16 Ocak 2010 Cumartesi

1980'li ve 1990'lı Yıllarda Küreselleşme: Tek Kutupluluk, Liberalizmin Yükselişi ve Ulus-Devlet Sorunu

hız kazandırmıştır. 1990'lı yıllar ile birlikte dünyamız tek kutuplu bir küreselleşme
sürecini derinden yaşamaktadır. Sosyalist bloğun yıkılması kapitalizmin ve liberal
ekonominin bir zaferi olarak görülmekte ve az gelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınmaları
için serbest piyasa ekonomisinin kurallarının bütün işlerliği ile uygulanmasının
tek bir çözüm yolu olduğu iddia edilmektedir. Örneğin, özelleştirme, devletin
ekonomideki ağırlığını olabildiğince küçültme, uluslararası ticaretin önündeki
gümrük, kota, koruma, vb. türü engelleri ortadan kaldırma ve ülke iç pazarın ulus
lararası serbest rekabete açılması gibi 'yeni sağ' ideolojinin politikaları IMF ve Dünya
Bankası gibi uluslararası finans kuruluşları tarafından az gelişmiş ülkelerin önüne
sunulmakta ve bu yolla liberal ekonomik politikalar küreselleştirilmektedir.
Liberalizmin yükselişinde hangi etken önemli bir rol oynamıştır?
Özellikle 1980'li yıllar ile birlikte, İngiltere'de Thatcher ve Amerika'da Reegan ile
birlikte liberal politikalar dünya çapında büyük bir yükselişe geçmiştir. Bu süreç
içerisinde, uluslararası ticaretin serbestleşmesi ve özelliştirme az gelişmiş ülkelerin
kalkınmalarını gerçekleştirebilmeleri için olmazsa olmaz türünden politikalar olarak
küresel düzeyde yaygın olarak uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye'de 1980'li
yıllar ile birlikte ekonominin dışa açılması ve 1986'da özelleştirme uygulamalarına
geçilmesi bir tesadüf değildir.
Küreselleşme ile ulus-devlet bir güç kaybına mı uğramaktadır?
Küreselleşme ile birlikte tartışılan bir diğer noktada 'ulus-devlet'in giderek gücünü
kaybettiğidir. Çünkü küreselleşme ile birlikte gerek ekonomik, gerek siyasal ve gerekse
askeri düzeyde çok uluslu kuruluşların sayısı ve gücü artmakta ve bu kuruluşlar
ulus-devlet'lerin gücünü azaltıcı faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Hatta yıllık cirosu
bir çok ulus-devlet'tin milli gelirini aşan çok uluslu şirketler bulunmaktadır.
Sorunun asıl kaynağı şudur: bir ulus-devlet'ten çok daha güçlü olabilen bir uluslararası
kuruluşu ondan daha zayıf ve güçsüz durumda olan bir ulus-devlet nasıl denetleyebilecektir?
Eğer ulus-devletler bu çok güçlü uluslararası kuruluşları denetleyemecek
durumda iseler bu kuruluşlar demokratik olarak nasıl kontrol altına alınabileceklerdir?
Eğer bu çok güçlü uluslararası kuruluşlar ulus devlet tarafından değilde
ulus-devlet sistemleri (örneğin Avrupa Topluluğu) tarafından kontrol edilebilecek
ise bu durum ulus-devletin küreselleşme ile birlikte bir güç kaybına uğradığının
bir göstergesi değil midir?
Gerçektende, Avrupa Topluluğu örneğinde olduğu gibi ulus-devlet sistemlerinin
bizzat kendisi ulus-devletin üzerinde bir güç gibi durmaktadır. Gerçektende, uluslararası
düzeyde ulus-devletin bizzat kendisi değil ancak birden fazla ulusların bir
araya gelerek oluşturmuş olduğu ulus-devlet sistemlerinin (örneğin, Avrupa Topluluğunun)
küresel boyutta etkinliği artmakta ve ulus-devletin kendisi giderek güç
kaybetmektedir. Bu aynı zamanda, az gelişmiş ülkelerin kendi sınırları içerisinde
sahip olduğu en önemli siyasal güçlerden biri olan ulusal devletin kendisi, daha çok
gelişmiş ülkelerin etkisinde olan küresel gelişmeler sonucu giderek zayıflatılmaya
çalışılmasıdır. Böylece Wallerstein'in de belirttiği gibi, üçüncü dünya ülkeleri küresel
düzeyde adeta güçsüzlüğe mahkum edilmektedir.
Ancak ünitenin başında da belirtildiği üzere küreselleşme çok yönlü bir süreçtir.
Dolayısıyla, ulusal devletler küresel düzeydeki uluslu şirketlerin gücünün artmasına
karşı kendi önlemlerini alabilmektedirler. Zira, liberal ekonomik politikaların
uygulandığı bir çok ülkede bile ulusal devletin kendisi hala hem siyasal ve hemde
ekonomik olarak gücünü koruyabilmekte ve bunda direnebilmektedirler. Örneğin
İngiltere kapitalizmin ve liberal ekonomik politikalarının beşiği olan bir ülke olmasına
karşın Avrupa Topluluğu ile bütünleşmede siyasal ve ekonomik gücün tek bir
elde yani Avrupa Topluluğu parlemontosunda tutulmak istenmesine şiddetle karşı
çıkmakta ve bunun üye ülkelerinin ulusal gücünü zayıflatacağını öne sürmektedir.
Özellikle Asya ve Afrika gibi kıtalarda potansiyel etnik çatışmaların bu günkü konumu
ve içinde bulunduğu gerilim varoldukça ulusalcılık, ulus-devlet ve ulusal
kültür'ün gücünde önemli bir zayıflama ne günümüzde ve nede önümüzdeki yıllarda
pek mümkün görünmemektedir.

