27 Haziran 2009 Cumartesi

Şükrü Sim’e belgesel ödülü




İstanbul (İÜHA)- İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon-Sinema Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Şükrü Sim, Uluslararası Çevre Kısa Film Festivali’nde belgesel dalında ikincilik ödülü kazandı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği ve Bakırköy Belediyesi işbirliği ile gerçekleştirilen Uluslararası Çevre Kısa Film Festivali’nde dereceye girenlere ödülleri törenle verildi.
Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen törende, festivalde 30 film arasından ikinciliği, Yrd. Doç. Dr. Şükrü Sim’in yönetmenliğini ve yapımcılığını yaptığı “Şiirsel Kent Mardin “ adlı kısa film ikinci oldu.
Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda bir hafta süresince izleyiciyle buluşan festival filmlerinin 46’sıdan 30’u çevre temasını işliyordu. Yarışmaya, çevre temalı filmler kabul edildi.
Türkiye, İspanya, Hollanda, Venezüella ve Hollanda’dan kurmaca, belgesel ve canlandırma türlerinde, “Kurmaca” dalında Erkan Nurhan’ın yönettiği “Z” aldı film birinci seçildi.

Aynı dalda Müjde Arslan’ın yönettiği “Tohum” adlı film ikinci, İkbal Bozkurt’un yönettiği “Teşgeni” adlı film üçüncü oldu.
Belgesel dalında Ahmet Kılınç’ın yönettiği “Derindeki Turuncu Eller” birincilik ödülünü kazanırken, Şükrü Sim’in yönettiği “ Şiirsel Kent Mardin” adlı film ikinci, Mehmet Ali Baran’ın yönettiği “Cemre Düşerken” adlı film ise üçüncü oldu.
Festival kapsamında gerçekleştirilen ve 30 çevre temalı filmin yarışmalı bölüme kabul edildiği Uluslararası Çevre Kısa Film Yarışması’nın seçici kurulu; şu isimlerden oluştu:
Ali Ulvi Uyanık (Sinema Yazarı), Ediz Hun (Oyuncu), Prof. Dr. Oğuz Makal (Beykent Üniversitesi Sinema Bölümü Başkanı), Prof Dr. Orhan Kural (Ýıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi), Yrd. Doç. Dr. Meltem Ünal Erzen (İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi), Özcan Bilir (Bakırköy Belediyesi Kültür Müdürü), Vural Çavuşoğlu (Yapımcı, Yönetmen).
Festivalde Murat Şener Özel Ödülü’nü de “Ağla-Yanım” adlı film ile Bilge Diren Güneş aldı.



Memleketini film yaptı

Mardin’i anlatan bir filmin ödül almasından mutluluk duyduğunu ifade eden, yönetmen-yapımcı Yrd. Doç. Dr. Şükrü Sim, aldığı ödülün ilerleyen zamanlarda yapacağı çalışmalar için sponsor bulmayı kolaylaştıracağını belirtti.
Sim, “Belgesel filmin süresi sponsor bulamamamız yüzünden ancak 7 dakika olabildi. Maddi sorunlar çözülebilirse Mardin’in adını dünyaya duyurabilecek bir uzun metrajlı film çekmeyi düşünüyoruz” şeklinde konuştu.

‘Kültürel mozaik oluşturduk’

Yaptıkları filmin, şehrin tanıtımı için de faydalı olacağını düşünen yönetmen Şükrü Sim, Mardin kültürünü sanatsal kaygılar taşıyarak sinema diliyle anlattıklarını söyledi. Sim, belgeselde farklı etnik kesimlerden insanlarla röportaj yaparak kültürel bir mozaik oluşturduklarını vurguladı.

‘Cami ve kilise bir arada’

Mardin’in tarihi ve kültürel önemine değinen Sim, Türkiye’nin en eski yerlerinden biri olan bölgenin tarihsel dokusunun hala korunduğunun altını çizdi. Sim, “Burası yüzyıllardan beri farklı kültürlerin kardeşçe yaşadığı bir yer olmuştur. Bir fotoğraf karesinde camii ve kiliseyi aynı anda görebilirsiniz. İnsanlar birbirlerinin yaşayışlarına karışmazlar ve diğer doğu illerinin aksine burada hoşgörü hakimdir” dedi.
Kendisinin de Mardin’de doğup büyüdüğünü ifade eden yönetmen, bölgenin insanlarının gelişmiş medeniyetlerin demokrasi anlayışlarını bilmeden, içlerinden gelen bir hoşgörüyle kültürlerini ve barış ortamlarını sürdürdüğünü belirtti.

‘Kalacak yer problem’

Mardin’in önemli bir kültür mirasına sahip olmasına rağmen yetkililer tarafından ilgi gösterilmediğini savunan Şükrü Sim, “Mardin, turist çekmesi beklenen bölgelerden birisi ancak burada kalacak yer problemi var. Bölgeyi ziyaret edenler ancak çevre illerde konaklayabiliyor. Bu da turist sayısını düşürüyor” dedi.
Yönetmen Şükrü Sim, bölgenin tarihi İpek Yolu sınırları içinde olduğunu vurgulayarak, “Turist çekebilmek ve bölgedeki insanları istihdam edebilmek için devlet köklü politikalar üretmeli ve konaklama sıkıntısı çözülmeli. Çünkü Mardin, şu anda potansiyelinin yüzde 10’unu kullanıyor” diye konuştu.


Ayhan Şimşek

Fotograf : Istanbul Üniversitesi Haber Ajansı arşivinden.

Sezen Aksu, Pardon, Levinas ve Haşmet Babaoğlu

Yarın çıkacak Sabah gazetesi önümde Haşmet Babaoğlu'nun yazısını okurken bir haftadır elimde olan Sezen albümündeki Pardon şarkısını neden es geçtim hala anlayamıyorum, Zincirlikuyundan hafif bir haziran rüzgarı esiyor en siyahın beyaza döneceği saatte ve Levinas anektodlu bir yazı okurken Sezen'in pardonunu dinlemek ne kadar hoş..Ellerine emeğine sağlık Babaoğlu...

26 Haziran 2009 Cuma

One day in your life, Wacko Jacko'nun ardından


One day in your life
you'll remember a place
Someone's touching your face
You'll come back and you'll look around you

One day in your life
You'll remember the love you found here
You'll remember me somehow
Though you don't need me now
I will stay in your heart
And when things fall apart
You'll remember one day...

One day in your life
When you find that you're always waiting
For the love we used to share
Just call my name
And I'll be there

(Oh-oh-oh-oh-oh...)

You'll remember me somehow
Though you don't need me now
I will stay in your heart
And when things fall apart
You'll remember one day...

One day in your life
When you find that you're always longing
for the love we used to share
Just call my name
And I'll be there

24 Haziran 2009 Çarşamba

Orwell'in romanı "1984" 60 yaşında

Bu hafta, İngiliz yazar George Orwell'ın dünyaca ünlü "1984" adlı romanının ilk baskısının yayımlanmasının 60. yıldönümü.

Siyasi sanat, sanat dalları arasında başarılı örnekleri nadiren görülen bir tür. Üstelik siyasi sanatın siyaset üzerinde çoğunlukla etkili olamadığı görülür.

Bu yüzden de George Orwell'in İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından ölüm döşeğindeyken, totaliter devlet kontrolünün ne denli tehlikeli olduğunu vurgulamak amacıyla yazdığı "1984" romanının takdir edilmesi gerekiyor.

George Orwell'ın sıradan bir vatandaş olan Winston Smith adlı kahramanının, sansürlenmiş, devlet gözetiminde süregiden, yoksul ve sefil hayatını resmettiği 1984 tüm zamanların en önemli siyasi romanları arasında yer alıyor.

Roman, Orwell'ın Nazi Almanyası ve Sovyetler Birliği'ne dair gözlemlerine dayanıyordu. Ancak romanın etkisi o dönemde kısa süre içinde Orwell'ın kontrolünden çıkmıştı.

George Orwell belli bir siyasi bağlantısı olmayan bir solcuydu. Ancak Orwell'in totaliter rejimlere solun bakış açısıyla saldırıyor olması, belki de Orwell'ın hiç hoşuna gitmeyecek bir şekilde sağ kanattaki Komünizm karşıtlarınca kullanılmıştı.

TAHRİPKAR
Kitabın başarısının kanıtı ise, "1984"ün geleceğe dair ne kadar isabetli bir kehanet olduğunda değil, onun okuyucunun dünyayı nasıl da yeni baştan algılamasını sağlıyor oluşunda ve kendi dünyamızı onun anlatımıyla okuyabiliyor olmamızda yatıyor.

