öncelikli bir kaygı olmalıdır.
Gazeteciliğin yerine getirilmesi, sadece gazetecinin özgürlüğünün kısıtlanması anlamını taşımaz, aynı zamanda doğru bilgilendirilmeyence eleştirel yaklaşıma sahip olmayan vatandaşları ifade özgürlüğünde engellenmesi demektir. ne suretle olursa olsun, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, demokrasinin de bir parça kırpılması anlamına gelir.

Basın yada geniş tanımıyla medya, hem teorik düzeyde hem de işlevsel olarak düşünce özgürlüğüne zemin hazırlayacak önemli bir platform olarak öngörülmektedir. Medya ve demokrasi kavramına ilişkin yapılan bu tanımlar,özellikle 1980 sonrasında sektördeki tekelleşme sonucunda zafiyete uğramıştır..emek kesimine ilişkin haberler her geçen gün azalırken, bunların yerini borsa ve finans haberleri almıştır.

kenan evren duman

Medya Kurumu Ve Gazetecilerin Özgürlüğü

Gazete de hazırlanacak haber esas itibariyle o kurumun yayın politikası ile doğrudan ilgilidir. Basın çalışmalarında, bu politikanın ve çalıştıkları medya kurumunun siyasi ve ideolojik çizgisinden haberli bulunmaktadır.genelde bu çerçeveye uygun olarak haberler üretilir. Çoğu kez de medyanın, genel yayın yönetmeninin, yazı işleri kadrosunun ya da medya örgütü ile başka çıkar ilişkileri olan kişilerin önerileriyle haber konuları belirlenip muhabir görevlendirilir.

Gündemle ilgili aşağıdan, yani muhabirden ya da servis şefinden gelecek haber önerileri,yazı işleri toplantısında değerlendirilip medya kuruluşunun politikasına uygun düşmesi halinde yayınlanmasına olanak tanır. Veyahut yayın politikasına çok aykırı düşmemesi ve küçük kullanılması koşulu ile kimi güncel toplumsal içerikli haberler de yaptırılabilir.

Pek çok gazeteci, çalıştığı medya organının haber anlayışı ve yayın politikasından haberli olduğu için genelde bu çerçevenin dışına çıkmak istemez. Bununla birlikte bir doğruyu söyleme mesleği olan gazeteciliğin temel ilkeleri etik değerlere sahip ve araştırmacı gazetecilik anlayışı benimsenmeyen basın mensupları bu çevreyi zorlayarak muhalif ve eleştirilen bir yaklaşımla haber yapabilmek potansiyel olarak mümkündür. Özellikle belirli konularda uzmanlaşmış gazeteciler, haberlerini oluştururken bunun olanaklarını kullanabilir. Uzman gazetecilik sınırları yayın politikası ile belirlenmiş de olsa belirli bir haber yapma özgürlüğünü ve iş güvencesini sağlayabilir.

Uzman gazetecilerin yada kimi deneyimli ve kıdemli muhabirlerin sınırlı bir özgürlük alanı bulunmakla birlikte genelde medya çalışanları bulundukları kurumun yayın politikasını ve haber anlayışını içselleştirmektedir. Hatta haberlerinde hiçbir direktif dahi almadan, çevreye uygun oto sansür de uygularlar. Günümüzde medya çalışanlarının büyük çoğunluğunun bu oto sansür zihniyeti ile hareket etmesi gazetelerin temel ilkeleri, kamusal görev oluşu ve demokrasinin gelişimine olan katkısı açısındasın çok ciddi bir şeklide düşünülmesi gereken bir konudur.

Kaldı ki, magazinsel habercilik anlayışının geliştiği medya kuruluşlarında uzman gazeteciler de, onların getirdikleri haberlere de artık fazla bir ihtiyaç duyulmamaktadır. Zaten önemli haber dosyaları o madde kuruluşuna başka özel kanallardan da gelebilmektedir. Uzman gazeteciler, medya kuruluşlarının genel politikası veya çıkarları il ters düştüğünde ya hiç haberleri kullanılmamakta yada kapının önüne konulmaktadır.

Öte yandan bir medya tekeli içinde olmayıp daha küçük ölçekli kuruluşlarda çalışan gazeteciler açısından özgürlük kavramı daha rahat kullanılabilen bir kavram olmaktadır. Ayrıca gazetecilerin Yunanistan’da olduğu gibi sadece bulunduğu kuruma bağlı olmayıp medya kuruluşlarında veya değişik ek işlerinde çalışabilmeleri, özgürlük sınırlarını genişletmektedir.

kenan evren duman

kaynak.Tılıç, Medyayı anlamak

Haber üretimi ile egemen ideoloji arasında yakın ilişki

Haber üretimi ile egemen ideoloji arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Haber üretim süreci, aslında toplumdaki egemen sınıfın hakim ideolojisinin ve bu anlamdaki ilişkilerin yeniden üretilmesine katkı sağlamaktadır.

Gazetelerin manşetlerinden, televizyonların haberlerinden gerek mevcut sistemin ideolojik düzeyde korunması, sürdürülmesi kavranabileceği kimi zaman doğrudan doğruya medya patronunun özel çıkarları için de böyle bir yayının yapıldığı gözlemlenebilir. Haberin işleniş biçim, olayın tarihsel, toplumsal ve sosyolojik koşullarından koparılarak kişiselleştirme yoluyla ideolojik yanıltmaya da yol açabilmektedir.

Bu genel çerçevenin dışında tek egemen ideolojiye karşı mücadele eden basın organları da söz konusudur .egemen ideolojinin, dolayısıyla hakim sistemim yeniden üretilmesine katkıda bulunan büyük medya kuruluşları karşısında sol diye tanımlanabilen gazeteler, basın-yayın organları da bulunmaktadır.

Gerçeklerin ortaya çıkmasında bu tür yayın organlarının önemli işlileri olmuştur.kimi zaman egemen ideolojiyi benimseyen medya kuruluşlarında da editör yal bağımsızlığı savunan gazetecilerin araştırmacı gazetecilik ilkeleri çerçevesinde sınırlı da olsa sisteme muhalif haberler yaptığı gözlemlemektedir.

Ancak toplumun genel etkilenme düzeyi açısından dağıtım vb. sorunlar yaşayan sol nitelikli basın organlarını ve büyük medya kuruluşlarındaki seslerin yeterince etkili olduğunu söylemek pek mümkün gözükmemektedir.

Öte yandan haber sürecinin oluşumunda, hiyerarşik düzeyde alt-üst ilişkisi biçiminde yapılmıştır. Genel yayın yönetmeninden başlayarak yazı işleri kadrosu ve muhabire kadar uzanan yapı, içinde kimi zaman yatay ilişkileri barındırmakla birlikte hiyerarşik ve bürokratik bir yapıdır. Bu yapıda, hem toplumsal sistemin ideolojisi,hem medya patronun çıkarları, hem de yönetim kademesinin görüşü egemendir.günümüzde gazeteciliğin büyük ölçüde hakim değer ve düşüncelerin yeniden üretilmesine hizmet ettiğini ifade etmek mümkündür.

Ünlü iletişim kuramcısı Oneil’ın belirttiği gibi Pazar koşullarında gazetecilik pazarın içerdiği iddia edilen çeşitlilikle çok seslilikle bağdaşmaz:düşünce çeşitliliğini, özendirmek bir yana, Pazar üreticiyi izleyicilerin önceden varolan değer ve inançlarına uygun haberler yapmaya zorlar. Sonuçta ortaya çıkan haber de, piyasanın talebine uygun bir şekilde yüzeysel ve sansasyonel olmak durumunda kalır.

Bu konudaki kimi teorik yaklaşımlar, medyanın gerçek ekonomik ve siyasal durumu maskelemeye yönelik bir manipülasyon yaptığını iddia ettiği gibi medya sahiplerinin çıkarlarını toplumda “yanlış bilinç yaratma yoluyla meşrulaştırmayı” da amaçladığını öne sürmektedir.

Medya araçlarının diğer bir işlevi de, tüketimin gereğinden fazla özendirilmesidir. Bu kitle iletişim araçlarına sahip olanlar öncelikle kendi ürünlerinin pazarlanması ve üretilmesi için çaba harcarlar genel çevrede de tüketimin benimsetilmesi yoluyla sistemin ekonomik düzeyde yeniden üretilmesine katkı sağlar.

kenan evren duman

İnternet Gazeteciliği

20. yüzyılda kitle iletişiminde bilgisayarın gelmesi ile İnternet gazeteciliği kavramını yaratmıştır. Elektronik ve bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerin sonucu ortaya çıkan her yeni makine insan yaşamını nasıl derinden etkilediyse, İnternet de medya dünyasında da derin değişimlere yol açmıştır.

Internet’in gelişmesiyle farklı bilgilere ulaşma olanağı sağlayan sitelere ulaşma şansı meydana gelmiştir. Büyük medya şirketlerinin oluşmasıyla haber yayımı, program akışları, medya kuruluşu ve personelin tanıtımı, gazetecilere İnternet yoluyla erişim olanakları ve bağlantılarının sunulduğu sanal haber merkezleri oluşmaya başlamış ve bu yönde olumlu gelişmeler sağlanmıştır.

İnternet Gazeteciliğinde bilgisayar ağları kullanarak hedef kitlelere gazete ulaştırılmaktadır. İnternet ile ortaya çıkan okuyuculara haber iletme olanaklarına hem geleneksel yöntemlerle yayın yapan gazeteler, hem de haber ajansları hızla uyum gösterdiler. ABD ve dünyanın bir çok ülkesindeki büyük tirajlı gazeteler, aynı zamanda İnternet ortamında yayınlanmaktadır.

İnternet klasik gazeteler için mükemmel bir unsur olmaktadır. Bilgisayar teknolojileri sayesinde var olan haber endüstrisinin ürünlerine gerçek zamanlı olarak erişmek mümkündür. Çok büyük ölçekli haberlere, arşivler, haritalara, video ve ses kayıtlarına veya haberi destekleyici malzemelere İnternet sayesinde ulaşmak mümkündür.