Wallerstein ve Kapitalist Dünya Ekonomisinin Küreselleşmesi

Dünya kapitalist ekonomilerinin, endüstriyel üretim, sermaye birikimi ve uluslararası
pazar ilişkileri açısından küresel olarak tek bir kapitalist dünya toplumuna doğru
ilerlemekte olduğu öne sürülmektedir. Artık küresel düzeyde oluşan ekonomik
dalgalanmalardan ve krizlerden bütün dünya ülkeleri giderek daha çok etkilenmektedir.
Özellikle uluslararası pazarda çok uluslu şirketlerin bütünleşmeleri, yabancı
sermaye yatırımlarının artması, ülkeler arasında teknoloji transferinin yaygınlaşması
ve belirli coğrafi bölgelerde bulunan ülkelerin ekonomik ve siyasal düzeyde
bloklaşmaya doğru yönelmeleri küreselleşme sürecinin nedenleri arasında
gösterilmektedir. Ancak bu küreselleşmenin ne tür ekonomik, siyasal ve kültürel
formlar içerisinde gerçekleştiği ve az gelişmiş ülkelerin konumlarının ne olduğu
tartışma konusu olmaya devam etmektedir.
Örneğin, Wallerstein küreselleşme olgusunu kapitalist ekonomik sisteminin işleyişine
bağlı olarak incelemeye çalışmaktadır. Wallerstein küreselleşmenin kapitalist
sermayenin sınır tanımayan yayılmacılığının ve buna bağlı olarak ortaya çıkan
uluslararası işbölümünün bir yansıması olarak görmektedir. Küresel dönüşümler
kapitalist sermayenin sürekli genişlemek istemesinin doğal bir sonucudur. Wallerstein
kapitalist dünya sisteminin işleyişini merkez ülkeler (gelişmiş kapitalist ülkeler),
çevre ülkeler (az gelişmiş kapitalist ülkeler) ve yarı çevre ülkeler (yarı gelişmiş
kapitalist ülkeler) modeli çerçevesinde incelemektedir. Wallerstein'e göre merkez
ülkeler ekonomik olarak daha güçlü oldukları için dünya ticaret düzenini kendi çıkarlarına
göre düzenlemekte ve böylece azgelişmiş çevre ülkelerini doğal kaynaklar
ve insan gücü açısından sömürmektedirler. Böylece, Wallerstein küreselleşmenin
ülkeler arasındaki eşitsizliği süreklileştirdiğini ve bu eşitsizliği küresel gelişmelere
paralel olarak belirli formlar içersinde yeniden ürettiğini öne sürmektedir.
Wallerstein'e göre ekonomik ve siyasal düzeydeki küresel değişmeler kapitalist
dünya ekonomisinin genişlemesiyle birlikte oluşmuştur. Bu nedenle hiçbir tarihsel
sistem kapitalist dünya ekonomisi kadar kendi içinde ilintili, karmaşık, yaygın ve
ayrıntılı olmamıştır. Wallerstein'in yaklaşımına göre, kapitalist dünya ekonomisi
genişlemeye her zaman gereksinimi olmuştur ve bunun sonucu olarak son dörtyüzyılda
Avrupa merkezli bir sistemden bütün küreyi kapsayacak bir sisteme geçmiştir.
Bu süreç içerisinde merkez ülkeler kendi ulusal devletlerini güçlendirmiş, ekonomilerini
kalkındırmış ve ulusal kültürlerini de geliştirmişlerdir. Buna karşın çevre
ülkeler ise ekonomik olarak merkez ülkelere bağımlı ve geri kalmış, ve böylece
ulusal devletlerini güçlendirememişlerdir. Ayrıca, çevre ülkeleri merkez ülkelerin
kültürel etkisi altına girniştir. Böylece ekonomik süreçte kapitalist sermayenin genişlemesine
bağlı olarak dünya çapına yayılan küreselleşme, kültürel boyutuda içine
alarak kapitalist dünyayı tek bir sistem haline getirmiştir.
Wallerstein azgelişmiş ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki eşitsiz ekonomik ilişkilerin
küreselleşme üzerine olan etkilerini vurgulaması açısından literatüre önemli
bir katkıda bulunmuştur. Aynı şekilde Wallerstein'in yaklaşımının batılılaşma ve/
veya modernleşme teorilerinin çok başarılı bir eliştirisini yaptığını da söyleyebiliriz.
Wallerstein'in yaklaşımının zayıf yönleri nelerdir?
Wallerstein'de ekonomiyi temel belirleyici bir faktör olarak ele alması onu aşırı ekonomizm
yaptığı eleştirisine düşürmektedir. Ayrıca, Wallerstein Giddens'in küreselleşme
süreçinde önemini işaret ettiği siyasal ve askeri güçlerin rolüne yeteri kadar
ağırlık verememiştir. Wallerstein'in bir diğer zayıf noktası ise, küresel düzeyde
gelişmiş merkez ülkelerin azgelişmiş çevre ülkelerini kendi ekonomik ve siyasal
kıskacına alarak doğal ve insan kaynaklarını sömürdüğünü öne sürmesi ve çevre ülkelerin
belirli bir uluslararası iş bölümü çerçevesinde kapitalist dünya ekonomisinin
içerisinde gelişmiş bir kapitalist merkez ülke haline gelemeyeceğini belirtmesidir.
Halbuki gelişmekte olan bazı ülkeler (Güney Kore, Tayvan, Hong Kong vb.) belirli
bir ekonomik kalkınma düzeyine ulaşmış ve hatta uluslararası pazarlarda bir
çok gelişmiş merkez ülkeleri ile rekabet edebilir bir hale gelebilmiştir.