Aslında bu kitabın başarısını, bir dönem "tahripkâr" bulunarak yasaklanmış olmasından da çıkarmak mümkün. Orwell'ın ismi, onun yazdıklarını tarif edecek bir sıfata da dönüşmüştü İngilizce'de: Bu da "Orwellvari" kelimesi.

Bu kitabın etkisi o kadar genişti ki "1984" romanındaki ana karakterlerden Büyük Birader, pek çok ülkede değişik versiyonları yayımlanan bir televizyon programına ismini verebilmişti.

George Orwell bizlere "1984" romanında, iktidarın söylemlerinin gerçeği açıklamaya değil, gizlemeye hizmet ettiğini unutmamamız gerektiğini öğretmişti.

1949'da bizler için yazılan "1984" dersi, 2009'da da geçerli. (BBC)

Fikir tartışmasına “EVET”...Sansüre “hayır”!

Fikir tartışmasına “EVET”...Sansüre “hayır”!

Bunu neden yazdım?

Hemen arz edeyim..25 Mayıs tarihinde bu köşede sizlerle bir yazımı paylaştım ve Ertuğrul Özkök’ün “Fethiye’de balina görmesinden” yola çıkarak “medyamızda yanlış gördüğüm” bazı noktaları eleştirdim...

Satırlarımda kurumlardan asla bahsetmedim...Sadece kişiler üzerinden ve “yapılan şahsi hataların” içinde bulunulan medya gurubuna mal edilmesine vurgu yaptım...

Fikirlerin öne çıktığı, içinde “tartışılması gereken” birçok “yeni ana tez” barındıran bir yazıydı...

Karşılığında da “fikir yazısı” bekledim...Gelmedi!

Ne geldi ? Baskı, sansür ! Evet, yanlış okumadınız; baskı, sansür!

Bana “kara gömlekli, kara vicdanlı, faşist” diye köşesinden saldıran ÖZKÖK, Vuslat Doğan Sabancı’ya “ağlayarak”, Eyüp Can kardeşimize de baskı yaparak 27 Mayıs tarihinden itibaren benim Referans gazetesindeki yazılarımı “sansürletmeye” başladı...

Yazılarımı gönderdim, gazete basmadı...Ertesi gün yine gönderdim, gazete basmadı...Yine gönderdim, sonuç değişmedi !!

İşte o an gerçek üstüme çöktü...Başbakan Erdoğan’a, Hükümetlere, TSK’ya saldırmanın “bedava” olduğunu ama Özkök’e dokunulmayacağını, asla eleştirilemeyen bir “tabu” olduğunu işte o zaman öğrendim ! Başbakan’a “vur” hatta “iftira et, çoluk çocuğuna söv” ama Özkök’e asla dokunma ! Nasıl bir medya özgürlüğü içinde, yalanlarla dolu “sanal dünyamızda” nasıl debelendiğimi o gün anladım...

Sevgili dostlar, burada üzüldüğüm bir nokta daha oldu... Bu “sansür”içinde bir “patron adayı”, bir de “yeni gazeteci” eriyip gittiler...

Vuslat Doğan, geçtiğimiz hafta “basın özgürlüğü” ödülü alan Vuslat Doğan Sabancı, sansüre “destek” verdi ! Medyamızda “ileride iyi yerlere” gelebilecek bir kardeşimiz olan Eyüp Can Sağlık ise “varlık bile” gösteremedi! Neden gösteremediğini de bu sabah anladık; “sansüre destek karşılığı” Hürriyet “haber koordinatörü” olmuş !! Sonuçta Türkiye adına, Türk basını adına, iki kişi daha bana göre yok olup gitti ! Kimlerin “sözde demokrat, kimlerin sahte demokrat” olduğu maalesef ortaya çıktı...Başbakanı yerle bir et ama “sahte demokratlara” dokunma !!

Sevgili dostlar, tekrar ediyorum; her türlü fikir tartışmasına sonuna kadar varım ama gerçekten özgür ve herkesin eşit olduğu bir ortamda ! “Erdoğan’a saldır, Ertuğrul’u kutsa” benim ilkelerime, ahlakıma, aile terbiyeme ve en önemlisi vicdanıma uygun bir davranış değil!

Son olarak bana Vatan gazetesindeki yolculuğumda sonsuz destek veren sizlere ve başta Aydın Doğan-Sema Doğan olmak üzere Doğan Gurubu çalışanlarına ve bütün Vatan ailesine sonsuz teşekkür ederim...

Burada bir not daha düşmem gerekli; Habertürk’e “transfer olmadım”! Bu sansür süreci, beni “kendimi ifade edebileceğim” yeni mecralar aramaya itti! Bu zaman zarfında bana kapılarını açan Habertürk oldu! Yeni projeler ile orada çok iyi şeyler yapabileceğimize inancım sonsuz! Sansürlenmem döneminde bana yazılarıyla destek veren diğer köşe yazarlarına da sonsuz teşekkürler...

Bu kubbede hoş bir seda bırakabildiysek, ne mutlu bize... HOŞÇAKALIN...

Son söz : Bu yazının basılıp basılmayacağı, Vatan’ın da “bir gazete mi yoksa basılı kağıt parçası mı” olduğunu bize gösterecek...Basılmazsa nasıl olsa, diğer basın organlarında yayınlanacak...Umarım yıllardır çalıştığım gazetem “bunu basar” ve hayallerim bir daha yıkılmaz... SANSÜRCÜLERE ve SAHTE DEMOKRATLARA selam olsun...Tekrar hoşçakalın...

Yiğit Bulut - Habertürk

Yalnızlıktan Devren Kiralık, Necati Tosuner

"Yalnızlık mı?.. Oysa, ben yalnız olmaya gençlikten alışkınım ya!.. Balkon kapısı açıktı. Tül perde arada bir kıpırdıyor. Gecenin serinliği içeriye doluyordu. Sessizliği de... Sessizliği ürkütmekten titizlikle kaçındım. Öksürmekten bile korkar oldum. Ve.. belirli bir şeyi dert edinmeden, uzun süre öylece durmayı başardım. Gerçekte, bilinçli olarak da yapmadım bunu, kendiliğinden öyle oldu. Sonra sabah oldu. Dışarının ağartısı, "Ben geldiim!.." dedi. İyice serinlik oldu. Perde daha çok kıpırdar oldu. Karga sesleri duyuldu."

Türk hikayeciliğine 50 yıl sonra bakıldığında ismi yaldızlı sayflarda olucak bir isim Necati Tosuner, Sessizliği, yalnızlığı iyi anlatan isimlerin başında..bana bir şey anlat dediğinizde Tosuner kitapları size siyahın farklı bir tonunu anlatır. Okurken hep bir iskoç kentinde yada güney Fransa'da penceresine durmadan sağanak yağmur tanesinin düştüğü yerleri anımsarım, biraz içime döner, kitaplarında kaybolurum 14 yaş korkularımla...

Kenan Evren Duman

22 Haziran 2009 Pazartesi

Twitter demokrasisi ikiyüzlü

İran'da Twitter'a kadar her aracı 'demokrasi için' reformcuların hizmetine sunan Batı, bölgede bazı diktatörleri desteklemese daha inandırıcı olurdu...

Batı İran’da demokrasinin, insan haklarının ve reformun yanında yer aldı. Molla rejimini şiddetle eleştirdi ve dini rehberin konuşmasından duyduğu hayal kırıklığını ifade etti. Tahran’da hayatını kaybeden kurbanlara üzüldü ve neredeyse onları Fransız şehitlerinin listesine katıyordu... Seçimlere hile karıştırılmasını uygun görmedi, rejimin gösteri yapan reformculara yönelik davranışıyla İran’ın Batı’yla ilişkileri arasında bağlantı kurdu. Tahran sokaklarında ayaklananların cesaretini övdü ve gelen haberleri ‘sevindirici’ buldu. Bütün medya araçlarını, sivil toplum örgütlerini ve hukuk kurumlarını İran’ın geçiş süreci için seferber etti. İran haberleri Batı’nın tek konusu oldu.
Avrupa Konseyi’nin zirve düzeyindeki toplantısı ‘vahşi baskılara’ karşı ‘uluslararası mahkeme’ye dönüştü. Protesto etmek, kınamak, açıklama istemek, endişe ifade etmek ve mesajlarının ulaştırmasını istemek için İran elçisini çağırmayan neredeyse tek bir Batılı dışişleri bakanlığı kalmadı. Bu arada İran ve bölge üzerindeki uydular BBC’nin hizmetine verildi ve ‘baskı gruplarının’ kararıyla Twitter’ın sitesinde bakım yapılması engellendi. Site bakımının sırası değildi; değişim araçlarının İran’daki reformcu ve değişim güçlerinin tasarrufuna hazır kalması daha önemliydi.
Batı, reformcuların başarısı için bütün yasal ve yasadışı, açık ve gizli araçları tüketti. Geriye sadece İran kıyılarına Normandiya Çıkartması’na benzer çıkartmalar veya ABD Başkanı Barack Obama’nın Kahire’de itiraf ettiği gibi Musaddık hükümetinin devrilmesine benzeyen komplolar kaldı. Maalesef şu an gizli ve yasadışı araçların kullanılıp kullanıl-madığına dair çok şey bilmiyoruz. Ayrılıkçı grupların özellikle de bölgede emperyalist mirasa sahip ülkelerce desteklen-mesi ve kışkırtılması noktasında istihbarat müdahalesi yapılıp yapılmadığını bilemiyoruz.