İnternet kullanımı ve bunun yaygınlaşması, basında yeni bir alan yaratmıştır. Sermayenin “özgürce” sürekli yer değiştirdiği ve yerel tehdit altında kaldığı küreselleşme süreci, kuşkusuz “sınırsız” iletişimin yeni mecrası olan interneti de etkilemiştir. Gazeteyle başlayan, radyo ve televizyonla sınırları aşan kitle haberciliği, internetle inanılmaz bir ivme kazanmıştır. Zaman, kapsam ve hız sınırı bulunmayan İnternet, klasik mecralardan daha yakıcı bir şekilde evrensel kültürün yaygınlaşmasına olanak sağlamaktadır.

Türkiye’deki İnternet gazeteciliğinin kısa zaman içinde hızla yaygınlaşmasının bize özgü bir nedeni de vardır. O da ülkemizde yaşanan ekonomik krizin medya sektörünü de etkilemesi ve bunun sonucu olarak birçok gazetecinin işsiz kalmasıdır. Bu durumdaki gazeteciler, fazla bir yatırım gerektirmeyen İnternet gazeteciliğini, mesleki deneyimlerini yansıtabilmek bakımından, kendi sınırlı olanakları ile seslerini duyurabilecekleri yeni bir alan olarak görmüşlerdir.

kenan evren duman

Medyanın İdeolojik İşlevi

Medya incelenirken kitle iletişim araçlarının ideolojik işlevi üzerinde de durmak gerekir. Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi adlı yapıtında, üretim araçlarına sahip olan sınıfın çağın düşüncelerinin üretim ve dağıtım araçlarını da sahip olduğu belirtilir. Bu yaklaşım, maddi üretim araçlarına sahip olan sınıfın medya da dahil olmak üzere toplumun kültürel ve düşünsel alanın dada egemen bir konumda olduğu anlamını taşır. Diğer bir deyişle toplumda egemen olan sınıf kendi egemenliğini ideolojik düzeyde düşündürmek için medya araçlarını kullanır. Egemen sınıfın fikirleri, dönemin egemen fikirleri haline gelir.

Fransız filozof Althusser tarafından da devletin ideolojik aygıtları arasında da sayılan medya, kendi sahiplerinin düşüncelerini de topluma benimsetmek ister. Althusser’e göre, bütün ideolojik formlar, mevcut sistemin(kapitalizmin) yeniden üretilmesine hizmet eder ve bu süreç toplumsal ilişkilerin de sisteme uygun tarzda üretilmesine katkı sağlar.
Gramsci’nin kullandığı hegemonya kavramı da, egemen sınıfın sadece siyasal ve ekonomik kontrolünü değil, aynı zamanda ideolojik düzeyde de kendi dünya görüşünü topluma benimsetme anlamını taşımaktadır. Bu hegomonik ilişkide toplumun daha doğrusu alt sınıfların rızası da aranmaktadır. Üst sınıfların çıkarlarını yansıtan bir ideolojinin toplumda hakim ya da hegomonik olabilmesi için alt sınıfların da buna rıza göstermesi gerekmektedir.

Hakim sınıfın egemenliğini düşünsel ve kültürel alanda da sürdürmesini amaçlayan bu süreç, alt sınıflara bir baskı sonucu değil bu değer ve davranışları kendi rızaları ile benimsemelerinin sağlanması ile söz konusu olur. Medyanın rolü ve önemi de, tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Medya, hakim sınıfın çıkarlarına hizmet eden yorumların yeniden üretilmesine yaramakla birlikte aynı zamanda bu rızanın kazanıldığı yada kaybedildiği bir ideolojik mücadele alanı olmaktadır. Gramsci’ye göre kitle iletişim araçları, bu çevrede birer ideolojik mücadele unsurlarıdır.

Medya, işçi-işveren ilişkilerindeki çatışmalı durumlarda, grev ve benzeri olaylarda hakim olan sınıfın çıkarları doğrultusunda yayın yapar, kitleleri etkiler, grevin olumsuzlukları üzerinde durabilir. Yine medya toplumun yaşadığı sorunlardan uzaklaşması için eğlence kültürünün yaygınlaşmasında etkili olur, “televole” kültürü dediğimiz yozlaşmaya, ahlaki değerlerin tahribatına da yol açabilir.

kenan evren duman
kaynakça:
Karl Marx-Friederich Engels, Alman İdeolojisi, çev. Sevim Belli, 3. Baskı, Ankara, Sol Yayınları, 1992
L. Doğan Tılıç, Utanıyorum Ama Gazeteciyim, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998

Radyo nedir? Radyo tarihi

Radyo Fransızca Radio ve İngilizce Radio sözcükleri ile adlandırılmaktadır. Radyo kelimesi Latince “radius” sözcüğünden gelme olup “ışıma” anlamındadır.

Radyo yayını ise, elektro manyetik dalgalar aracılığıyla ile seslerin iletilmesidir. Radyonun tarihsel gelişimi 1920’lerde başlar. Sürekli ilk radyo vericisi 2 Kasım 1920’de A.B.D.’de çalışmaya başlamıştır. Pittsburg’da KDKA adlı bir istasyonda seçim haberleri ile başlayan bu yayını 500-2000 arasında değişen dinleyici izlemiştir.

Düzenli yayınlar diğer ülkelerde ise; İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliğinde 1922’de, Almanya’da 1923te başlatılmış.Radyo ses bandındaki gelişmeler daha net bir ses alınmasını sağlayan FM bandını 1935’lerde bulunuşu, 1955’lerde stereo yayınlarının özellikle müzik yayınlarında kullanışı, radyonun gelişmesinde başlıca adımlar olarak radyo yayınlarının hızla gelişmesine ve çoğalmasına yol açmıştır. Türkiye’de radyoculuk 1927 yılında düzeni olarak başlamıştır. Radyo yayınları devlet politikası ile paralel olarak götürülmüştür.

1990 sonrası dönemde bir çok özel radyo kurulmuş ve çok geçmeden Türkiye’de bir çok yer yüzlerce radyo istasyonu ile doldu. 1993 yılında anayasanın 133. maddesi değiştirilerek “radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbesttir. Devletçe kamu tüzel kişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzel kişilerden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.”

10 Temmuz 1993 tarihli resmi gazetede yer alan bu değişimle özel radyo sayısı hızla arttı. Yapılan tahsislerle, son dönemde 1200’e yakın radyo istasyonu yerel; bölgesel ve ulusal çapta yayın yapmaktadır.

kenan evren duman

Televizyon nedir? Televizyon tarihi

Televizyon sözcüğü “uzak” anlamındaki Yunanca tele ve görme anlamındaki Latince visio sözcüklerinden gelmektedir. Buna göre, televizyonun sözcük anlamı “uzaktakini görmedir.

Televizyon yayını ses ve görüntünün elektromanyetik dalgalarla bir yayın biriminden verici antenine, buradan da alıcı cihaz olan televizyona iletilmesi işlevidir.

Televizyon ile ilgili olarak ilk buluş İrlandalı bir telgrafçı olan Andrev May tarafından 1873 yılında yapılmıştır.

May’dan on yıl sonra Alman bilim adamı Paul Mipkov, bir resim dönerken tarayabilen “döner disk” adlı aracı geliştirdi.

Bu buluşlara eklenen gelişmelerin ardından ilk düzenli televizyon yayını 1936da İngiltere’de başlamıştır.

Londra’da Alexandra Palacede kurulan televizyon stüdyosundan yapılan bu ilk yayın büyük ilgi uyandırdı.

İngiltere’den sonra düzenli televizyon yayınlarını başlatan ikinci ülke 1939 da Amerika Birleşik Devletleri ve Üçüncü ülke 1939 da Sovyetler Birliği olmuştur. Türkiye’de ise ilk düzenli televizyon yayını 31 Ocak 1968 yılında başlamıştır.

İlk düzenli yayının İngiltere’de başlamasından itibaren televizyonun tarihsel gelişimi dört aşamada incelenebilir.
Birinci devre 1936-1945 deneme ya da başlangıç devresi
Bu devrede televizyon birkaç ülkede, örneğin İngiltere ve Amerika Birleşik Devletlerinde yayına geçebilmiş, 2. Dünya Savaşı ise bu gelişmeyi önlemiştir.

İkinci devrede 1945-1960 gelişme ya da olgunluk devresi
Televizyonun hemen hemen tüm dünyada yayılmaya, benimsenmeye başlandığı dönem.

Üçüncü devre 1960- 1980 altın çağ devresi
Bu devre televizyonun teknik olarak gelişmesinde önemli adımlar atılmış, renkli televizyon yayınları başlamış, yayın türleri artmış, radyo linkleri ile tüm ülkeyi televizyon yayınları kapsamıştır.

Dördüncü devre 1980 sonrası Uydu çağı, iletişim teknolojisindeki gelişim sonucu, uydu yolu iletişimde bulunulması, televizyon yayınlarının da bu yolla yapılmasına olanak sağlamış, sınır ötesi yayınlar başlamıştır.

1968 de Ankara’da küçük bir stüdyoda başlayan yayınlar 1972’den itibaren tüm Türkiye’ye yayılmaya başlanmıştır.

Türkiye’de televizyon yayınları 1980 sonrasında ülke nüfusunun yüzde 91’ine, alan olarak yüzde 80’nine ulaştırılmıştır.

1956 yılından itibaren Amerikanın öncülüğünde renkli televizyon yayınları başlamıştır. NTSC yayın sistemi olarak adlandırılan bu sistemden sonra Fransızlar 1958 yılında SECAM’I, 1963 yılında da Almanlar PAL sistemini keşfetmiş ve kullanmaya başlanmıştır.

1982-83 yılları arasında deneme yayını yapan TRT, 1 Temmuz 1984 tarihinde tüm olarak renkli televizyon yayınına geçmiştir. Kablolu televizyon yayınını da, 26 Aralık 1988 tarihinde PTT tarafından ilk kez Ankara’da gerçekleştirildi.

TV1in ardından 1986 da ikinci kanal yayını TV2 başlamıştır. Sonrasında 1989 da TV3 ve TV GAP, 1990 da TRT INT ve TV4 yayına başlamıştır.