Robertson ve Küreseleşmeninin Tarihsel Aşamaları

Robertson küreselleşme üzerine olan tartışmalarda belkide adı en çok söz edilenlerden
birisidir. Roberston’a göre küreselleşme devletler arası etkileşim süreçlerinin
bir sonucundan çok toplumsal ve kültürel süreçlerin işleyişine bağlıdır. Küreselleşme
dünyanının bir bütün olarak yapılanması ile ilgili olan somut gelişmelerin kavramlaştırılmasıdır.
Yani, dünyanın toplumsal ve kültürel faktörlerin etkileşimi sonucu
yerel ve küresel düzeyde sürekli olarak yeniden üretilmesi küresellşme kavramının
özünü oluşturmaktadır. Bunun içinde küreselleşmeyi tarihsel bir bakış açısı
içerisinde ele almak gerekmektedir. Buradan yola çıkarak, Robertson küreselleşme
kavramını insan toplumlarının gelişiminin belirli bir tarihsel aşamalarına bağlı olarak
açıklamaktadır.
Robertson küreselleşmeyi hang tarihsel aşamalar çerçevesinde açıklamaya çalışmaktadır?
Robertson küresellemeyi 15. yüzyıldan başlamak üzere tarihsel süreçte beş aşamalı
model çerçevesi içerisinde incelemektedir. Her evrede küreselleşmenin yoğunluğu
ve karmaşıklığı bir önceki döneme göre artmaktadır.
Bu beş aşamalı süreç sırasıyla;
• Oluşum aşaması,
• Başlangıç aşaması,
• Kalkış aşaması,
• Hakimiyet için mücadele aşaması,
• Belirsizlik aşamasıdır.
Robertson'a göre küreselleşmenin "oluşum aşaması" (Avrupa, 1400-1750) bireyselciliğin
ve humanizmin önem kazandığı ve ulusalcılığın ortaçağ toplum anlayışına
karşıt olarak ortaya çıktığı bir dönemdir.
Küreselleşmenin ikinci evresi "başlangıç aşaması" (Avrupa, 1750-1875). Bu aşamada
üniter devlet kavramı, bütünleşme, uluslararası ilişkilerin formalleşmesi, bireylerin
birer yurttaş olarak ön plana çıktığı ve insanlık kavramının daha da belirginleştiği
bör dönemdir. Bu dönem ayrıca Avrupa dışındaki toplumların da uluslararası
toplumun birer parçası olmaya başladığı ve ulusalcılık ve uluslararasıcılık gibi kavramlarının
tartışıldığı dönemin bir başlangıcı olmaktadır.
Robertson'a göre küreselleşmedeki üçüncü aşama olan "kalkış aşaması" 1875'lerden
1925'lere kadar olan dönemi kapsamaktadır. Bu dönem artık ulusal toplum kavramının
kabul gördüğü, ulusal ve bireysel kimlik kavramlarının tartışıldığı, Avrupa
kıtası dışındaki bazı toplumların da uluslararası topluma katıldığı, hümanizmin
uluslararası düzeyde iyice yerleştiği ve küresel iletişimin hızlandığı bir dönemdir.