Obama AB’den daha dengeli
Eğer Batı özgürlükleri çiğneyenlere muamelede sabit bir yöntem izleseydi, reformculara destek vermek için yaptıkları doğru ve meşru görülebilirdi. Batı’nın dayanışma mekanizması Ortadoğu boyunca var olan entrikacı ve totaliter rejimlere karşı benzer bir etkinlikle hareket etseydi, İranlı reformcularla dayanışmasının gönüllü parçası olurduk. Batı Lübnan seçimine taraflardan birini destekleyerek müdahale etmeseydi, Filistin’de seçim sonucunu yok saymak için seferber olmasaydı, tek bir seçim yapmamış rejimlere arka çıkmasaydı, Molla rejimine karşı cihadında gönüllü olurduk. Batılı elçiler diktatör yöneticilerle ilişkilerinde kendi değerlerini göz ardı edişlerini meşrulaştırmaya çalışmasaydı, ‘kendi değerlerine ve ilkelerine tutunan’ Batı’ya duyduğumuz hayranlığı gösterecektik.
Brüksel’deki zirve, Batı’nın ‘demokrasi ve insan hakları’ masalını ciddiye alan bizleri utandırdı. Bana toplantı salonunda gösteri izni verilseydi ekranda salondakilerin Ortadoğu’ya yayılmış demokrasi, özgürlük ve insan hakları düşmanlarına yönelik övgü dolu sözlerinden kesitler sunardım... ‘Yeşil kadife devrimi’nin başarısı için birçok Batılı karar alma organını saran ajitasyon bataklığı içinde, sadece ABD başkanı daha dengeli bir tepki verdi. Büyük Avrupa başkentleriyse sınavı kaybetti.
(Ürdün gazetesi Düstur, 21 Haziran 2009)
UREYB EL RENTAVI
radikal

George Orwell

George Orwell, asıl adı ile Eric Arthur Blair (25 Haziran 1903 – 21 Ocak 1950), 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen kalemleri arasındadır. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanı ve bu romanda yarattığı Big Brother (Büyük Birader) kavramı ile tanınır.

Orwell'ın hayatı, sonradan yazılarını etkileyecek olan deneyimlerle doludur. Eton Koleji'nden mezun olduktan sonra, o sırada bir İngiliz sömürgesi olan Burma'da bulunmuş; kısa süreliğine adanın polis teşkilatında görev yapmıştır. Bu memuriyet döneminde şahit olduğu acımasız uygulamalar, emperyalizme karşı geliştirdiği derin öfkeye katkıda bulunmuştur.

Gençlik döneminde Fransa'da bulunmuş, türlü mesleklerde çalışmış, para sıkıntısı gerek yazarlığa başlamadan önce, gerekse ilk yapıtlarını kaleme aldığı yıllarda yakasını bırakmamıştır.

İlk yapıtları

Orwell'ın ilk romanı, otobiyografik olup olmadığı halen tartışma konusu olan Paris ve Londra'da Beş Parasız dır. 1933 yılında yayınlanmış olan bu eserde olaylar, ismi asla zikredilmeyen bir karakterin ağzından aktarılmaktadır. Eserin kahramanı Paris'te İngilizce kursu vermek üzere bulunan, öğrencilerinin dersleri türlü bahanelerle bırakmasından sonra ise işsiz ve meteliksiz kalan genç bir adamdır. Günler boyunca açlık çeken, sokakta sabahlayan, sonunda önce otel mutfağında, ardından da bir restoranın bulaşıkhanesinde iş bulan baş karakter, sonunda zihinsel engelli bir çocuğun eğitmenliğini üstlenerek Londra'ya gider.

Ne var ki talihsizlik ve yokluk, burada da peşini bırakmaz. İşvereni olan ailenin tatile çıktığını öğrenir, onların dönüşünü yersiz yurtsuz bir serseri olarak, yollarda aç bilaç taban teperek, güçsüzlere ayrılmış yatakhanelerde sabahlayarak geçirmeye zorlanır.

Avrupa'nın iki büyük başkentini toplumun en alt basamağındaki bir kişinin gözünden betimleyen eserden sonra Burma Günleri (1934) ve pek fazla beğenilmeyen Papazın Kızı (1935) gelir.

Orwell'ın edebi hayatındaki ikinci kilometre taşı, daha sonra kaleme alacağı Daralma ile pek çok ortak noktası bulunan Keep the Aspidistra Flying (Zambak Solmasın) adlı romandır. Orwell bu eserde kendisinin de bir parçası olduğu, dar gelirli ortadireğin yaşantısına ayna tutar; bu sınıfa mensup olanların hayatını adım adım kurutup manasızlaştıran, umutlarını ve hayallerini teker teker öldüren geçim derdine ve tekdüzeliğe isyan eder.

1937 yılında Orwell maden işçilerinin hayatına dair bir araştırma olan Wigan Pier Yolu nu kaleme alır. Ne var ki yazıları, bu tarihten sonra bir süreliğine kesintiye uğrayacaktır; çünkü güneyde, İspanya'da savaş davulları çalınmaya başlanmıştır.


İspanya İç Savaşı ve Orwell

Orwell, İspanya'da darbe girişiminde bulunan, Hitler ile Mussolini'nin de desteğini alan Franco'ya karşı çarpışacak gönüllülere katılarak İspanya'ya gider. Savaşa dair anılarını daha sonra Katalonya'ya Selam adlı eserinde aktaracaktır.

Orwell gördükleri karşısında çok etkilenir: Darbecilerle çatışan devrimci organizasyonlar, özellikle de sosyalistler ve anarko-sosyalistler İspanya'da yepyeni bir düzen kurmuş gibidir. Fuhuş ortadan kaldırılmış, dilenciler sokaklardan çekilmiştir. Piyasadaki pek çok mal ihtiyaç sahiplerine parasız dağıtılmaktadır. Yeni sistem sosyal hayatın her detayını etkilemektedir: Artık hiç kimse senyör gibi, karşıdaki kişinin üstün olduğunu ima eden sözcükleri telaffuz etmemektedir ve bahşiş bırakmak yasaktır.

Orwell cepheye gider, bir keskin nişancının attığı mermiyle gırtlağından vurulur. Ölümden kılpayı kurtularak cephe gerisine gönderilir ve İspanya'ya ilk geldiğinde gördüğü düzenin tamamen ortadan kaldırılmış olduğuna tanık olur. Kanaatine göre bu durum sadece İspanyol burjuvazisinin değil, Avrupa'da zamansız bir devrim hareketinin başlamasını tehlikeli bulan Stalin'in de eseridir.

Kısa bir süre sonra Sovyetler Birliği ile yakın bağları bulunan İspanyol Komünist Partisi bir siyasi temizlik hareketine girişir. P.O.U.M (Marxist Birlik Partisi) yasadışı ilan edilir, yabancı uyruklu çoğu asker silah arkadaşlarınca tutuklanır veya -Orwell gibi-ülkeyi terketmek zorunda kalır.


Aspidistra

1930'lar İngilteresinde 'sınıf atlama özlemini'ni bir kara mizah ile eleştirmektedir. Aspidistra, sınıf atlama özentisi içindeki dar gelirlilerin bir statü simgesi olarak gördükleri, evlerinden eksik etmedikleri çiçeksiz bir zambak türüdür. Bir reklam ajansında metin yazarlığı yapan Gordon Comstock, kapitalizmin yutturmacası olarak gördüğü reklamcılıktan nefret eder, orta sınıfın boğucu yaşamından kaçarak şairliğe soyunur. Bu uğurda sevgilisinden ayrılmayı bile göze alır; ama romanın beklenmedik sonunu yine sevgilisi yaratmaktadır.