Televizyon yayıncılığında 1990’lara kadar TRT tekeli devam etmiştir. Turgut Özal’ın Başbakan olması sonrası ülkede esen değişim rüzgarında Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal ile Rumeli Holding tarafından Almanya’da kurulan Magıc Box şirketi ile Magıc Box Star 1 Kanalı kuruldu.
Magıc Box Star 1 den sonra sırasıyla 1992 de Teleon, Show TV, Kanal 6 HBB ve Flash TV kuruldu.1993’te yayın hayatına başlayan Sabah grubunun ATV’si Amerikan televizyonları yayın akışını temel alan yayınlar yapmaya başladı.

1993 yılının Aralık ayında Milliyet grubu ile Doğuş grubu ortak kanalı Kanal D ekranlara yerleşmiştir. 22 Nisan 1993te İhlas Holding TGRT, Zaman Gazetesinin grubu da Samanyolu TV’yi kurdular.

Bu oluşumla birlikte Türkiye ilk şifreli ve paralı televizyon kanalı Cine 5’ler Mart 1993’te tanıştı. İşadamı ve Siyasetçi Cavit Çağlar 1996 yılında NTV’ yi Türkiye’nin ilk haber kanalı olarak kurdu. NTV, 12 Aralık 1998’de el değiştirerek Doğuş Holdinge geçti.

CNN Internatıonal ve Doğan Holding 1999 yılında NTV ye karşı CNN Türk televizyonu yayın hayatına başladı. Son dönemde SKY Türk, CNBC-e ve Habertürk televizyonları kuruldu.

kenan evren duman
kaynakça:Aziz Aysel , Elektronik Yayıncılıkta Temel Bilgiler,

Türkiye’de Gazetecilik- Türkiye gazetecilik tarihi

Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul’a ilk basımevi İspanya’dan göçe zorlanıp Osmanlığa sığınan Yahudiler tarafından getirildi. Türkiye’de basılan ilk gazete ise İstanbul’da Fransız Büyükelçiliği’nin yayınladığı Bulletin Des Nouvelles isimli gazetedir.

İlk özel gazete Spectatuer Oriental ise 1801 de İzmir’de Fransız ihtilali sonrası ülkesinden kaçan bir karşı devrimci olan Alexander Blackque tarafından basıldı. İlk Türkçe gazete ise 1831 de istanbulda basılan Takvim-i Vakayi’dir. Resmi gazete niteliğindeki gazete 1922 yılına kadar halkı devlet kararları hakkında bildirmek için varlığını sürdürdü. İlk özel Türkçe gazeteyi basan ise William Churcill adlı bir yabancı olmuştur. Churcill’in Ceride-i Havadisi 3 temmuz 1840 da yayın hayatına başladı ve 1850’lerde 10 binlik önemli bir yayın tirajına ulaştı. Ceride-i havadisten 20 yıl sonra, 21 Ekim 1860 da Agâh Efendi isimli bir türk Tercümanı Ahvali yayınlanmaya başladı.

1860’larda Osmanlıda çok sayıda gazetenin basıldığı özgür sayılabilecek bir basın ortamı vardır. Fakat bu dönem uzun sürmedi. 1858 de başlayan süreç 1867 de ciddi sınırlamalar haline geldi. Hükümet gazeteleri kapatma yetkisine sahip oldu.

1876’da Sultan Abdülhamit anayasal monarşi ilan edilince özgürlüklerin görece olarak geniş bir şekilde yaşanmasına olanak sağlandı. Ne yazık ki, bu yeni ortam Türk gazeteciliğinin gelişimine katkıda bulunabilecek kadar uzun sürmedi. Abdülhamit 1878 de parlamentoyu kapsattı ve Türk basınının en kara sansür dönemi yaşanmaya başlandı.

Osmanlı sonrası ve Kurtuluş mücadelesi döneminde basına büyük görev düşmüş yerel basın milli mücadeleyi halka aktarmada ve direnişte büyük katkı sağlamıştır.

Cumhuriyet sonrası dönemde yeniden çok sayıda gazete kurulmuş Demokrat Parti döneminde basın susturulmaya ve müdahale edilmeye çalışılmış 27 Mayıs askeri darbesinden sonra basın yeniden özgürlüğünü ele almış ve yapısını değiştirerek Türk Basını günümüze gelmiştir.

kenan evren duman

Gazetenin tarihi-

Günlük olarak yayınlanan haberleri ve fikirleri toplayan, değerlendiren işleyen ve bunları başkalarına ileterek kamuoyu oluşumuna olanak sağlayan bir kitle haberleşme aracıdır.

Gazete memleket ve dünya olaylarını geniş bir okuyucu kitlesine bildirmek, onların siyasi, fikri, sosyal ve ekonomik sahalarda ilerlemesini sağlamak maksadıyla günlük olarak yayınlanan bir araçtır.

Mustafa Kemal Atatürk’e göre “matbuat milletin umumi sesidir. Bir milleti tenvir ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikri gıdayı vermekte, hülasa bir milletin hedefi saadet olan istikameti müştereketede yürümesinin teminde matbuat, başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir.

Basın kitle iletişim araçları ve son olarak medya süreci incelenirken tarihe dönüp baktığımızda yazının bulunması, kağıdın kullanımı ve Gutenberg’in matbaasından bahsetmek gerekir.

İşaretlerle başlayan medeniyet yazı ile evrim geçirmiştir diyebiliriz, yazı tarihin günümüze aktarımında önemli bir yere sahiptir.

Basının hammaddesi olan kağıt ise Çinliler tarafından bulunup, daha sonra sırasıyla Moğollar, Araplar aracılığıyla batıya geçmiştir.

Matbaa ise basının hızla ivme kazanmasında en önemli araçtır. Gutenberg’in 15. yüzyılda matbaayı icadı ile insanlar düşüncelerini kitap ve gazeteler ile hızla aktarmaya başladılar.

Gazetecilik çok eski çağlardan beri haberleşme ve insanların çevrelerinde olup bitenleri öğrenme merakına dayanmaktadır.

Dünyanın en eski gazetesinin 911 yılında Pekin’de kurulan ve günümüze kadar yayınını sürdüren King Pao olduğu ileri sürülmektedir.

Bugünkü anlamıyla ilk gerçek gazeteyi bazı kaynaklar 1609 da Almanya’da yayınlanan Avis Relation Oder Zeitung, başka bir kaynak ise 1605 Hollanda da ticari bültenden doğduğu sayılan “Niuewe Tijdingen” adlı yayının ilk gazete olduğu üzerinde durmaktadır.

İlk günlük gazete 1660 da çıkarılan Leipter Zeitung olduğu kayıtlarda yer almaktadır.

İlk gazetenin çıkması, gazeteciliğin başlamasında gözden uzak tutulması gereken ise bu faaliyetin Avrupa’da merkezi otoritenin hüküm sürdüğü mutlak monarşilerle yönetilen ülkeler yerine; dağınık, birliği zayıf olan ve ticaretin gelişmesiyle ekonomik gücü artan kentlerde daha çabuk ve kolay bir şekilde başlamasıdır. 18 yüzyılda gazeteciliğin temel işlevi olan haber verme işlevinde gelişmeler olurken Avrupa’da pek çok ülkede basın üzerinde denetimler olmuştur.

18. yüzyılda Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile Fransız ihtilali gazeteciliğinin gelişiminde büyük etkileri olmuştur. Bu iki tarihsel olay ile basının özgür olma anlayışı kabul görmüştür.

19. yüzyıl, gazeteciliğin ve gazetenin gelişmesi ve kurumsallaşması bakımından pek çok köklü değişimin yaşandığı bir yüzyıl olmuştur. Bu yüzyılda İngiltere’de endüstri devriminin başlaması, dünyada gazeteciliğe de damgasını vurmuştur. Endüstri devrimi ile bağlantılı olarak gelişen enformasyon devrimi ile gazetecilik daha fazla özgürlük kazanmış, bir meslek haline gelmiş, okuyucu kazanmıştır. Gazeteler okuyucusunu tutmak, sürekli okuyucu haline getirmek için haberleri izlemiştir. Gazete ve gazetecilik toplum içinde etkili olmaya yönelmiştir.

Bu devrimlerin yanı sıra ulaşım ve iletişimde olan devrimlerle gazetecilikte de devrim yaşanmış insanoğlunun “zaman” ve “yer” üzerinde egemen olması bir gerçek haline gelmiş “anilik ve uzaklık/yakınlık” kavramları önem kazanmıştır. Gazetecilikte haber toplama, yazma, dağıtma yönünden anilik, uzaklık/yakınlık kavramlarından yararlanılarak haber ajansları kurulurken, haber yazma, sayfa düzenlemesi kurallarının geliştirilmesine yönelinmiştir.

19. yüzyılda gazeteciliğin gelişmesinde en önemli değişikliklerden bir tanesi, insanın ilgisini çekme ilkesinin benimsenmesidir. İnsanın ilgisini çekme ilkesi ile gazetecilik yeni bir boyut lazanmış haber vermede olayları, düşünce ve fikirleri aktarmada insanın duygularına yönelme ön plana çıkmaya başlamıştır.

Bu ilkenin getirdiği yeni anlayışla, gazeteler yalnız seçkinlerin okuduğu yayın organları olmaktan çıkmış, geniş kitlelerin okuduğu gazeteler olmaya dönüşmüşlerdir.

19. yüzyılın ortalarından itibaren seçkinci gazetecilik anlayışından halka dönük gazetecilik anlayışına ve kitle gazetesine geçiş, gazetenin 19. yüzyılda doruk noktasına ulaşmasını sağlamıştır. Gazetecilikte “insanın ilgisini çekme anlayışı” olarak nitelenen bu yaklaşımla, ilginçlik önemlilik, anlamlılık ve sansasyon gibi kavramlar gazetecilikte önemli olmaya yönelmiştir. Bu yüzyılın ilk yarısına yazılı basın gazete-dergi ve kitap egemen olurken; ikinci yarısında egemenlik önce radyo, daha sonra da televizyon yönünden görülmüştür.

kenan evren duman

Medyanın Tarihi -özet-

Medya kelimesi belirli bir tarihsel süreç sonucunda ortaya çıkan bir kavram. Medyanın tarihçesi incelenirken karşımıza ilk çıkan eski Mısırlıların papirüslere yazdıkları ya da eski Yunan Site devletlerinde tarihi olayların kaydedildiği Oriler ve günlük olayların yazıldığı Efimeritler ilk gazete örnekleri olarak kabul edilebilir.