Ayrıca bu dönemde uluslararası küresel yarışmalar (Olimpiyat Oyunları, Nobel
ödülleri, vb.) ortaya çıkmaya başlamıştır.
Küreselleşmedeki dördüncü aşama olan "hakimiyet için mücadele aşaması" ise
1925'lerden 1960'lı yılların sonuna kadar uzanmıştır. Bu dönem küresel boyutta çok
büyük savaşlara ve çatışmalara sahne olmuş, atom bombasının kullanılmasının ve
savaşlarda insanların kitlesel olarak katledilmesinin bir sonucu olarak, insanın doğasına
ve geleceğine yönelik olan ilgiler artmıştır.
Robertson'a göre 1960'lar sonrasını içine alan ve Üçüncü Dünya'yı da kapsayan dönem
küreselleşmenin en uç noktaya ulaştığı "belirsizlik aşamasıdır". Çünkü bireyler
son derece karmaşık olan küresel oluşumlardan (ulusal, etnik, ırksal, cinsel, vs.) etkilenmektedir.
Bu aşamada küresel kuruluşların sayısı ve hareketliliği artmakta buna
karşın insan topluluğu farklı türden kültürel ve etnik sorunlarla daha çok yüzleşmektedir.
Ayrıca bu dönem küresel kitle iletişim sisteminin güçlendiği ve bireylerin
sivil toplum, dünya vatandaşlığı, savaş karşıtlığı, insan hakları, çevrecilik, vb.
türden kavramlara olan ilgisinin arttığı bir dönemdir.
Robertson'a göre küreselleşme hızını 19 ve 20. yüzyıl modernitesinden alan ve günümüzde
tek bir dünya toplum yapısına doğru olan bir gelişmeyi ifade etmekle birlikte
bu sürecin küresel bir bütünleşmeye doğru olan bir gelişme olarak görünmemesi
gerektiğini belirtmektedir. Çünkü günümüzde varolan özgün olanın evrenselleşmesi
ve evrenselin özgünleşmesidir. Ancak küreselleşme süreci açısından ulusların
farklı kültürel kimliğe sahip olabildikleri kabul edilmesi gereken bir durumdur.
Örneğin ulus-devletlerinin bile küresel gelişmelerden kendilerini koruyabilmek
için ulusal kimliklerini ön plana çıkarmaya çalışmaları bile aslında o ulusların
küreselleşmeden etkilendikleri sonucunu doğurmaktadır. Çünkü uluslar yine küresel
düzeyde kendi ulusal kimliklerinin ne kadar iyi olduğu imajını yaratmaya çalışmaktadırlar.
Robertson yukarıda adı geçen küreselleşme aşamalarının her toplumun içsel dinamiklerinden
bağımsız olarak ortaya çıktığını iddia etmekte ve kaçınılmaz bir şekilde
bütün toplumların içsel dinamiklerini etkilediğini öne sürmektedir. Robertson'un
beş aşamalı modeli Giddens'in yaklaşımından farklı olarak küreselleşmede
tarihsel sürecin oynadığı rolü ortaya koyması açısından önemli bir eksikliği kapatmış
olmasıdır.