Hayvan Çiftliği

İspanya'daki "ihanete uğramış devrim" tablosu Orwell'ı derinden sarmıştır. Ancak en meşhur yapıtları olan Hayvanlar Çiftliği'nin ve 1984'ün sırf Stalin'i yermek için kaleme alındığını iddia etmek mevzuyu haddinden fazla basitleştirmek olacaktır. Orwell yazarlığa başladığı günlerdeki çizgisinden sapmış değildir: Nasıl ki ilk eserleri kendi tecrübelerinden izler taşıyor, ancak her toplumu ve çağı ilgilendiren meseleleri de işliyorsa savaş sonrası yapıtları da yalnızca Franco'nun, Hitler'in, Stalin'in dünyasını değil, bu 'despot'ları yaratan hırsları ve budalalığı da taşlamaktadır.

Hayvanlar Çiftliği bir devrimin trajedisidir. Bu modern fabl, kesilmekten, kırkılmaktan, sağılmaktan, dövülmekten gına getirerek zalim sahiplerine karşı ayaklanan Manor Çiftliği hayvanlarının hikâyesidir. Karakterler son derece sade ve güçlüdür: Kinik eşek Benjamin, fedakar at Boxer, akılsız kısrak Mollie, hatta serçeleri tüm hayvanların kardeş olduğunu söyleyerek pençeleri arasına çekmeyi deneyen kedi bile akıllarda kolayca yer edinen, çok canlı kişiliklerdir.

Hayvan, çiftliği geri almayı deneyen insanlara karşı yiğitçe çarpışır, gövdelerini mermilere siper eder; el sahibi olmadıkları halde çiftliğin zor işlerinin üstesinden gelmeyi, hatta bir değirmen inşa etmeyi bile başarırlar. Ne yazık ki zaferleri, yöneticiliğe soyunup gitgide 'insanlaşan' domuzların hırsları ve entrikaları tarafından gölgelenmeye mahkumdur.


Son yılları [değiştir]Orwell'ın ömrü, henüz kırk altı yaşındayken noktalanmıştır. Hayvan Çiftliğinden sonra geniş çaplı bir üne kavuşsa ve maddi sıkıntıları sona erse de yoksulluk günlerinde tutulduğu tüberküloz hastalığı, hayatının son döneminin büyük bölümünü hastanelerde geçirmesine yol açmıştır.

II. Dünya Savaşı boyunca Observer gazetesinde çalışmıştır. 1945 yılında eşini başarısız bir ameliyat sonrasında kaybetmiş, ölümünden kısa bir süre önce yeniden evlenmiştir.

21 Ocak 1950 tarihinde Londra'da hayata veda etmiş, ardında on adet kitap ve sayısız makale bırakmıştır.


Kitapları


Paris ve Londra'da Beş Parasız
Burma Günleri
Papazın Kızı
Zambak Solmasın
Wigan İskelesi Yolu
Katalonya'ya Selam
Aspidistra
Daralma
Hayvan Çiftliği
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
George Orwell

Can Yayınları /

"Çok genç yaşta bile gözüpek ve yürekli biri olan George Orwell (1903-1950) önce döneminin ve ülkesinin toplumsal düzenine karşı çıktı. Büyük Rus devrimine inandı. Troçki'ye hayrandı. Ancak, İspanya içsavaşı sırasında Stalinistlerin Troçkistlere karşı tutumu, umutlarını yıktı. Bu durum ve yakalandığı hastalık, George Orwell'i Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ün mutlak umutsuzluğuna sürükledi. Orwell, yapısal olarak karamsar, ya da siyaset tutkunu biri değildi. İlgi alanları çok genişti. Daha az acılı bir dönemde yaşasaydı, yaşamaktan mutluluk duyardı. Ama çağımıza siyaset egemendir. Orwell, yaşadığı sürece gerçeklere bağlı kalmış ve öğrenmekten, en acı dersleri bile öğrenmekten vazgeçmemiştir. Ama umudunu yitirmiştir. "Orwell"in çağımızın peygamberi olmasını engelleyen de bu olmuştur. Dünyanın bugünkü durumunda umutla gerçeği birleştirmek olanaksızdır. Durum buysa, tüm peygamberler yalancı peygamberlerdir. Orwell gibi kişiler, bence günümüz dünyasında gerekli olanın yarısını, ama ancak yarısını ortaya koymuşlardır. Öteki yarıyı hala aramaktayız".
Bertrand Russel

Türkiye’de Basının Gelişimi ve Sorunları

Türkiye’de Basının Gelişimi ve Sorunları



Türkiye’de Basının Gelişimi ve Sorunları adlı yapıt, İÜ İletişim Fakültesi yayınlarından çıkmış bir çalışma. Kitapta, Türkiye’de yazılı basının gelişiminde kat edilen mesafede geçilen önemli kilometre taşları sahne arkası olaylarıyla verilirken, diğer yandan da o döneme ait siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel olaylara da eleştirel bazı yaklaşımlar getiriliyor. Genel akış sıralaması açısından ele alındığında kitabın kronolojik bir düzen içinde tarihsel gelişme ve olayları ele aldığı görülmekte. Yapıtın birinci bölümünde, gazetenin tarihçesi kısaca ele alınırken, Osmanlı İmparatorluğu ile Batı’daki gazetecilik faaliyetleri nitelik ve nicelik açısından karşılaştırılarak saptamalar yapılmış. İkinci bölümde ele alınan konular, Cumhuriyet dönemindeki olayları kapsıyor ve bu dönemde toplumsal olaylar üzerinde etkin olmuş önemli gelişmeler burada irdeleniyor. Ayrıca bu bölümde, söz konusu gelişmelerin basın ve gazeteciler üzerindeki etkileri de önemli ve ilginç yönleriyle değerlendiriliyor. Üçüncü bölümde, günümüz Türkiye’sinde gazetecilerin yaşamış oldukları mesleki sorunların yanı sıra, ülkemizde gazeteci kimliğinin tanımlanmasında yaşanan bazı yasal zorluklar ve bunun yansımaları ele alınıyor. Yapıtın diğer bir özelliği ise, Türk basın tarihi konusunda araştırma yapacak olanlara, bu konuda yazılmış önemli eserleri içeren bir kaynakça sunması. Son olarak belirtmek gerekirse, akıcı bir anlatım dili ile açık ifadelerin kullanıldığı bu yapıt okuyucuya ülkemizde tarihsel süreçte gelişen bazı olayları farklı açılardan değerlendirme fırsatı ve perspektifini de veren yararlı bir kaynak.

• Murat Özgen, Türkiye’de Basının Gelişimi ve Sorunları, İÜ İletişim Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2000,

Türkiye'de Medya Siyaset İlişkisi

Türkiye'de Medya Siyaset İlişkisi

Yazar : Vedat Demir

Yayınevi : Beta Basım Yayın


Türkiye'de Medya Siyaset İlişkisi Kitabı Hakkında
Siyasetin kamuoyu desteğine olan ihtiyacı, medyanın ise sahip olduğu toplumu etkileme gücü, yönetenler nazarında medyayı önemli ve vazgeçilmez kılmıştır. Bu sebeple medya sadece demokratik ülkelerde değil, otoriter yönetimlerde de halkın desteğini kazanmak veya halkı yönlendirmek amacıyla kullanılan bir güç olmuştur. Türk medyası hem dünyadaki gelişmelerden etkilenmesi, hem de siyasi, sosyal ve ekonomik gelişimi itibarıyla kendine has bir yapıya sahiptir. Türkiye'de medya - siyaset ilişkisi Türk siyasi tarihinden, demokrasi ve özgürlük mücadelelerinden bağımsız düşünülemez. Kitap bu açıdan medya ekseninde Türkiye'deki siyasi tarihin kısa bir özetini de sunmaktadır.