Bunun dışında Roma İmparatorluğu döneminde gazetecilik faaliyeti adı altında çalışmalar var. “Acta Senatus”, “Acta Diurna” “Acta Publica” ve “acta Urbis” adını alan haber levhaları o devrin iletişim alanında ortaya konmuş önemli materyalleridir.

Bilginin gelişimi insanlığın gelişiminde her zaman büyük ve önemli katkıları olmuştur. Gazetecilik önemli bir adım atmıştır. Kısa sürede büyük aşama kaydedilmiştir. Matbaanın bulunması sonrası oluşan bu aşamanın önüne kilise ve son feodal düzen kalıntıları büyük bir engel gibi durmaya çalışmışlardır. Batı Avrupa da gazetecilik 17. yüzyılda artık bir meslek olarak kabul edilmeye başlanmıştır.

Avrupa da görülen ve modern çağın haberleşme organı olarak kabul edilen gazetelerin ilk örneklerinin yine Avrupa’daki haber kağıtları olduğunun altı çizilmelidir. Gazetenin ortaya çıkışından önce haber kağıtlarına sahip olmakla asil ve zengin sınıfın bir ayrıcalığıdır. Ve bunlara ancak soylular sahip olabilirdi.

Gazetenin isminin ortaya çıkışıda bir Venedik hikayesinde şöyle anlatılmaktadır.
“Venediklilerin duvar gazeteleri resmi gazete mahiyetinde idi. Bu gazete asilzadelere dağıtılırdı. Fakat ilk defa “gazete kelimesi1536 tarihinde hak edilmişti. Basılıp satılan gazete, bu sikkenin değerinde olduğu için gazete adı verildi. Kelimenin aslı “gazetta”dır.

kenan evren duman

Medyanın İşlevleri

Medyanın en önemli işlevleri enformasyon haber aktarma işlevi, bilgilendirme ve eğitim işlevi, insanların birbirleriyle dolaylı da olsa iletişim kurmasına olanak sağlayan toplumsallaştırma işlevi ve eğlendirme işlevidir. Ayrıca duyarlılık ve farkındalık yaratma ve kamuoyu ve gündem oluşturma gibi iki ayrı işlevi daha vardır.

Aşağıda bu medya işlevlerinin kısa açıklamalarına yer vereceğiz.

2.1..BİLGİLENDİRME İŞLEVİ

Kamuoyu kendisi ve yaşadığı toplum hakkında bilgiyi medya sayesinde alır. Verilen enformasyon kişinin kendi hayatı için çok önemlidir.

Bazı haberler ise kişiyi doğrudan ilgilendirmese bile, içinde yaşadığı toplum ve dünya hakkında bilgi sahibi olmasını sağlar.

2.2 FARKINDALIK YARATMA ve EĞİTİM İŞLEVİ

Herkesin yaygın eğitim olanaklarından yararlanamadığı yüksek eğitimlilerinin bile, doğal olarak her konuyu bilemeyecekleri düşünüldüğünde bu işlevin büyük bir önemi vardır.

Medya insanlara bilmedikleri konuları sunar. Medya temsil ettiği halk adına haber yerindedir. Böylelikle onlara bilgi verir ve bazen çok önemli olan ama bilgisizlik nedeniyle üzerinde durulmayan konuların farkında olmasını sağlar.

Örneğin Milliyet Gazetesi yazarı Tuncay Özkan Susurluk’ta meydana gelen sıradan bir kamyon otomobil kazasının arkasında büyük bir devlet skandalını çıkararak kamuoyunun bu olay üzerine gitmesinin sağlamıştır. Türk ve dünya medyasında buna benzer binlerce örnek ortaya çıkarılabilir.

Medyanın eğitim işlevi özellikle kalkınmakta olan üçüncü dünya ülkelerinde daha bir önem kazanmaktadır. Devlet veya özel radyo televizyonları devlet tarafından çıkarılan radyo televizyon kanunları ile bu eşitim işlevini yerine getirmek zorundadır.

2.3 TOPLUMSALLAŞTIRMA İŞLEVİ

Medya kişilerin içinde yaşadıkları toplumla kendi kişilikleri arasında bağ kurmalarını, toplum içinde yer almalarını sağlayacak değerleri edinmelerini sağlar.

Bu işlevi iki farklı boyutu ile ele almak mümkündür. Birincisi, medyanın aktardığı metinler aracılığıyla toplumun yansıtması ve bireyin bu yansımaları kendi yaşamı ile bütünleştirmesidir. İkincisi ise, medyanın toplumu farklı bireyleri arasında ortak bir konu, bir referans oluşturarak onlar arasındaki iletişime katkıda bulunmasıdır.

Günümüz modern demokratik toplumlarında, medyaya düşen önemli görevlerden biri de, sağlıklı bir yurttaş bilincinin oluşabilmesi için, gereken tartışma platformunu yaratmak ve değişik görüşlerin ifade edilmesine olanak vermektir.

2.4 EĞLENDİRME İŞLEVİ

İnsanoğlu günlük hayatın rutinliğinden ve yoğun çalışma temposundan dinlenerek ve eğlenerek uzaklaşmak ister. Yine bu durumda da medyaya büyük bir görev düşmektedir. Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde insanlar ekonomik güçsüzlük nedeniyle çoğu eğlence etkinliğinden uzak kalmaktadır bu eksikliği halk medya aracılığı ile azaltmaya çalışmaktadır.

2. 5 KAMUOYU OLUŞTURMA VE GÜNDEM BELİRLEME İŞLEVİ

Kamuoyu belli bir konuda toplumun geniş bir kesiminin desteğini sağlamaktır. İnsanları bilgilendiren ve buradan hareketle belli konularda duyarlılık yaratan medya, belli görüşlerin yaygınlaşmasına ya da bazı noktalarda ortak bir bilincin oluşmasına katkıda bulunabilir.

Medya konusunda kamuoyu işlevinin, önemini kaybettiği bu dönemde gündem oluşturma işlevi büyük bir önem kazanmaktadır.

Bu konu kısaca, kendiliğinden gündeme gelmeyecek konuları ortaya çıkarma ve tartışmaya açma olarak ifade edilebilir.
İnsanoğlunun 20. yüzyılda haber alma yönünden karşılaştığı yenilikler, gazeteciliğe yeni bir çehre kazandırmıştı. Önceleri yalnız haber alma bakımından gazete okuyanlar, zamanla radyo haberleri dinlemeye, daha sonra da televizyondan haberleri izlemeye başlamışlardır. Her üçüne de sahip olma olanağı olan insanoğlu için, gerek yazılı gerekse sözlü basın yaşantısının önemli birer parçasıdır. İnsanlar günümüzde süratli haber alma bakımından televizyona yönelmekte, olayları derinliğine öğrenebilmek, önemini kavrayabilmek bakımından da gazeteleri okumaktadırlar. Artık alışılan, kitle iletişim araçlarından haber izlemek için birbirini tamamlayacak şekilde yararlanılmaktadır.,

kenan evren duman

Medya nedir?

Girdiğimiz çağ, bilim, iletişim ve bilgi çağı. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızlı bir bilgi akışı içine girdik. İletişim bilimci McLuhan’a göre dünya küresel bir köy haline geldi.

Bağdat’a atılan bir bomba sanki yanımıza düşmüş gibi hissedebiliyoruz. Medya aracılığıyla insanlar savaş cephelerinde, depremde yıkılan evlerin içinde, Afrika’da açlıkla mücadele eden bir kabilenin ortasında, futbol statlarında ve yaşamın her yerinde.

Bu bilgi akışını sağlayan medya günden güne teknoloji ile gelişerek evlerdeki yerini sağlamlaştırıyor.

Kitle haberleşmesini sağlayan radyo, televizyon, gazete kuruluşlarından oluşan medya yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olarak görevine devam etmektedir.

Türkiye’de özel radyo ve televizyonların 1990’lı yıllarda kurulup yayılmasıyla birlikte bu kelimeyi kullanmaya başladık. Medya genel tanım olarak her türlü sözlü yazılı ve görüntülü basın olarak özetlenebilir.

Medya denince, bir topluma mesaj ve bilgilerin iletilmesi ve kültürel siyasi uygulamaların güncelleştirilmesi yönündeki işlevi tamamen ya da kısmen yerine getirme olanağını sağlayan bütün iletişim sistemlerini anlıyoruz.

Kısaca medya dediğimizde her türlü iletişime olanak sağlamak üzere kurulmuş olan sosyal yapıları, biraz genişlettiğimizde bu yapılar için gerekli olan araçları anlıyoruz.

Medya deyince bir topluma; mesaj ve bilgilerin saklanması, uzaktan iletilmesi ve kültürel siyasi pratiklerin güncelleştirilmesi yönündeki üç temel işlevi tamamen ya da kısmen yerine getirme olanağını içine alan bütün iletişim sistemleri olduğunu söyleyebiliriz. Şu ya da bu biçimde saklamak, sonuç olarak enformasyonları biriktirme imkanını vererek onları bir perspektif içine yerleştirmek ve belli yoğunlukta bir düşünsel çalışma yürütmek anlamına geliyor; yani bilginin ve onun eleştirisinin gelişimine izin vermek . Yazı veya başka kitle iletişim araçları yoluyla uzaktan iletişim kurmak demek, aynı zamanda mekan ve zamanın buyruğundan kurtulmak, bilginin ortaklaştırmasını sağlamak, bir de bu bilgilere bağlı pratikleri ve modelleri yeniden örgütlemek demektir.

BARBİER Frederic, LAVENİR, Catherine Bertho, Diderottan internete medya tarihi, Okyanus Yayınları, Çeviren Kerem Eksen, İstanbul,Aralık, 2001

4 Kasım 2009 Çarşamba

Yeni iletişim ortamı



kenan evren duman

Bir şeyler gerçekten değişiyor mu ?