Giddens küreselleşmeyi kaç boyutta ele almaktadır?

Giddens küreselleşmenin dört boyutta ele alınması gerektiğini öne sürmektedir.
• Dünya kapitalist ekonomisi,
• Ulus-devlet sistemi,
• Dünya askeri düzeni,
• Uluslararası iş bölümü.
Giddens’a göre küreselleşmenin birinci boyutu ‘dünya kapitalist ekonomisidir’.
Buna göre kapitalizmin 16. ve 17. yüzyıllarda ortaya çıkmasıyla birlikte, küresel
dünya düzeni siyasal güçten daha çok ekonomik güce dayanmaktadır. Çünkü dünya
kapitalist ekonomisi ticaret ve sanayi bağlantı merkezleri yolu ile bütünleşmiştir.
Bu nedenle dünyamızdaki ekonomik küreselleşmede en önemli rolü oynayan kapitalist
dünya ekonomisidir. Zira uluslararası ekonomik ilişkiler daha çok ülkelerin ve
çok uluslu şirketlerin kapitalist türden iş bağlantıları, endüstriyel mal ve hizmetlerin
alımı ve satımı, dağıtımı ve pazarlanması ile belirlenmektedir. Ülkeler arasındaki
ekonomik gelişmişlik farklılığı da dünya kapitalist ekonomi düzeninin bir sonucudur.
Giddens’in yaklaşımında, küreselleşmenin ikinci boyutunu ise ‘ulus-devlet sistemi’
meydana getirmektedir. Giddens’a göre ulus-devletler küresel siyasal düzenin
en önemli üyesidirler. Çünkü ulus-devletler bölgesel ve uluslararası ekonomik politikaların
yürütülmesi, uygulanması ve düzenlemesinde oldukça etkin rol almaktadırlar.
Ancak küresel siyasal düzende bir ulus-devletin etkin olabilmesi o devletin
refah düzeyi ve askeri gücüyle sınırlıdır. Ulus-devletler kendi aralarında siyasal ve
ekonomik çıkarlaını korumak ve geliştirmek için tıpkı Avrupa Topluluğu (AT) örneğinde
olduğu gibi, ‘küresel ulus-devlet sistemini’ oluşturmaya yönelebilmekte
dirler. Giddens bu süreci aynı zamanda ‘devletlerin uluslararası eşgüdümlenmesi’
olarak tanımlamakta ve günümüz dünyasında, ulus-devletler sisteminin siyasal ve
ekonomik küreselleşmede oldukça etkin bir rol oynadığını belirtmektedir.
Küreselleşmenin üçüncü boyutunu ise ‘dünya askeri düzeni’ oluşturmaktadır. Ortak
silahlanma ve savunma politikaları yoluyla birden fazla ülkenin (örneğinNATO)
silahlı güçlerini birleştirmesi küreselleşmenin önemli bir boyutunu meydana
getirmektedir. Böylece, belirli bir bölgede olan çatışma o bölgedeki ulusların bağlı
bulunduğu uluslararası askeri örgütleri kolayca harekete geçirebilmekte ve yerel
çatışmalar bütün dünyayı ilgilendirebilen bir küresel sorun haline gelebilmektedir.
Giddens birinci ve ikinci dünya savaşlarının buna iyi bir örnek oluşturduğunu belirtmektedir.
Giddens’a göre küreselleşmenin dördüncü boyutu ise ‘uluslararası işbölümüdür’.
Endürstriyel gelişmeye bağlı olarak gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasındaki farklılaşmalarını
kapsamına alan ve sürekli genişleyen bir küresel iş bölümünden söz etmek
mümkündür. Bu yaklaşıma göre, modern endüstri yapılması gereken işlerin
düzeyine değil fakat aynı zamanda bölgesel düzeyde var olan iş bölümü çerçevesi
içerisinde endüstrinin gelişmişlik düzeyine, sendikalaşma oranına, iş gücünün el
becerisine ve hammadde üretimine bağlıdır. Böylece küresel olarak belirli bölgeler
üretim merkezleri heline gelirken belirli bölgeler endüstri dışı üretim faaliyetlerinde
yoğunlaşmaktadır. Her ne kadar belirli bölgeler diğerlerine göre daha gelimiş olsa
bile, ülkelerin birbirlerine olan karşılıklı bağımlılıkları giderek artmaktadır. Küreselleşmenin
modern endüstriye bağlı olarak ortaya çıkardıığ bir diğer sonuç ise
teknolojisinin dünya çapında yayılması ve bunun üretim süreciyle sınırlı kalmayıp
insanların günlük yaşamının içine kadar girmesi ve küresel olarak bütün bireyleri
derinden etkileyebilmesidir. Özellikle kitle iletişim araçlarının giderek yaygınlaşması
bireylerin dünyada olup biten olayları anında izleyebilmelerine olanak tanımasıdır.
Giddens’a göre küreselleşme modernitenin bir sonucudur ve bu süreç, kapitalist
modernizmin dayandığı ekonomik, siyasal ve kültürel gelişmelerin dünya çapında
yaygınlaşmasından başka bir şey değildir.Giddens’in yaklaşımında günümüzdeki
küresel gelişmeler modernitenin dünya çıpanda yaygınlaştığını yani küresselştiğini
göstermektedir. Bu nedenle, Giddens küreselleşme sürecinin ‘geç modirnite’ olarak
ele alınmasının daha doğru olacağını belirtmektedir.