Türkiye'de Medya Siyaset İlişkisi Kitabında Yer Alan Konu Başlıkları

Medya ve Siyaset
Cumhuriyet Öncesi Dönemde Türkiye'de Medya - Siyaset İlişkisi
Cumhuriyet Sonrası Tek Parti Dönemi Basın Devlet İlişkisi
Çok Partili Dönemde Basın - Siyaset İlişkisi (1946-1980)
1980 Sonrası Dönemde Medya Siyaset İlişkisi

Türk Basının Önemli Günleri

Türk Basının Önemli Günleri


OCAK
08 Ocak 1996 Gazeteci Metin Göktepe gözaltında öldü.
09 Ocak 1961 Basın İlân Kurumu Kuruluş Kanunu kabul edildi
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü
11 Ocak onat kutlar'm öldürülmesi
13 Ocak radikal gazetesi'nin kuruluş yıldönümü
23 Ocak posta gazetesi'nin kuruluş yıldönümü
24 Ocak 1993 Uğur Mumcu öldürüldü.

ŞUBAT
01 Şubat 1979 Gazeteci Abdi İpekçi öldürüldü.
16 Şubat 1998 Türk basınına 55 yıl hizmet veren ekonomi basının duayeni Fasih İnal 77 yaşında vefat etti.

MART
07 Mart 1990 Gazeteci-yazar Çetin Emeç, bu sabah Suadiye'deki evinden göreve gitmek üzere çıktığı sırada, kimliği henüz belirlenemeyen kişiler tarafından tabancayla öldürüldü.
18 Mart 1985 Sabah Yayıncılık kuruldu. Kuruluşun, gazete ve dergi yayını alanında faaliyet göstereceği açıklandı.
24 Mart 1976 İktisatçı ve tarihçi Şevket Süreyya Aydemir öldü.
29 Mart 1990 Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanlığı'na yeniden Nezih Demirkent seçildi.
30 Mart 1984 Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı'na yeniden Nezih Demirkent seçildi.

NİSAN
01 Nisan 1993 Atlas Dergisi yayın hayatına başladı. 1 Nisan 1982 Nokta Dergisi yayın hayatına başladı.
05 Nisan 1996 Ermeni kökenli yurttaşların Türkçe olarak yayımladığı Agos gazetesi çıktı
06 Nisan Şehit Gazeteciler günü
22 Nisan 1970 Türkiye Gazetesi kuruldu. 22 Nisan 1985 Sabah Gazetesi kuruldu.
26 Nisan 1992 Ekonomik Trend dergisi yayın hayatına başladı.
27 Nisan 2002 Adana eski Milletvekili ve gazeteci-yazar Cüneyt Canver vefat etti.
29 Nisan 1964 Parlamento Muhabirleri Derneği kuruldu.
30 Nisan 1996 Kamuoyunda büyük yankı yapan 'İSKİ skandalı'nı ortaya çıkaran, Hürriyet Gazetesi muhabiri ve köşe yazarı Yıldırım Çavlı kalp krizi sonucu 52 yaşında öldü.

MAYIS
01 Mayıs 1948 Hürriyet Gazetesi Sedat Simavi yönetiminde yaym hayatına girdi.
01 Mayıs 1993 Aydınlık Dergisi kuruldu.
01 Mayıs 1968 Hürriyet Haber Ajansı (HHA) kuruldu.
03 MAYIS dünya basın özgürlüğü günü
03 Mayıs 1950 Milliyet Gazetecilik şirketi kuruldu.
08 Mayıs 1978 Radyo-TV Gazetecileri Derneği kuruldu.
10 Mayıs 1876 Türk basınında ilk kez sansür uygulandı.
14 Mayıs 1975 Gazeteci Ümit Deniz öldü.
15 Mayıs 1919 Hasan Tahsin şehit oldu.
15 Mayıs 1996 Gözcü Gazetesi yaym hayatına başladı. 25 Mayıs 19351. Türk Basın Kongresi toplandı 27 Mayıs 1972 ANKA Haber Ajansı kuruldu..

HAZİRAN
01 Haziran 1995 Yeni Sayfa Gazetesi kuruldu.
10 Haziran 1946 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti kuruldu.
10 Haziran 1994 Bizim Gazete kuruldu.
12 Haziran 1984 Foto Muhabirleri Derneği kuruldu.
29 Haziran 1954 Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası kuruldu.

TEMMUZ
06 Temmuz 1993 Anadolu Gazeteciler Cemiyeti kuruldu
06 Temmuz 1981 Magazin ve Aktüel Haberler Ajansı (MAKAJANS) kuruldu.
10 Temmuz 1939 Türk Basın Birliği Birinci Kongresi toplandı.
10 Temmuz 1952 Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) kuruldu.
11 Temmuz 1991 Aktüel Dergisi yayın hayatına başladı.
23 Temmuz 1991 Yeni Günaydın gazetesi kuruldu.
24 Temmuz 1908 Türk basınında sansür uygulaması kaldırıldı. 24 Temmuz, sonraki yıllarda Basın Bayramı olarak kutlanmaya başlandı.

AĞUSTOS
14 Ağustos 1908 Türk Basın Birliği kuruldu.
20 Ağustos 1991 Nadir Nadi vefat etti..

EYLÜL
04 Eylül 1990 Gazeteci-yazar Turan Dursun, İstanbul Koşuyolu'ndaki evinden çıkarken, kimliği belirsiz kişilerin silahlı saldırısı sonucu öldürüldü. Saldırganlar olaydan sonra kaçtı. Cinayeti, İslam Mücahitleri adlı bir örgüt üstlendi.
13 Eylül 1938 Basın Kurumu Fevkalade Kongresi İstanbul'da açıldı.
14 Eylül 1994 Babıali'de Akşam gazetesi kuruldu
16 EYLÜL kanal d'nin kuruluş yıldönümü

EKİM
11 Ekim 1999 Doğan Medya grubu ile CNN arasında yapılan anlaşma sonucu kurulan CNN TÜRK yayına başladı.
13 Ekim 1996 Radikal gazetesi kuruldu. Gazete Doğan Medya grubu bünyesinde faaliyet gösteriyor.
21 Ekim 1999 Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü.

KASIM
11 Kasım 1831İlk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi yayımlandı.
23 Kasım 1998 Hürriyet Gazetesi yazarı Yavuz Gökmen vefat etti.
25 Kasım 1980 Milliyet Haber Ajansı (MİLHA) kuruldu.
28 Kasım 1934 Hakimiyet-i Milliye gazetesi, 'Ulus' adıyla çıkmaya başladı

ARALIK
06 Aralık 1989 Tempo dergisi yayın hayatına başladı.
07 Aralık 1922 Siyasal mizah dergisi Akbaba yayın hayatına girdi..
19 Aralık 1975 İlk Basın Kurultayı toplandı.
27 Aralık 1994 Takvim Gazetesi yaym hayatına başladı

21 Haziran 2009 Pazar

John Lewis'e Cevap

John Lewis'e Cevap
Louis Althusser

İthaki Yayınları /


'72 Baharında, İngiliz komünist filozof John Lewis, Britanya Komünist Partisi'nin dergisi Marxism Today'de ''Althusser Vakası''na iki yazı ayırır. Teşhis: had safhada dogmatizm. Tahmin: hastanın fazla ömrü yok.
Saldırı noktası hümanizmdir.

John Lewis için sorun yok: marksist felsefe hümanisttir.
''Tarihi yapan, insandır.'' İnsan tarihi ''aşkınlaştırarak'' yapar. ''İnsan, bir tek yaptığını bilir.''

Althusser'in ''epistomolojik kesinti tezi katıksız bir uydurmadır''. Marx başından sonuna kadar hep hümanist ve Hgelci olmuştu. İnsan'a, Yabancılaşma'ya ve Yadısma'sına (=aşkınlık) hep inandı.

J. L'e Marxism Today'de '72 Sonbaharında yayınlanan bir yazıyla cevap verdim.

John Lewis'in idealizminin karşısına Marksizm-Leninizm tarih, sınıf mücadelesi ve felsefe konusundaki maddeci tezlerini çıkartıyorum.

John Lewis'in sustuğu yerde, ben siyasetten söz ediyorum.

Güncel Müdahaleler

Güncel Müdahaleler
Louis Althusser

İthaki Yayınları /

Devrimci birikimi, tüm devrimci eylemlerin ve bu eylemlerden soyutlama yoluyla elde edilen bilgilerin toplamı olarak tanımlarsak şayet, elinizdeki metin çok önemli bir devrimci pratiğin eleştirisini ve değerlendirmesini içermekte ve bu yönüyle de kanımıza devrimci birikime önemli bir katkı oluşturmaktadır.

Fransız Komünist Partisi'nin tüzüğünden örgütlenme yapısına, seçim stratejisinden ittifak mantığına, yönetiminden iç yönelimlerine, tepeden tırnağa son derece radikal ve kuramsal bir eleştirisidir. Güncel Müdahaleler. İşte bu yönüyle de, ülkemizde devrimci birikimine çok önemli bir katkı olmaya aday... Tabii ki değerlendirmesi siz okurlara ait.