İnternet , 3G , dijital teknolojiler gazeteciliği kökten değiştiriyor mu ? Haberi anında ekranlarında okuyan , gören bir okuyucu kitlesi için gazetecilik ne ifade ediyor ? Gerçekten gazeteler yorum ağırlıklı ' ideolojik ' bir sürece mi giriyor ? Teknolojiyi nasıl görmek gerekiyor ; yoksa yeni bir gazetecilik anlayışı mı geliyor ? Sorular . . . sorular . Geçtiğimiz haftalarda sert bir tartışma gazetelerin köşelerini dolduruverdi . Yeni dönemde tasfiye edilecek gazeteciler hakkında . Gerçekten bir tasfiye mi olacak ? 3G her şeyi değiştirecek mi ? İşte üzerine düşünmeyi hakkeden birçok soru . Bir şeyler gerçekten değişiyor mu ?

Facs of Life, bir Deleuze belgeseli


Ekim ayında altyazı dergisinde okudum yazıyı. Bloğa koymak için biraz bekledim. Eğer Ekim altyazı dergisini bulabilirseniz mutlaka elde edin. yazının bir bölümünü bloğuma koyuyorum. Her sosyalbilimcinin merakla izleyip okuyacağı bir kaynak olmuş.

"Facs of Life , bir Deleuze belgeseli . . . Ancak son yıllarda Derrida ve Zizek ' üzerine ' yapılan belgesellerden farklı olarak , felsefecinin imgesini değil felsefesini filme aktarmaya çalışıyor . Sinemanın sınırlarını zorlayan bu deneysel belgeselin yönetmenleri Silvia Maglioni ve Graeme Thomson ' la görüştük . ? SÖYLEŞİ ASLI ÖZGEN TUNCER Dünya prömiyeri FIDMarseille ' de ( Marsilya Belgesel Film Festivali ) yapılan Facs of Life , Köln ' de yapılan Uluslararası Deleuze Konferansı ' nda , filmin yönetmenleri Silvia Maglioni ve Graeme Thomson ' un da katıldığı bir gösterimle Deleuze çalışan öğrenci ve akademisyenlere sunuldu . Bir Deleuze belgeseli olarak algılansa da aslında yönetmenlerinin de değindiği gibi , sadece belgesel türünü değil , film kavramını da sorgulayan Facs of Life sinemanın sınırlarını zorluyor ve ötesini keşfe çıkıyor . Facs of Life için , GiUes Deleuze ' ün felsefesini hissettirmeye yönelen bir nonfilm demek mümkün . Filmin açılışında duyduğumuz ilk cümle de bunun kanıtı : " Bir film var . Bir film izliyorsunuz veya belki de film değil bu , film olmaya hamle etmeden , bir hamlede önünüze gelen ham çekimler sadece . . . " Deleuze ve Guattari ' nin ' Mille Plateaux ' adlı eserinden esinle sekiz ' plato ' dan oluşuyor film . Bu platolar ve başlıkları sırasıyla şöyle : Deleuze ' ü arşivlerde arayan ama imgesinin yakalanamazlığını irdeleyen ' arşivlenemeyen arşiv ' ( inarchivâ ) , dijital teknolojinin görüntülü iletişimi mümkün kılmasından yola çıkarak despotun yüzüne uzanan ' yüzsellik ' ( faciality ) , Vincennes ormanında çıkılan yürüyüş ve bir zamanlar üniversitenin olduğu ama artık olmadığı o varlık / yokluk alanında1 bulunma üzerine düşünen ' eğilim ' ( incîination ) , bir ses labirentinin denendiği ' ölçüler / aralar ' ( scales / intervals ) , ' AntiOedipus ' un otoban sınırında yüksek sesle okunarak dışarda durma ve sınırda olma denemesi gerçekleştirilen ' sınırlar ' ( borders ) , ölü hayvan resimleri kullanarak ölüm ve yaşam haritabilimi oluşturmaya çalışan ' dermansızlık ' ( ipuissance ) , Virgina VVoolf ' un ' Mrs . Dallovvay ' kitabındaki Londra yürüyüşlerinden alıntılar eşliğinde Deleuze ' ün Paris ' teki evinin sokağına yapılan tedirgin bir ziyaretin yer aldığı ' yürüyüş ' ( promenade ) ve kayaların kopup parçalanması eğretilemesi üzerinden düşüncenin uzamında kaybolan felsefecinin imgesiyle son bulan ' falez ' ( falaise ) . . . " Filmi lineer olarak izlemeniz gerekmiyor ; karışık bir sırayla da izleyebilirsiniz , " diyor Graeme ve ekliyor , " ancak sonuncu platoyu en son izlemek şartıyla . " ' Mille Plateaux ' yu okumuş olanlar hatırlayacaktır , Deleuze ve Guattari ' nin okuyucularına verdiği bir nasihattir bu . Hiyerarşik ve lineer olan ' ağaçbiçimli ' ( arborescence ) düşünce yapısına karşın , karmaşık , çoklu , rastlantısal ve saçılmacı ' köksaph ' ( rhizome ) düşünce yapısını yansıtırlar bu kitapta . Sinemada benzer bir biçim oluşturma deneyselliğine adım atan Facs of Life , Deleuze ve Guattari ' nin yeğ tuttuğu köksaph düşünce yapısını yansıtma çabasıyla sürekli bir derin düşünce atmosferinde ilerleyerek , izleyiciyi , film ile arasında kuracağı ilişki üzerinden bir düşünsel deneyimleme serüvenine çıkarıyor . Deleuze ve Guattari ' nin ifadesiyle , film sadece izleyicinin prizine takıldığında çalışmaya başlayan bir makina . . ."


kaynak:altyazı dergisi ekim sayısı

3 Kasım 2009 Salı

Fikrin cellatları

Yeminli bir çete, fikri öldürmek için her türlü melaneti yapıyor.
Matbuatımız, bu çeteyi örgütleyenler sayesinde tetikçi yuvasına döndü.
Hiçbir dönemde bu kadar ileri gidilmemişti.
Hiçbir dönemde haysiyet çizgisi, bu kadar aşağı çekilmemişti.
Hedef seçilenler, sinsi bir organizasyonla terörize ediliyor, yalan ve iftira kampanyalarıyla vuruluyor.
Arkalarında, fikir ve haber gazeteciliğinin can çekişen leşi... Üstünde tepinerek sevinç çığlıkları atıyor, işledikleri bu büyük günahla övünüyorlar.
Her an yeni bir cinayet işlemeye hazır, racon kesip gözdağı veriyorlar.
Bu durumun sürdürülebilir olmadığına şüphe yok.
Şurası açık; medyamızın geleceğini, çetelerin kirli tezgâhlarına emanet edemeyiz.
Bu çeteleşmelere kim, ‘Dur!’ diyecek?
***
‘Var mı bize yan bakan!’ pervasızlığı, cüret sınırlarını çoktan aştı.
Daha fenası, fikrin katillerini tanıyoruz, aramızda dolaşıyorlar ellerini kollarını sallayarak.
Öyle gizli saklı iş görmüyorlar; pervasızlar, bütün cinayetlerini gündüz vakti işliyorlar.
Planları aleni... Nerede, ne zaman, kime, ne kötülük yapacaklarını açık açık konuşuyorlar.
Ne had, ne hudut tanıyorlar; ne de utanma sıkılma duygusundan nasip almışlar.
Hepsi okumuş, eli kalem tutan, cerbezeli tipler.
Sanki bu örgütlü cinayeti işlemek için özel olarak seçilip, biraraya getirilmişler.
Öyle ki, nasıl olup da soğukkanlı birer katile dönüştüklerini anlamak imkansız.
Hasan Sabbah’ın haşhaşileri ancak bu kadar inandırılmıştı.
***
Bu medya sirki, azgınlıkta, Pompei’in son günlerini andırıyor.
Rivayetlere göre;
Orada, kendi rüzgârına kapılmış bir cemaat azdıkça azıyor, hiçbir sınır tanımıyordu.
Acı son, Vezüv Yanardağı’ndan kızgın kül bulutu ve lavlarla geldiğinde de taş kesilmişlerdi.
‘Sapkınlık nedir?’ diye sorsanız, ‘Belli bir anda taşlaşan Pompei’dir’ derim.
Azgınlık mefhumunun soyut bir düşünceden çıkıp, lav ve külden bedenlerde somutlaştığı şehir...
Pompei kalıntıları, gözümüze sokulan bir suçüstü müzesi gibidir.
***
Mesleğin namusuna karşı en büyük suçlar işleniyor.
Gün geçmiyor ki fikir, hunhar cinayetlerin kurbanı olmasın.
Tekrar tekrar, taammüden yaşadığımız bir vahşet...
O anlardan birini gördüm ben.
Fikir katiliyle fikir sahibi aynı saftaydı.
Ama o sahneyi tasvir etmek de istemem.
En iyisi, size şu kadarını söylemek:
Tanrı-yazarı öldürme süreci, içini boşaltıp yazarı maskaralaştırıyordu.
Katledilen fikirdi yani, gördüm cinayet anlarından birini.
Korkarım ki, bu gidişle kötü sona yaklaşıyoruz.
Cezamız da fikirsiz, düşüncesiz bedenlere dönüşmek olacak.
O gün gazeteler artık okunmaktan çıkıp, bir sirk gösterisi gibi aval aval seyredilir olacak.

AKİF BEKİ/RADİKAL

Plazaların Efendisi Aydın Doğan Bir Medya İmparatorunun Öyküsü

Plazaların Efendisi Aydın Doğan Bir Medya İmparatorunun Öyküsü
Emin Karaca

Karakutu Yayınları /

Bir yükselişin öyküsünü, zorluklarla dolu bir iş hayatının arka planını, gündemi belirleyen bir ismin şaşırtıcı aile hayatını öğrenmek ister misiniz? Emin Karaca, son yılların çok konuşulan isimlerinden biri olan Aydın Doğan'la ilgili merak edilenleri bu kitabında ele alıyor. Üstelik geniş bir arşiv taramasının yanında, Aydın Doğan'ın kendisi ve en yakınında bulunan isimlerle yapılan röportajlardan seçmelerle...

Aydın Doğan, ilk kez bir yazara; yaşam öyküsünü, özel hayatını, hakkındaki iddiaları, farklı konulardaki düşüncelerini anlattı.