Giddens’ın yaklaşımının zayıf yönleri nelerdir?
Giddens’in yaklaşımı küreselleşmenin yanlızca ekonomik aktörlerle sınırlı kalmayıp,
siyasal, kültürel ve askeri boyutları da kapsadığını öne sürmesi önemli bir katkı
olarak ele alınabilir. Ancak küreselleşmenin dört boyutu olan ulus-devlet sistemi,
dünya kapitalist ekonomisi, dünya askeri düzeni ve uluslararası iş bölümü arasında
ne tür bağlantılar olduğu ve küreselleşmede her bir faktörün birbirleri ile karşılıklı
etkileşiminin ne düzeyde bulunduğu malesef yeterince açıklanmamıştır. Örneğin
ekonomik olarak geri kalmış ancak büyük bir askeri güce sahip olabilen bir ülke-
nin (Örneğin Çin) küreselleşme sürecinde oynadığı rol pek ayrıntılı bir şekilde açıklanmıyor.
Diğer bir soru da küreselleşmenin ekonomik boyutu ile ilgilidir. Acaba
azgelişmiş ülkelerin geri kalmalarında dünya kapitalist ekonomisinin etkileme boyutu
nedir, yani içsel etkenler mi, yoksa küresel boyutta uluslararası kapitalist ilişkiler
mi daha önemli rol oynamaktadır? Giddens az gelişmiş ülkelerin içinde bulunduğu
açmazdan nasıl kurtulabileceğini veya küresel olarak daha çok merkez ülkeler
lehine işleyen bu küresel ilişkilerde az gelişmiş ülkelerin geleceğinin ne olacağı
ve az gelişmişlik çemberini nasıl kırabileceği konusunda yeterli bir açıklama getirememeketedir.
Giddens’in yaklaşımının diğer bir zayıflığı da küreselleşmeyi çok nedenli bir yaklaşımla
açıklamaya çalışması ve kesin sonuçlara ulaşamamasıdıar. Ayrıca günümüzde
küreselleşmede din faktörü önemli bir etken olarak ele alınması gerekir. Zira bazı
dinler (islamiyet ve hıristiyanlık gibi) küresel bir yayılmayı kendi içinde taşımaktadırlar.
Günümüzde dinsel kökenli toplumsal değişmelerin küreselleşmede çok
önemli bir rol oynadığını Ortadoğu’daki gelişmelerde (İran-Irak savaşı, Körfez savaşı,
Cezayir içi savaşı gibi) çok açık bir şekilde görebilmekteyiz.

Giddens küreselleşmeyi nasıl tanımlamaktadır?

Giddens küreselleşmeyi zaman ve mekansal olarak birbirlerinden oldukça çok
uzakta gelişen olayların yerel oluşumları biçimlendirebilmesi ve bu yolla birbirleri
ile ilişkili olan dünya ölçeğindeki toplumsal ilişkilerin giderek yoğunlaşması olarak
tanımlamaktadır.
Fakat Giddens küreselleşmenin zaman ve mekansal boyutta toplumları birbirlerine
fonksiyonel olarak yakınlaşması gibi görülmemesi gerektiğini öne sürmekte ve bölgesel
ve yerel olan farklı türden toplumsal formların bu oluşuma tepki gösterebilmesinin
de çok mümkün olduğunu belirtmektedir. Giddens buna örnek olarak ta
küreselleşme ile ‘ulus-devlet’ ve ‘ulusalcılık’ gibi kavramların öneminin giderek
azalacağını özellikle kapitalizmin uluslararasılaşmasının bunda çok etkili olduğunu
ancak bölgesel ve yerel düzlemde buna bir tepki olarak ulusalcılık hareketlerinin,
bölgesel-kültürel kimliğin güçlenmesi veya yerel özerklik taleplerinin ön plana
çıkmasının olası olduğunu belirtmektedir.