Althusser'in deyimiyle, " Sözcükler karar vermez ne anlam taşıdıklarına, yankıları karar verir bir tek."

Felsefe ve Bilim Adamlarının Kendiliğinden Felsefesi

Felsefe ve Bilim Adamlarının Kendiliğinden Felsefesi
Louis Althusser

İthaki Yayınları /

"Ne var ki, felsefi sorular, bilimsel sorun değildir. Geleneksel felsefe kendi sorularına yanıtlar getirebilir, ancak bilimadamlarının kendi sorularına çözüm getirdikleri anlamda bilimsel ya da daha başka sorunlara çözüm getirmez. Başka deyişle: felsefe, bilim adına ve bilimin yerine bilimsel sorunları çözmez; felsefenin soruları bilimin sorunları değildir. Burada da felsefe içinde bir tavır almaktayız: felsefe bir bilim değildir, dolayısıyla o fortiori bilimin kendisi de değildir, bilimin yaşadığı bunalımların bilimi de değildir, Bütün'ün bilimi de değildir. Felsefi sorular, ipso facto bilimsel sorunlar değilir."

20. yüzyılın en önemli ve özgün Marksist düşünürü Louis Althusser ilk kez 1974 yılında yayımlanan bu çalışmasında, ürettiği özgün kimliklerini sorgulamakta ve bilimadamlarının kendi disiplinine ilişkin tasarımlamalarını incelemektedir.

Tutsaklık Güncesi

Tutsaklık Güncesi
Louis Althusser

Can Yayınları Etiket: 17,00 TL
NetKitap Ederi: 12,75 TL


Louis Althusser, 68 kuşağının belki de en önemli düşünsel önderiydi. Pour Marx ve Lire 'le capital' adlı yapıtlarıyla Marksist düşünceye yeni bir yorum getiren, kendi kuşağını olduğu kadar, daha sonraki düşünürleri de büyük ölçüde etkilemiş olan Althusser, ne yazık ki genç yaşlarından başlayarak gitgide artan ruhsal rahatsızlığından ve depresyondan kurtulamadı. Öyle ki büyük bir tutkuyla bağlandığı ve kendisini Komünist Parti'ye sokan, böylece yaşam çizgisini değiştiren karısı Helene'i bir delilik anında boğarak öldürdü. Daha önce yayımladığımız

Kriz Yazıları

Kriz Yazıları
Althusser'den Sonra Louis Althusser
Louis Althusser

İthaki Yayınları /


Siyasi ve Felsefi Yazılar'ın bu 4. cildi, Louis Althusser'in yaşarken yayınlamamış olduğu elyazısı metinlerden oluşuyor. Daha 1970'lerden itibaren Marksizmin krizini teşhis eden Marksist düşünür, krizden çıkış yolları üzerine düşünürken; önceden olduğu gibi, bir yandan tarihsel materyalizme sızmış idealist, Hegelci unsurları ayıklamaya, bir yandan da Marksist siyaset felsefesinde ihmal edilmiş olan devlet teorisinin kapsamını genişletmeye çalışıyor. Bu düşüncelere yoğunlaştığı dönemde başına gelen talihsiz olayla ara vermek zorunda kaldığı ve rastlantı materyalizmi' adını verdiği özgün felsefi projesine dair kaleme aldığı metinlerle, Louis Althusser'in 'son' düşüncesi daha önce adını pek anmadığı Derrida, Heidegger gibi filozoflara atıfla geliştirdiği düşüncesi gün ışığına çıkıyor.

Gelecek Uzun Sürer

Gelecek Uzun Sürer
Louis Althusser

Can Yayınları /


Yirminci yüzyılın ikinci yarısına damgasını vuran, düşünce akımlarını olduğu kadar, politika felsefesini ve pratiğini derinlemesine etkileyen Fransız filozof Louis Althusser (1918-1990) '68 kuşağının belki de en önemli düşünsel önderiydi. Pour Marx ve Lire 'le Capital' adlı kitaplarıyla marksist düşünceye yeni bir yorum getirmiş ve yeni bir düşünür kuşağının yetişmesine katkıda bulunmuştur. Yüzyılımızın en parlak zekâlarından biri olan Althusser'in, göz kamaştırıcı kimliğine karşın, çocukluğu, ana-babası, geçmişi ve kadınlarla çok önemli sorunları vardı. Belki de bunun sonucu olarak, 16 Kasım 1980 günü çok sevdiği karısı Helene'i boğarak öldürdü. Cinayeti işlediği sırada bilincini yitirmiş olduğu yönünde verilen doktor raporunu göz önünde bulunduran yargı organı, Althusser'in yargılanmasının gereksiz oludğuna karar verdi. Althusser, kendisinin de yazdığı gibi, Gelecek Uzun Sürer'de savunmasını değil, duruşmasını gerçekleştiriyor. Gelecek Uzun Sürer, aynı zamanda, Helene için gerçek bir aşk şarkısı; birlikte paylaştıkları yalnızlık, sıkıntı, hayal kırıklıkları ve acılar üzerine yakılmış bir ağıt.

Lenin ve Felsefe

Lenin ve Felsefe
Louis Althusser

İletişim Yayınları /


Louis Althusser 20. yüzyılın ikinci yarısında Marksist düşüncede önemli etkisi olmuş filozoflardan biri. Althusser’in Marx ve Lenin’i yeniden okuma girişimi ve bu sayede Marksizm içinde yaşanan krizi aşma çabası uzun yıllar etkisini sürdürdü, gerek yapısalcılığın gerekse post-yapısalcılığın besleyici kanalını oluşturdu. Lenin ve Felsefe, Althusser’in Lenin’i yeniden okuma girişiminin bir sonucu ya da "felsefeyle birlikte Lenin". Sadece eylem adamı, stratejist Lenin portresi yerine, Lenin’in Marx ve Hegel okumalarının Marksist teori ve pratik için önemine işaret eden, bu önemin altını çizen bir metin. Althusser burada Marksist bir filozof olarak felsefeyi tanımlarken, felsefe ile bilim, felsefe ile ideoloji, felsefe ile politika ilişkilerini de ele alıyor. Kitapta ayrıca Althusser ile yapılmış "Bir Devrim Silahı Olarak Felsefe" başlıklı konuşmayla, Althusser’in "Hegel Karşısında Lenin" başlıklı bir yazısı da yer alıyor.

Marx İçin / Pour Marx

Marx İçin / Pour Marx
Louis Althusser

İthaki Yayınları

Bir çağrı, hatta bir slogan niteliğindeki bu ad, bugün hâlâ otuz yıl önceki kadar yüksek ve güçlü bir şekilde-belki de yeniden-çınlıyor. Ama bambaşka nedenlerle ve tamamen farklı bir bağlamda çınlıyor. Althusser'in kitabı bugün artık yeni okurlara seslenmekte...

Bu kitapta girişilmiş olan iş, Marksizme teorik bir çehre ve bir vücut verme yönünde, çağımızın en akıcı ve anlamlı, aynı zamanda da en fazla kanıtlara dayalı çabalarından biri...

Özeleştiri Ögeleri

Özeleştiri Ögeleri
Louis Althusser

Belge Yayınları / 4


Bu küçük kitapçık daha önce yayınlanmamış iki denemeyi içermektedir. Bunlardan birincisi Haziran 1972 tarihini taşımakta olup, bu metnin John Lewis'e Cevap'ta genişçe saçılmış olan ve hatırlanacağı üzere, sadece felsefenin tanımının düzeltilmesiyle sınırlı kalan özeleştiri ögeleriyle birlikte yer alması gerekiyordu. Ama bir yandan sade bir dergi makalesinin sınırlarını aşmamak, öte yandan da Fransızca olarak yayınlanan o metnin birlik ve bütünlüğünü bozmamak için bunları yazmaktan vazgeçmem gerekti.
Marx için ve Kapital'i Okuma adlı yapıtlarımın yayınlanmalarından iki sene sonra, Kapital'i Okuma'ın İtalyanca baskısının önsözünde, "teorisist bir eğilim"den etkilendiklerini belirttiğim sözkonusu bu iki yapıtın eleştirisel bir incelemesini ilk kez bu denemede bulacağız.
Bu Özeleştiri Öğeleri'ne ek olarak da, genç Marx'ın evrimini konu alan ve benim hangi istikamete yöneldiğimi gösteren daha önceki bir tarihte (Temmuz 1970) yazılmış bir denemeyi de ilave etmeyi uygun gördüm.
(Kitabın Girişinden)