Kasım 2009 öneri kitaplar genel

Kafka'nın davası ntv yayınlarından farklı bir versiyonla yayınlandı. popüler kitaplar yine bu aya damga vururken mantıksal çağrışımlı lost izleyenin okuması gereken kitap olasılıksızlık yanımdaki herkesn okuması nedeniyle okumak zorunda kaldığımız kitap oldu.

Siyasetin ve “medyanın” ortak paydası ahlaktır

Siyasetin ve “medyanın” ortak paydası ahlaktır. Eğer bu iki kurum bu temel kriteri yitirirse ünvanını yitirmiş ve ondan başka hiçbir şeyi olamayan makam sahibi durumuna düşer. Her yazı bu yüzden önemlidir. Siyasete girenlerin ömürleri boyunca yaptığı her şey bu yüzden bir gün önlerine gelebilir.

Gazeteci Mehmet Barlas bir röportajında şunları söylüyor:

“Benim yöneticilik yaptığım dönemde rekabet vardı. Birden fazla gazetede çalışma imkanınız vardı. Eğer kafanız bozulursa istifa edip çeker başka bir gazeteye giderdiniz. Ben Genel Yayın Müdürü’yken, Baş Yazar’ken hep patronlarla kavga ettim onlarla çok iyi geçinemedim açıkçası. Bunu bildikleri için bana fazla baskı gösteremediler. Ama o gazetenin çizgisinin çok değiştiğini anladığımda benden de bir şeyler isteneceğini sezdiğimde çekildim gittim. Türk basınında baskı kartelleşmeyle başladı. Daha önce kimseye şunu yıprat şunu yaz diyemezdiniz. Patronlar böyle bir ilişkiye kimseyle girmezdi ki. Bu son beş yılda oldu. Bankaları yazma Mesut Yılmaz’la uğraşma bilmem ne falan filan diye.. 28 Şubatta bu zirveye çıktı. Tekelleşmenin sonucu gazetecilere baskı arttı, gazetenin şirket gibi görülmesi olayı başladı, gazetenin bankası, sigortası oldu. Patronun Ankara’da işi var, aman şu siyasetçiye dokunma, şunu yıprat gibi”

kenan evren duman

Medya ve siyaset kurumlarının, birbirlerinin görev ve sorumluluk alanına müdahale etmesi doğru değildir

Siyasi iktidarlar ile medya sahipliği arasındaki çıkar ilişkilerine son verilmelidir. Herkes kendi sınırlarına çekilmeyi, kendi görev ve sorumluluk alanında topluma hizmet etmeyi bilmelidir. Medya ve siyaset kurumlarının, birbirlerinin görev ve sorumluluk alanına müdahale etmesi doğru değildir.

Tıbbi ahlakın(kurallar manzumesi olarak etik’in), medya ahlakının, vs. tartışıldığı son yıllarda, en az nasibini alan siyasi ahlaktır. Son onlu yıllara kadar, Batı dahil olmak üzere bilim ve siyaset, ahlak anlayışının dışında tecelli eden süreçler olarak tanımlanmıştır. Bilindiği üzere, ahlakın içeriğinde, günlük denetimler yanında, uzun süreli denetim mekanizmaları mevcuttur: Hesabın ne zaman, nerede veya kimin için verileceği belli değildir. Yalanın, şarlatanlığın, yolsuzluğun, hukuk dışılığın, haksızlığın denetimi, hukuki yaptırımda olduğu gibi kesin değildir. Siyasi ahlak içeriği de, uzun-süreli bir denetim mekanizmasına sahiptir.

Bu çerçevede, iktidar yetkililerinin, emekçileri küçümseyen, gazete çalışanlarını soru sormaktan ve olayları sorgulamaktan alıkoyan, adeta bir sansüre zemin hazırlayan tavır ve açıklamaları da rahatsızlık vericidir. İktidarları destekleyenler de, muhalefet edenler de olabilir. Ancak hangi tarafta olursa olsun, medya, çıkar ilişkilerinden uzak durarak, tamamen fikirsel temelde, basın özgürlüğü ve gazetecilik meslek ilkeleri sınırları içinde kalarak özgürce istediği yayını yapabilmelidir. Bunda toplumsal ilerleme bakımından da yarar vardır. İktidarlar da buna saygı duymalı, eleştirici yayın yapanların üzerine intikam alma duygusuyla gitmemeli, kendilerini destekleyici yayın yapanları da kollayan ayrıcalıklı tavırlardan kaçınmalıdır.
kaynakça:Edibe Sözen, “Kertenkele Mantığı”, İstanbul, Birey, Mart 2004

kenan evren duman

Türkiye’de medya, terör unsurudur

Babıâli’nin yetiştirdiği gazetecilerden birisi olan Bedii Faik’le yapılan bir söyleşide, Faik “Ben Türkiye’de basın hürriyetinin en az İngiltere’deki kadar olduğuna kaniim. Neyi yazmak istiyorlarsa yazıyorlar, neyi söylemek istiyorlarsa söylüyorlar. Türkiye’de basın hürriyetinin varlığı yokluğu meselesi değil, basın terörü meselesi vardır. Türkiye’de medya, terör unsurudur. Medya terörü o kadar var ki, her şeyin üzerine baskı yapıyor. Politikacının üzerinde baskısı var. Halkın üzerinde baskısı var, iş âleminin üzerinde baskısı var” demektedir. Faik, röportajın devamında ise gazete veya televizyon patronlarının herhangi bir fikri yaymak veya Türkiye’nin noksanlarını tamamlamak için değil, yeni iş imkânları hazırlamak için bir silâh gibi kullanmak üzere yayıncılığa başladıkları, hükümetlerin de bir süreden beri basın dalkavukluğu politikası sürdürdükleri eleştirisini getirmektedir: “Tansu Hanım işe başlarken, ‘ben radyomu istiyorum’ dedi. Daha evvel Özal ‘Medyayı Kalkındırma Fonu’ diye bir şey kurdu. Sonra Mesut Bey devam etti. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde ‘Medyayı Kalkındırma Fonu’ yoktur.”

kenan evren duman

Bir daha dünyaya gelirsem asla gazeteci olmam

Nezih Demirkent, bir yazısının başlığında “Bir daha dünyaya gelirsem asla gazeteci olmam” der ve bunun sebebini de “televizyonculuğun çıktığı günden beri gazeteciliğin anlamını yitirmesine, giderek tükenmesine” bağlar. Burada, bir hususu daha özellikle vurgulamadan geçemez: “Yine, geçtiğimiz günler-de, yorumcuların, sahiplerinin sesi hâline geldiğine tanık olduk. Saygı duyduğumuz gazeteciler patronlarını korumak için akıllarına geleni söylemiş ve insanları ağır dille eleştirmekten kaçınmamışlardı. Eskiden böyle olaylar olmaz mıydı, diye sorabilirsiniz. O günlerde de sahibinin sesi olan kişiler vardı, ama bu kadar açıktan yorum yapmaz, doğruları söylemeye çalışırlardı. Yâni kraldan ziyâde kralcı olmazlardı. Bu günlerde ise tam tersi; vur deyince öldürenler çıkıyor.” Demirkent, yazının devamında bir sitemde daha bulunmaktadır: “Bizim mesleğimizde her iş para karşılığı yapılmazdı. Gazeteciliğin onuru korunur ve çay, simitle yetinmek pahasına doğrular topluma aktarılırdı. Şu günlerde ise, ceplerine para dolduranlar her konuda uzman kesiliyor ve parayı veren adına görev üstlenmekten kaçınılmıyor. Parayı verenin veya para sahibi olanın eleştirisi de zorlaştı. Meslek bazı insanları tanınmaz hâle soktu.”
(Nezih Demirkent, “Bir Daha Dünyaya Gelirsem Asla Gazeteci Olmam”, Yeni Türkiye (Medya Özel Sayısı), 1996/12, )

Kenan Evren Duman

Unesco’nun McBride Raporu

Unesco’nun McBride Raporu’nda demokratik toplumlarda medyanın üstlendiği işlevler, sekiz ana başlık altında sıralanmaktadır. Bunlara sırasıyla baktığımızda ilki, haber ve bilgi sağlama işlevidir. İletişim araçları, gelişmeler hakkında bilgi aktararak hedef kitlelerin ülke ve dünya sorunları hakkında bilgi sahibi olmasını sağlarlar. Yâni rapor toplumun habere, bilgiye ve fikre ulaşmasını, haberin derlenmesini ve yayılmasını bu işlev içerisinde ele alır. Bir diğeri ise, bireylerin toplumsal hayatın bir parçası hâline gelmelerine katkı, yâni toplumsallaştırmadır. Kitle iletişim araçları, toplumda meydana gelen olayları, ülke sorunlarını hedef kitlesine ulaştırarak kamuoyunu bilgilendirir. Haber kaynağı olan medya, bireylerin aynı konular hakkında bilgi sahibi olmasını, ülke sorunları karşısında benzer duyguların ve düşüncelerin paylaşılmasını sağlar. Üçüncü işlevi, toplumsal amaçları açıklayarak, özendirerek bireyin bu amaçlar etrafında çaba sarf etmesini sağlamaktır, yâni güdülemedir. Dördüncü işlevi ise tartışma ortamı hazırlamaktır. Böyle bir ortamda, toplumsal değerlerin ve amaçların belirginleşmesine yardımcı olurlar. Tartışmalar sonucunda varılacak ortak amaç, fertlerin bu doğrultuda çaba harcamalarını sağlar. Beşincisi, hedef kitlenin bilgi ve eğitim düzeyinin yükseltilmesinde; altıncısı, kültürün tanımı ve geliştirilmesinde, kültürel mirasın korunmasında görev üstlenmiş olmasıdır. Yedinci olarak, toplumsal hayat içerisinde bunalan bireylere iyi vakit geçirme, onları eğlendirme noktasındaki katkılarıdır. Son olarak da bütünleştirme fonksiyonundan söz edilmektedir ki, bu sekiz başlık altında anlatılan işlevlerin yerine getirilmesiyle birlikte toplumdaki bireyler ve gruplar arasında ilişkiler gelişir, bireylerin karşılıklı anlaşması ve uyumu içerisinde yaşama ortamı doğar. Dolayısıyla bütünleştirici yön ortaya çıkar.