Anthony Giddens: Zaman ve Mekansal Boyutta Küreselleşme

Giddens küreselleşmeyi zaman ve mekan bağlamında ele almaktadır. Modern çağ
öncesinde toplumlar kendi yaşamlarını zaman ve mekansal açıdan belirli bir coğrafi
bölgeye bağlı olarak düzenlemekteydiler. Modern çağ öncesinde zaman kavramı
insan toplumlarının yaşadığı yöreye ilişkin olarak belirlenmişti. Yıllık veya günlük
olarak “zaman” kavramı genelde rutin olarak tarımsal faaliyetlere başlanılması ve
bitirilmesine ve güneşin doğuşu ve batışına göre belirlenmişti. Geleneksel toplumlarda
zamanın belirlenmesi için ne bir teknolojiye ne de bir saate gereksinim vardı.
Aynı şekilde, Giddens’a göre, toplumsal ilişkilerde belirli bir coğrafi mekana bağlı
olarak belirlenmekteydi. Modern çağ öncesindeki toplumlar kendi içine kapalı oldukları
için ilişkiler daha çok yüzyüzeydi ve kitle iletişim araçları pek gelişmediğinden
başka mekanlardaki insan toplumlarını ne etkileyebiliyor ne de onlardan etkilenebiliyordu.
Giddens’a göre, küreselleşme ile birlikte gerek zaman kavramı ve gerekse mekan
kavramı belirli bir bölgeye bağlı olmaktan çıkmakta ve bütün dünya toplumlarının
ortak kullanımı haline gelmektedir. Özellikle Greenwiçh ile birlikte herkezce geçerli
sayılabilen bir zaman kavramı (dakika, saat, gün ve yıl) dünyanın her tarafında yerel
olmaktan çıkartılmış ve küreselleşmiştir. Yine aynı şekilde teknolojinin gelişmesi,
üretimin artışı ve küresel iletişim araçlarının yaygınlaşmaya başlaması toplumsal
ilişkileri mekansal anlamda yerellikten çıkarmış küreselleştirmiştir. Artık günümüzde
insanoğlu kendi yöresi ile ilgili olmayan bir konu hakkında bilgi sahibi olabilmekte
ve dünya sorunları üzerine tartışabilmektedir. Örneğin, Türkiye de bulunan
bir birey yabancı bir ülkenin parasını taşıyabilmekte, bozdurabilmekte veya
başka bir ülkenin para birimine dönüştürebilmektedir. Bu da göstermektedir ki toplumsal
ilişkilerin kendisi de içinde bulunduğu yerellikten çıkmakta ve küresel ilişkilerin
bir parçası haline gelmektedir.

Günümüzde bireyler, belirli bir davranış içerisinde bulunurken artık yerel düşünmemekte
küresel oluşumları da hesaba katmaktadır. Bu bir anlamda insanların düşünümsel
olarak yerel ve küresel gelişmeleri hesaba katması ve buna göre günlük
yaşama yön vermesi demektir. Örneğin, tatil için başka bir ülkeye giden bir turistin
dünyada olup bitenleri izleyebilmesi, dünya borsalarındaki son gelişmeleri merak
edebilmesi, kaldığı otele ödeyeceği ücret nedeniyle döviz alım-satımı ile ilişkili ne
kadar zararı olabileceğini hesap edebilmesi, güneşin altında fazla kaldığı taktirde
bunun deri kanserine neden olup olmayacağını düşünebilmesi, tatil dönüşü uçak
şirketinin uçuşunu erteleyip ertelemediğini merak edebilmesi günümüz bireyinin
yerel ve küresel boyutta düşünümsel bir şekilde hareket ettiğini açıkça göstermektedir.

Modern Nedir?