Kapital'i Okumak

Kapital'i Okumak
Louis Althusser

Belge Yayınları /

Bilime giden geniş bir yol yoktur ve ancak, onun politikalarının yorucu dikliğinden korkmayanlar onun ışıltılı doruklarına varma şansına iyedir...
-Karl Marx-

İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları

İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları
Louis Althusser

İletişim Yayınları /

Althusser'in Marksist teoriye en önemli kaktılarından biri, hiç kuşkusuz, 'Devletin İdeolojik Aygıtları' adlı teorik metnidir. Marksist filozof bu yazısında klasik felsefenin ezelî 'ruh-madde' karşıtlığının dışına çıkıyor ve 'ruh'u ya da 'düşünce'yi, maddenin belirli ölçüde çarpıtılmış bir yansıması değil, toplumun somut pratikleri ve aygıtları içinde oluşan, maddî bir nesne olarak tanımlıyor. Bu tür bir ele alış, 'ideoloji'nin, sınıf mücadelesinin özgül bir alanı olduğunu önermekte ve ideolojinin klasik tanımlarını geçersizleştirdiği gibi, politik mücadele anlayışına da yeni ve önemli bir boyut kazandırmaktadır. 1990 yılında hayata veda eden Fransız düşünür Louis Althusser'in İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları adlı kitabı, Türkiye'de ilk kez yayımlandığı 1978 yılından bu yana geniş ilgi gördü.

Terörizm ve Komünizm

Terörizm ve Komünizm
Leon Trotskiy

Epos Yayınları

"Bireyi kutsal kılmak için onu çarmıha geren toplumsal düzeni yıkmalıyız. Ve bu sorun, ancak kan ve demirle çözülebilir."

Trotskiy'in devrimci Rusya'nın içsavaşının harareti içinde yazdığı Terörizm ve Komünizm, devrimci diktatörlüğün en etkili savunularındandır. Düşünür Slavoj Zizek bu kitap için yazdığı kışkırtıcı yorumda Trotskiy'in liberal demokrasinin yanılsamalarına yönelttiği saldırının bugün de hayati geçerliliği bulunduğunu savunuyor.

Önce Trajedi Sonra Komedi ya da 2008 Finansal Krizi

Önce Trajedi Sonra Komedi ya da 2008 Finansal Krizi
Slavoj Zizek

Encore Yayınları


Slavoj Zizek'in Encore için seçtiği felsefi/politik metinlerden oluşan "Tin Kemiktir" adlı küçük kitaplar serisi görmezlikten geldiğimiz ya da farkında olmadığımız, Lacan'ın "kendini bilmeyen bilgi" olarak tanımladığı alanlara odaklanıyor.

Serinin bu üçüncü kitabında Zizek küresel kapitalist uygarlığı radikal bir şekilde sorgularken, kapitalizmin doğasında bulunan, ona alternatif yaşam biçimi ihtiyacını üretecek toplumsal antagonizmalardan dördünün gözden kaçırılmaması gerektiğini ileri sürer:

1. Artık gerçek bir tehdit olarak kendini gösteren çevresel facia,

2. Yeni tekno-bilimsel gelişmelerin etik ve sosyal sonuçları

3. "Entelektüel mülkiyetin" özel mülkiyetle uyumsuzluğu

4. Ayrımcılığın yeni boyutları: yeni duvarlar, gecekondular.

Zizek'e göre bugün hepimiz kaybedecek çok şeyi olan proleterleriz. Bütün içeriğimizden yoksun bırakılmış, simgesel özümüzden çıkarılmış, genetik temelimizle oynanmış, bitkisel yaşam süren öznelere dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Fukuyama ütopyası bu finansal kriz ile ikinci kez iflas edecekti. Zizek'e göre 11 Eylül'de tarihin sonu ütopyasının politik yanı çökerken 2008 krizi ise onun ekonomik olarak iflasını işaret etmekteydi. Marx, tarih ilkinde trajedi sonrasında komedi olarak tekerrür eder derken Hegel'i düzeltmişti, ama Zizek Herbert Marcuse'nin konuya ilişkin ek yorumu da not düşmeyi unutmaz: Bazen, komedi kılığındaki tekrar, ilk baştaki trajediden daha korkunç olabilir.

Kieslowski Ya Da Maddeci Teoloji

Kieslowski Ya Da Maddeci Teoloji
Slavoj Zizek

Encore Yayınları


Felsefi / politik metinlerden oluşan "Tin Kemiktir" ve popüler kültür metinlerini içeren "Bilinmeyen Bilinenler" serisi farkında olmadığımız ya da görmezlikten geldiğimiz, Lacan'ın "kendini bilmeyen bilgi" olarak tanımladığı alanlara odaklanıyor.

Kırmızıyı tamamladıktan sonra, günlerini balık tutup okuyarak geçirmek üzere kır hayatına çekildi kısacası, sakin bir emeklilik hayalini gerçekleştirmek, mesleğin yükünden kurtulmak istiyordu. Fakat trajik bir şekilde iki açıdan da kaybetti: "meslek ya da sakin yaşam" arasında yaptığı seçim boşa oldu... Huzur ve emekliliği seçtikten hemen sonra öldü; acaba ani ölümü sakin kır yaşamındaki emekliliğin sahte bir konu olduğunu, aslında ölümün metaforu işlevini gören bir fantezi perdesi olduğunu mu işaret eder; Kieslowski için hayatta kalmanın tek yolu, bu sürekli ölümle cilveleşmek anlamına gelse bile film çekmek miydi?

Stalinizm

Stalinizm
Ya da Stalin İnsanın İnsanlığını Nasıl Kurtardı?
Slavoj Zizek

Encore Yayınları

Rusya'nın başına gelen en büyük felaket sayılabilecek Stalinizm aslında insanın insanlığı olarak anladığımız şeyi kurtardı diye muhafazakar ve tutarlı bir sav öne sürülebilir. Burada can alıcı öneme sahip olan şey, 1900'lerin başı ve ortalarında proleter eşitçilikten Rus mirasının tam kabulüne olan o büyük kaymadır... Bu kaymanın standart okuması onu "kültürel Thermidor" yani otantik devrime yapılmış bir ihanet sayar. Fakat, bu yargıyı olduğu gibi kabul etmeden önce, radikal eşitçiliği destekleyen bir ideolojik vizyona daha yakından bakmakta yarar var.

David Lynch Ya Da Gülünç Yücenin Sanatı

David Lynch Ya Da Gülünç Yücenin Sanatı
Slavoj Zizek

Encore Yayınları


Felsefi / politik metinlerden oluşan "Tin Kemiktir" ve popüler kültür metinlerini içeren "Bilinmeyen Bilinenler" serisi farkında olmadığımız ya da görmezlikten geldiğimiz, Lacan'ın "kendini bilmeyen bilgi" olarak tanımladığı alanlara odaklanıyor.

"Sanki Lynch bize şunu anlatmaya çalışıyor: işte yaşamınız sonuçta bu, onun üzerine sahte bir hale örten o fantazmatik ekranın içinden geçerseniz görürsünüz. Seçim kötüyle daha kötü arasındaki, toplumsal gerçekliğin steril iktidarsız kasvetiyle kişinin kendini yok eden şiddetin fantazmatik gerçeği arasındaki bir seçimdir."

1968 Slavoj Zizek

1968
Slavoj Zizek

Encore Yayınları

"Soytarıca çıkışlar sergileyen ve Carla Bruni'yle evlenen Sarkozy'nin Fransa Cumhurbaşkanı olabilmesi bile Mayıs 68'in gelenekleri değiştirmesinin bir sonucudur.

... bir yanda 'bizim' diğer yanda 'onların' Mayıs 68'i duruyor. Günümüzün ideolojik belleğinde Mayıs gösterileriyle ilgili 'bizim' temel düşüncemiz, yani öğrenci protestolarıyla işçi grevleri arasındaki bağ unutulmuştur."