Gazetecilerin Hak Ve Sorumlulukları

Gazetecilikte meslek ahlakı, mesleğin özellikleri ile ilgilidir. Maaş ya da telif karşılığı çalışan(yani gazete sahibi olmayan) gazeteci konusunda akla gelen ilk soru şudur: Gazeteci kime karşı sorumludur, kendisine mi, patronuna mı, yoksa okuruna mı? Bu husus, etik kuralların önemli bir bölümünü oluştururken, bir diğer bölüm de gazetecinin haber, dolayısıyla da haber kaynağıyla olan ilişkisini eksen alır. Aşağıda şematik olarak sunulan kurallarda bu hususları görmek mümkündür:

1. Özel yaşamın dokunulmazlığına özen göstermek.
2. Kamu çıkarına öncelik tanımak.
3. Mesleğin olanaklarını özel çıkarlar için kullanmamak.
4. İnsanlar arasında din, dil, ırk, cinsiyet ve kültür farklılığı gözetmemek; ayrımcılık yapmamak.
5. Şiddete özendirici olmamak.
6. Haber kaynağının gizliliğini korumak.
7. Kişileri ve kurumları aşağılayıcı, küçük düşürücü olmamak.
8. Haberde farklı tarafların durum ve görüşlerini yansıtmak.
9. Nesnel olmak.

Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) ‘Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi’,(Ekler 1) gazetecinin temel görevleri ve ilkelerini belirlerken şöyle bir tanım getiriyor: ‘Gazeteci, başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur... Gazeteci her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici, kışkırtıcı yayın yapmamaya özen gösterir.’

Gazeteciler yazdıkları haberlerle ve verdikleri gerçek bilgilerle terör eylemlerinin kınanmasında kamuoyunu bilinçlendirmektirler. Teröre karşı toplumsal bilinç oluşturmak ve karşı çıkış ile terörü önleme eylemlerinin benimsenmesi gazetecilerin yorum, eleştiri ve haberleriyle gerçekleşir. Durup dururken toplumsal bilinç oluşmaz. Veya herhangi bir olay nedeniyle konulan “yasak” sorunu çözmez, sorunları çoğaltır. Gazeteciler yazdıkları haberlerle ve verdikleri gerçek bilgilerle terör eylemlerinin kınanmasında kamuoyunu bilinçlendirmektirler. Teröre karşı toplumsal bilinç oluşturmak ve karşı çıkış ile terörü önleme eylemlerinin benimsenmesi gazetecilerin yorum, eleştiri ve haberleriyle gerçekleşir. Durup dururken toplumsal bilinç oluşmaz. Veya herhangi bir olay nedeniyle konulan “yasak” sorunu çözmez, sorunları çoğaltır.

Görüldüğü gibi; gazeteciler “olaylar” hakkındaki yayınları bakımından kendi sorumlulukları ve halkın bilgi alma hakkı için “haber” yazmaktadır. Meydana gelen toplumsal olaylardan “sorumlu” saymak, yapılan haberleri “hazırlık tahkikatının selametini ihlal edecek nitelikte” değerlendirmeye tabi tutmak ve daha da ilerisi daha yazılmadan veya yayınlanmadan “yayın yasaklamak” Anayasaya, yasalara ve Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesine aykırıdır.

Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesinin “Gazetecinin Sorumluluğu” başlığı altında düzenlenen maddesine göre; “Gazeteci, basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüst biçimde kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele etmeli, halkı da bu yönde bilgilendirmelidir”. Dolayısıyla Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından tüm kamuoyunun imzasına açılan bu bildirgenin örneğin “Gazetecinin Temel Görevleri ve İlkeleri” başlığı altında halkın gerçekleri öğrenmesi ve bilgi alması konusundaki temel sorumluluğu şu şekilde gösterilmiştir: “Halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, gazeteci, kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duymak ve uymak zorundadır. Gazeteci; bilgi ve haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüklerini ne bahasına olursa olsun savunur. Gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur.(...) Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösteren, özendiren, kışkırtan yayın yapamaz”

Demokrasilerde halkın bilgi edinme hakkının sınırlandırılamayacağı sürekli tekrarlanır. Ancak yargıdan da sürekli her olaya özgü apayrı yayın yasakları üretilmektedir. Oysa halkın doğru bilgi edinmesi gerekirken haber alma hakkının “sınırlandırılması” kabul edilemez bir anlayıştır. Bilgi edinme hak olduğuna göre, bu hakka işlerlik sağlayan ve onu yaşama geçirerek insanlara bilgi aktarmakla görevli gazetecilerin yazıları ve haberleri, radyo ve televizyon görüntüleri veya haberleri potansiyel suçlu sayılıp “sansüre” uğratılamaz. Yayınlar “yasaklarla” yasaklanmaz. Bu yüzden siyasiler medyaya müdahale etmemelidir. Bu müdahale aksi takdirde halkın haber alma özgürlüğünü engelleyerek demokrasiye vurulmuş bir darbe olarak nitelendirilir.

Doğru ve yaygın haber verme, bilgilendirme hakkı özgürlüğün bir parçası ve temelidir. Halkın gerçek ve doğru bilgileri öğrenme hakkı engellenemeyeceğinden; yasalarda yer alan hukuki önermeler temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı düzenlemeleri yaratmaya yönelik yorumlanamaz.

Asıl önemli olan hukuka uygun davranmaktır. Herkesin lanetlediği terörün önlenebilmesi için halkın bilinçlenmesi ve aydınlatılması gerekir. Artık terörü önlemenin yolları çoğaltılmalıdır. Terörü önlemek bilgiyle olur. Gazetecilerin haberleri ile halkın gerçeklere ulaşması sağlanarak terör önlenir. Asıl olan “yayın yapılmasının yasaklanması” değil, yayın yasaklarının yasaklanmasıdır.

Basın İlan Kurumu’nun ‘Basın Ahlak Esasları’ hakkındaki Genel Kurur kararlarının(Ekler 2) 1. Maddesi şöyle der; Bir kamu hizmeti olan gazetecilik, kişisel ve ahlaka aykırı amaç ve çıkarlara âlet edilemez ve kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılamaz. Haberlerde ve olayların yorumunda gerçeklerden saptırma, çarpıtma veya kısaltma yoluyla amaçlı olarak ayrım yapılamaz. Doğruluğu kuşku uyandırabilen ve araştırılması gazetecilik imkânları içinde bulunan haberler, araştırılıp doğruluğuna emin olunmadan yayınlanamaz.

Öte yandan şunu da belirtmek gerekir ki, basın ve yayın kurumları, meslek ilkelerine bağlı sorumlu yayıncılığa özen göstermelidir. Yayıncılığın meslek ilkeleri ve doğru davranış kuralları Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde ve Basın İlan Kurumu’nun ‘Basın Ahlak Esasları’ hakkındaki genel kurul kararında yer almaktadır.

Hegemonya medya ilişkisi

Hegemonya; toplumdaki ekonomik süreçler üzerinde etkili bir üstünlük sağlamış olan başat sınıf ittifakının ya da yönetici bloğun, bir toplumun hayat tarzlarını, adetlerini ve anlayışlarını, bizatihi biçimini ve kültür ve medeniyet düzeyini, doğrudan doğruya tikel bir sınıfın dar çıkarlarına yarar sağlamasa bile, bir bütün olarak hayatın başat toplumsal ve üretim sisteminin gelişimi ve genişlemesini destekleyen bir yönde dönüştürebilecek ve yeniden biçimlendirilebilecek şekilde toplum üzerinde sağladığı üstünlüğünü geliştirdiği ve yaydığı tüm süreçleri kuşatır. Hegemonya bir ölçüde hukuksal ve meşru zorun yanı sıra, ilke olarak hegemonya içinde tabi durumdaki sınıfların ve toplumsal grupların aktif rızasının kazanılması yoluyla başarıldığının belirtilmesidir. Her türlü hegemonyanın süregitmesi, konu kitlenin hegemonya sahipleriyle uyum içinde çekilmesine bağlı. Günümüzde zorla uyum çağ dışı kalır. Bireyin ve toplumun ikna edilmesi, inandırılması ve uyum sağlaması için kitle iletişimi teknikleri en yaygın ve etkin şekilde kullanılıyor. Medya kendisini uylaşım içinde yönlendirirken aynı zamanda uylaşım üzerinde biçimlendirici bir tarzda işleyip uylaşıma şekil vermeye girişir. Toplumsal rızanın üretiminde uylaşımı yansıtır. Bütün bunları yaparken de diyalektik sürecin asli parçası haline gelir. Medyayı devlet içinde temsil edilen başat toplumsal çıkarların güç alanı içinde yönlendiren de bu rızanın üretimi sürecidir. Medyanın devletin ideolojik aygıtları olduğu söylenebilir. (Sadi Özdemir)

Medya demokrasinin gelişmesi açısından önem kazanmaktadır

Medya demokrasinin gelişmesi açısından da önem kazanmaktadır. Demokrasi üstten-tepeden inşa edilen bir rejim değildir. Önce yurttaş bireylerin demokrasinin kendileri için ne denli gerekli olduğuna inanmaları gerekiyor. Sivil toplumu oluşturan yurttaş bireyler, demokrasiyi kendi içlerinde üretmek ve yaşatmak zorundadırlar. Çünkü sivil toplum demokrasi olmadan varolamaz. Demokratik bir devlet ise varolabilmek için sivil bir topluma gereksinim duyar. Böyle bir ortamın oluşması içinde medyaya çok büyük bir görev düşmektedir. Kendi ayakları üzerinde durabilen ve siyasilerle çıkar ilişkisine girmeyen medya kuruluşları varoldukları toplumda demokrasinin en büyük temsilcileri sayılır.
(Mehmet Metiner, “İdeolojik Devletten Demokratik Devlete”, İstanbul, Beyan Yayınları)