Modern Nedir?
Modern sözcüğü, Latincede "tam şimdi" demek olan modo'dan gelir. Peki biz ne zamandan beri moderndik? Aşağıdaki örnekte görüleceği gibi, şaşılacak kadar uzun bir zamandan beri.
1127 dolaylarında Abbot Suger Paris'teki St. Deniş manastır bazilikasını restore etmeye başladı. Mimari fikirleri ona daha önce hiç görülmemiş, ne klasik Yunan, ne Roma ne de Romanesk tarzında "yeni bir bakış" kazandırmıştı.
Suger önceleri buna ne ad vereceğini bilemedi. Sonunda, Latince opus modernum (modern yapıt) demeye karar verdi.

herkes için postmodernizm

Postmodern ne anlama geliyor?

Postmodern ne anlama geliyor? Karışıklığa yolaçan, "modem' sözcüğünden önce gelen "post" öneki. Postmodernizm kendini, olmadığı bir şeyle tanımlıyor. O artık modern değil. Ama tam olarak hangi anlamda post?
-Modernizmin bir sonucu olması anlamında mı? -Modemizmin bir devamı olması anlamında mı? -Modernizmden sonra doğmuş olması anlamında mı? -Modernizmin gelişmiş hali olması anlamında mı? -Modernizmin bir inkârı olması anlamında mı? -Modernizmin bir reddi olması anlamında mı?
Terim bunların hepsinin ya da bir kısmının karışımı olarak çeşitli şekillerde kullanıldı. Postmodernizm artık şu iki muammadan kaynaklanan bir anlamlar kargaşası içinde:
-Modernizmin anlamına karşı direniyor ve bu anlamı gizliyor. -Yeni bir çağ tarafından aşılan modern'in tam bir bilgisini ima ediyor.

Yeni bir çağ mı? Bir çağ (herhangi bir çağ) bizim görme, düşünme ve üretme tarzımızdaki tarihsel değişikliklerle tanımlanır. Bu değişiklikleri sanat, teori ve ekonomi tarihi alanlarında saptayıp, postmodernizmin pratik bir anlamına ulaşmaya çalışabiliriz.
herkes için postnodernizm

kenan evren duman

11 Ocak 2010 Pazartesi

Facebook'tan kaçış yok!

Sosyal ağlardan paçayı kurtarmak isteyen kullanıcıların profillerini 'sanal intihar' yoluyla imha eden uygulama, Facebook yönetimince yasaklandı.
Dünyanın en geniş sosyal ağı Facebook, kullanıcıların ‘sanal intihar’ yoluyla sosyal ağlardan ayrılmasına yardım eden Web 2.0 Suicide Machine adlı uygulamayı yasakladı.

Facebook yönetimi, daha önce bir başka ‘Facebook’tan paçayı kurtarma’ uygulaması olan Seppukoo.com’a ihtar çekip uygulamayı durdurmasını istemişti.

Facebook’tan kaçma uygulamalarının sonuncusu olan Suicide Machine, hesabı silemiyor çünkü ağda hesap silinmesi mümkün değil. Ancak uygulamayı kullananın tüm isim, şifre, fotoğraf, arkadaş listesi gibi verilerini değiştiriyor veya siliyor. Bu şekilde Facebook’taki kimlik tamamen geçersizleşiyor. Uygulamanın web sitesindeki sloganı “Gerçek hayattaki komşularınızla yeniden tanışmaya ne dersiniz?”.

BBC’nin haberine göre uygulamayı savunan Suicide Machine yetkilileri, herkesin istediği zaman ve şekilde, istediği uygulamayı kullanarak Facebook hesabını kapatma veya değiştirme hakkına sahip olması gerektiğini savundu.

Firma, Facebook ve Twitter gibi kesintisiz ve sınırsız sosyal temas sağlayan Web 2.0 sitelerinin ve sosyal ağların, aslında mutlak insan özgürlüğüne karşı bir anti-tez olduğunu savundu.

Facebook yönetimi ise Suicide Machine firmasının, uygulama işletmek için geçerli olan kullanım koşullarına aykırı olduğu için kapatıldığını bildirdi. Yetkililere göre üyeler zaten hesaplarında istedikleri değişikliği yapabiliyorlar ve bunun için ekstra bir uygulamaya ihtiyaç bulunmuyor.

Facebook, 2009’da da benzer şekilde kullanıcıların hesaplarındaki bilgileri tamamen silerek yerine bir ‘mezar taşı’ koyan Seppukoo.com adlı uygulamanın sahiplerini ‘yasal yollara başvurmakla tehdit etmişti.