Enformasyon toplumu çağı

Medyanın oluşturduğu enformasyon toplumu çağı aynı zamanda da ruh hallerinin yaratıldığı toplumdur. Dolayısıyla, özgürlük ve demokrasi konusunu değişik biçimde düşünmek gerekir. Siyasal özgürlük insanın kendi iradesini uygulaması olarak özetlenemez. Çünkü o, bu iradenin oluşum sürecine egemen olma hakkından da kaynaklanır. (Armand ve Michale Matterlart, “İletişim Kuramları Tarihi”,1.Baskı. İstanbul, İletişim Yayınları)

kenan evren duman

Medya Kültürü, Gerçek Kültür

Medya günümüzde başlı başına bir kültür biçimi oluşturmaya başlamıştır. Medya tarafından şekillendirilen kültür biçimi, gerçek kültürü esas alarak yola çıkar ve bu kültürün üzerine arzuladığı kültürü ve kavramları, yerleştirir. “Medya Kültürü” ve “Gerçek Kültür” kavramları Hans Mathias Kepplinge tarafından ortaya atılmış ve “medyanın gerçek kültürü çeşitli yönleriyle yeniden yarattığı, değiştirerek ve şekillendirerek kullandığı” tezi ortaya çıkmıştır. Medyanın ortaya çıkarttığı kültür, onun ürettiği ve yeniden ifade ettiği modern dünyanın tasviri olması yönüdür. O, kullandığı dille hedef kitlesi ile iletişimi kurar. Var olan, bir popüler kültür değil, medya kültürüdür. Ancak, hangi mekanizmalarla olursa olsun, ortada olan, halkın beğendiği, kabullendiği bir kültür olduğuna göre, bu kültüre popüler kültür demek daha doğru olacaktır. Bu yüzden medya her yönüyle toplumu etkilemektedir.
DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN: Şaban Kızıldağ, “Medya Çocukları”, İstanbul, Şehir Yayınları, Temmuz 2001

İnsanlar dünyanın her yerindeki olaylardan haberdar olmak isterler.

İnsanlar dünyanın her yerindeki olaylardan haberdar olmak isterler. Özellikle günümüz dünyasında devletler birbirleriyle daha yakın ilişki içerisine girmişlerdir. Bu ilişkiler kapsamında, ilişkiye girdikleri ülkelerdeki tüm gelişmeleri yakından takip etme yoluna gitmişlerdir. Toplumbilimci Wright Mills, “Bugün sıradan kişiler, salt kendi dünyaları içinde yaşamaktadır. Kendi sıkıntılarının üstesinden gelemezler. Bunda da oldukça haklıdırlar. Çünkü, sıradan kişiler sınırlandırılmış bir çember içinde sürdürürler günlük yaşantılarını. Görüşleri, güçleri; işleri, aile ve komşularıyla kısıtlanmıştır. Öteki alanlarda salt seyircidirler.” demiştir.
DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN:Brian Groombridge, “Televizyon ve Toplum”, İstanbul, Reklam Yayınları,

Basının Toplumsal, Siyasi Etkisi Ve Hegomanya

Son otuz yılın başlıca araştırma yaklaşımlarına göz atıldığında görülebileceği gibi, geleneksel ana damar (main streem) iletişim araştırmalarının başlıca odağı medya etkileri olmaktadır. Medya hakkındaki bakışların barındırdıkları hem korku ve endişeyi hem de umut ve tahriki açıklayan nokta, medyanın yürekleri, zihinleri ve ulusal kamunun davranışını zaptetme ve yönlendirme konusundaki tahmine dayalı gücüdür.
DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN:Mehmet Küçük, “Medya İktidar İdeoloji”,2. Basım, Ankara, Ark Yayınları, 1999

Amerika’yı Talk Show’lar yönetiyor ve yönlendiriyor


Amerikalı medya ve uluslararası ilişkiler uzmanı Stever Ekovich, “Amerikan medyasının en önemli sorunları arasında haber ve reklam, imaj ve mesajı gerçek ve hikaye arasındaki çizginin yok olmaya başlaması geliyor. Amerika’yı Talk Show’lar yönetiyor ve yönlendiriyor. Bir Amerikan başkan adayı ekranda vermek istediği mesajı 8 saniyelik ‘Soundbyte’lara sığdırmayı öğrenmezse, seçimlerde hiçbir şansı yok. Clinton’un da Reagen’ın da başarısının özünde bu yatıyor”(Yeni Yüzyıl Gazetesi, 8 Mart 1995) diyor. Dünyanın en önemli iktidar merkezinde iktidar mücadelesinde medyanın etkinliği bu şekilde ifade ediliyor.
DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN:Sadi Özdemir, “Medya Emperyalizmi ve Küreselleşme”, İstanbul, Timaş,

Kenan Evren Duman

Medya Siyaset İlişkisinin Temel Dinamikleri

Siyasal araştırmaların temelinde medya ve siyaset arasındaki karşılıklı ilişkiler yatmaktadır. Medya, genel olarak önceden belirttiğimiz gibi siyasilerin mesajlarını iletebilecekleri en önemli araçtır. Bunun yanında toplumun görüşlerini de siyasilere iletmektedir. Birçok siyasi de kendi çıkarlarını korumak yada arttırmak için basını kullanma yoluna gitmektedir.

Kamuoyu ve seçmenler tarafından sosyal problemlere yakın bir ilgi göstermeye ve medya içeriklerinden sorumlu olmaya itilen siyasiler, haber içeriklerinde kaynak olarak kullanılmaktadır. Medyanın siyasilere gösterdiği bu haber kaynaklığı ilgisi de onlar için bir ödül niteliği taşımaktadır.
KONU İLE İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİ İÇİN Erkan Yüksel , “Medyanın Gündem Belirleme Gücü”, Çizgi Kitabevi

Yasama üzerinde medya etkisi

Yasama üzerinde medya etkisi, milletvekillerinin tekrar seçilebilmek için seçmene doğru mesajlar göndermeleri ve doğru tanınmaları noktasında ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde, medya tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) sürekli dile dolanması, milletvekillerinin; maaşlarının sürekli konu edilmesi ve her olumsuzluğun müsebbibi olarak gösterilmeleri yasama erki üzerinde baskı oluşturma amacını gütmektedir.

hükümet üzerinde medya etkisi

Yürütme, yani hükümet üzerinde medya etkisi, yasama erki üzerindeki etkiye benzerlik göstermektedir. Hükümetler, icraatlarını halka anlatabilmek ve başarılı görünerek yeniden seçilebilmek için medya organlarına ihtiyaç duyarlar. Belli bir zümre veya sınıfın elinde bulunan medya organları, devlet imkanlarının kendilerine kullandırılmaması durumunda, derhal o hükümete karşı savaş açabilir ve her şeyi olumsuz göstermeye girişebilirler. Ülkemizde, istemedikleri iktidarlara ve hatta kendilerine hizmet etmeyeceğini hissettikleri iktidar ortaklarına karşı da zaman zaman çeşitli kampanyalar yürüttükleri gözlenmektedir.

Medyanın yargı erki üzerindeki etkisi

Medyanın yargı erki üzerindeki etkisi, doğrudan adalet üzerinde bir etki olduğundan asla tasvip edilemeyecek bir durumdur. Ancak, daha polis kovuşturması esnasında medyanın yayınları başlamakta ve dosya hakim önüne geldiğinde kamuoyunun belli bir kanaati zaten oluşmuş olmaktadır. Hakimin bu kanaate uygun karar vermemesi durumunda, medya projektörleri, çeşitli sorularla bu karar merciine yönelebileceğinden, bu durum önemli bir baskı oluşturabilmektedir.

basının siyasetle olan ilişkisi


Dünyada ilk gazetenin veya yayının yayınlanmaya başlamasından günümüze bütün ülkelerde, basının siyasetle olan ilişkisi her zaman varlığını korumuştur. Bu bütün ülkelerde farklı zamanlarda ve mekanlarda tartışmalara neden olmuş, bu konu üzerine kitaplar yazılmış, araştırmalar yapılmıştır. Bu kapsamda basının kamuoyu oluşturma gücü devam ettiği müddetçe varlığını sürdürecektir ve tartışmalara neden olacaktır.

Devlet bürokrasisinin iktidar aygıtlarını eline tuttuğu ülkelerde, kitle iletişim araçları üzerinde uygulanan ve genellikle resmi sansürle desteklenen tekelci denetim, iletişim araçlarının egemen seçkinlerin amaçlarına hizmet ettiğini açıkça gösterir. Kitle iletişim araçlarının özel sektöre ait olduğu ve resmi sansürün bulunmadığı ülkelerde ise propaganda sisteminin işleyişini fark etmek çok daha zordur. Bu durum özellikle kitle iletişim araçlarının sıkı bir rekabet içinde olduğu, belli aralıklarla şirketlerin ve hükümetlerin yolsuzluklarını hedef alıp bunları ortaya çıkardığı ve kendilerini genel toplum çıkarının ve konuşma özgürlüğünün yılmaz savunucuları olarak sergilediği ülkelerde geçerlidir.
(Edward S. Herman, Noam Chomsky, “Medya Halka Nasıl Evet Dedirtir”, 2. Baskı, İstanbul, Minevra Yayınları, 1999, s.21.)

kenan evren duman

iktidar gücünün basına yansıması

Siyasetin, özelliklede iktidar gücünün basına yansıması daha çok gazetecilerin çeşitli çıkar ilişkileri karşılığında satın alınması ve kendi ideolojileri kapsamında kullanılmasına yöneliktir. Bunu sağlamak için de devamlı basında kendileriyle ilgili olumlu haberlerin yer almasını böylelikle kendi propagandalarını iyi yapabilmelerine olanak sağlama imkanı doğuracaktır. Buna bağlı olarak kamuoyu önünde popülerliliklerini arttırarak onların gözünde daha iyi yerlere ulaşmak olarak görmektedirler. Bunların siyasilere getirisi, onların en büyük derdi olan oy kaygısını gidererek kendi statüko ve varlıklarını korumak olacaktır.

Tüm bunlar olmaz, basın, kendi görevini yerine getirirse kamuoyu yani halk adına “Eşik Bekçiliği” görevini yerine getirirse siyasiler, basını kendi çıkarları için kullanamayacak ve basın halk adına hareket ederek siyasileri denetleyecektir.

Basın “Eşik Bekçiliği” görevini üstlenip siyasileri halk adına denetlerse bu demokrasinin de sağlıklı işlemesine katkı sağlayacaktır. Basın kuruluşları bu yolda ilerlerse tabi ki siyasiler özellikle iktidar tarafından çeşitli yollarla baskıya uğrayacaklardır.