Paralaks

Paralaks
Slavoj Zizek

Encore Yayınları

Artık her okul çocuğunun bile bildiği gibi Zizek'in yeni kitabı özel bir sıra izlemeden, Hegel, Marx ve Kant tartışmalarını; sosyalist dönem öncesi ve sonrası birçok anekdot ve düşünceleri; Stephen King ve Patricia Highsmith gibi geniş kitle yazarlarının yanı sıra Kafka üzerine notları; operaya ilişkin referansları (Wagner, Mozart); Marx Kardeşler'in şakalarını; hem cinsel hem de müstehcen esprileri; Spinoza ve Kierkegaard'dan Kripke ve Dennett'e kadar felsefe tarihine ilişkin düşünceleri; Hitchcock filmleri ve diğer Hollywood-ürünlerinin analizlerini; güncel olaylara referansları; Lacancı doktrinin anlaşılması zor noktalarını; günümüz kuramcılarıyla (Derrida, Deleuze)
polemikleri; karşılaştırmalı dinbilimini; ve son günlerde ise bilişsel felsefe ve nöro-bilimsel "gelişmeleri" içerir. Bunlar, Eisenstein'm adlandırabileceği gibi "cazibeler montajı"nda, bir tür kuramsal çeşitlilik gösterisinde sıralanır, bu gösteride "çokluklar" serisi birbirini izler ve seyirciyi kendinden geçmiş büyülenme içinde tutar.
Fredric Jameson

Biri Totalitarizm Mi Dedi?

Biri Totalitarizm Mi Dedi?
Bir Nosyonun (Kötüye) Kullanımına Beş Müdahale
Slavoj Zizek

Epos Yayınları /

Bu kitapta okur, 'totalitarizm' hayaletinin hala ortalıkta gezindiği konusunda uyarılmaktadır.

"Solun, liberal demokrasinin ('demokras' 'totalitarizm'e karşı vs.) temel koordinatlarını kabullenişi ve şimdi de kendi (karşı) konumunu bu uzam içinde yeniden tanımlamaya çalışması solun kuramsal hezimetinin en açık işaretidir. Kayda değer nokta, hegemonik liberalizme karşı önde gelen 'eleştirel' felsefi tepkinin, yani postmodern yapısökümcü sol tepkinin, 'totalitarizm' kategorisine bel bağlamasıdır.

Bu durumda yapılması gereken ilk şey, solun da kabullenmiş olduğu bu liberal tabulara korkusuzca tecavüz etmektir: 'anti-demokratiklikle', 'totalitarist' olmakla suçlanıyorsak ne olmuş yani?..

Totalitarizm bütün kariyeri boyunca, 'serbest radikalleri' ehlileştirmek, liberal-demokratik hegemonyayı garantilemek, Sağcı Faşist diktatörlüğün ikizi olan liberal demokrasinin Solcu eleştirisinden vazgeçmek gibi karmaşık bir operasyonu sürdürebilmeyi başaran ideolojik bir nosyon olagelmiştir... 'Totalitarizmi' alt kategorilere bölmek de 'Faşist ve Komünist' çeşitlemeler arasındaki farkı vurgulamak için yararsız bir çabadır: 'totalitarizm' nosyonu bir kez kabul edildi mi, artık liberal-demokratik ufkun içindesiniz demektir. Konformist liberal seciyesizler (geçmişteki) katliamların dehşetini nihai öcü olarak utanç verici bir şantaj unsuru biçiminde kullanıp varolan düzeni savunurken, kendilerine iki yüzlü bir tatmin bulurlar: Çürümüşlüğün, sömürünün ve bu gibi şeylerin diz boyu olduğunu bilen (Konformist liberal seciyesizler) gidişatı değiştirmek için bulunacak her girişimi, 'totalitarizm' hayaletine verilen bir hayat öpücüğü ile ahlaki olarak tehlikeli ve kabul edilemez olduğu ilan edilerek reddedilir.

Bu kitap totalitarizm nosyonunun tarihinin sistematik sunumlarına bir tane daha eklemek amacını gütmüyor.

Bu kitap, 'totalitarizm' nosyonunun bırakın etkili bir kuramsal kavram olmayı, aslında bir tür kıytırık mazeret olduğunun ifade edilme çabasıdır: 'Totalitarizm' nosyonu bizleri düşünmeye sevk etmez, tam tersine bizleri kendi tanımladığı tarihsel gerçeklikle ilgili yeni bir iç görü edinmeye zorlar ve hatta düşünme zahmetinden kurtarır ya da hatta düşünmemizi aktif bir biçimde önler. Bu kitap sabırsız okura 'totalitarizmin', daha en başından beri, hep ve hala neden kıytırık olduğunu açıklamaktadır."

Gıdıklanan Özne

Gıdıklanan Özne
Politik Ontolojinin Yok Merkezi
Slavoj Zizek

Epos Yayınları


Dünyayı anlamak, anlamlandırmak ve mümkünse onu anlamlı, yaşanır hale getirmek... Zizek'in bazen kendini tekrarlıyormuş gibi görünen gayet felsefi ama bir o kadar politik olan metinleri, böylesine açık bir ısrarın ifadesi. Politik olarak gerçekleşene kadar ve gerçekleşmesi için ısrar....
Zizek'in temel eseri kabul edilen "Gıdıklanan Özne"ye bu ısrar temelinde bakıldığında onun felsefi ve politik iddialarının doruk noktası olduğu söylenebilir. "Gıdıklanan Özne", Zizek'in Türkçe’ye çevrilmiş olan daha önceki eserlerinin geliştirilmiş, damıtılmış hali olması bakımından özel bir ilgiyi hak ediyor.

Yıllardır tutarlı bir şekilde eleştirilen Kartezyen Özne'yi kışkırtıcı bir tarzda benimseyerek savunusunu yapan Zizek, modern batı düşüncesini Alman İdealizminden başlayıp Althusser ve sonrasıyla ayrıntılı olarak ele alıyor. Alabildiğine felsefi olan ve zaman zaman felsefeye has özel terminolojiye hakkını vererek etraflı tartışmalar yapan Zizek, aslında böylece gayet politik vurgulara da kapıyı aralamış oluyor. Zizek'in tüm esere içkin temel paradigması gayet açık: Felsefeden politikaya geçiş...

"Gıdıklanan Özne"de düşünürler arasındaki geçişlerle, etkiler ve sonuçlara dair bir yolculuk da yapan Zizek: Kant, Hegel, Heidegger, Adorno, Horkheimer -tabii ki- Lacan, David Lynch, Althusser, Foucault, Badiou, Balibar, Ranciere, Laclau, Mouffe... gibi uzayıp giden isimler üzerinden çizdiği kuramsal çerçevede, birbiriyle mücadele eden tüm taraflar arasında sessiz bir uzlaşma sağlayan Kartezyen özneyi yeniden öne-sürme ve savunma çabasını üstleniyor. Bundan hareketle son bölümde aşkın öznenin karşısına çıkarılan çoklu özne, dolayısıyla post-modem siyasal düşence inceleniyor ve aslen bu teorilerin pratikteki ifadeleri olarak düşünülen 'kimlik teorisi' merkezli eleştirel bir politik analize girişiliyor.

Zizek, "Gıdıklanan Özne"de günümüzdeki küresel kapitalizm ve onun ideolojik eklentisi liberal demokratik çok kültürcülüğün karşısına solcu ve anti-kapitalist bir tasarının çıkarılabilmesi yönünde yoğun bir çaba içine giriyor.

Aslında Zizek, Kartezyen Özne'den yola çıkarak çağımızı sarsacak yeni Politik Özne'lerin izini sürüyor.

Ödünç Alınan Irak Çaydanlığı

Ödünç Alınan Irak Çaydanlığı
Slavoj Zizek

Encore Yayınları

Eğer "teröristler" bu dünyayı öbür dünya aşkına harabeye çevirmeye hazırsa, bizim terör savaşçıları de kendi demokratik dünyalarını Müslüman ötekine duydukları nefretle harap etmeye hazırlar.Kimileri insanlık onuruna öylesine aşık ki onu korumak için insanlık onurunun mutlak alçaltılması olan işlenceyi bile yasallaştırmaya hazır durumdadır.

Yamuk Bakmak

Yamuk Bakmak
Popüler Kültürden Jacques Lacan'a Giriş
Slavoj Zizek

Metis Yayınları /

Hitchcock filmleri, Stephen King, korku, bilimkurgu ve dedektif öyküleri, popüler romantik romanlar, günümüz kitle kültürü, Stalinist pornografi, Biçimsel Demokrasi, sonra Lacan, Hegel, Kant, Sade ve diğerleri... Hepsi bir arada, yan yana.
İçinde hep rahat edegeldiğimiz düşünme ve açıklama çerçevelerinin otomatikliğinin sekteye uğradığı anlarda hissettiğimiz, sezdiğimiz, ama en derinlerdeki mantığına bir türlü nüfuz edemediğimiz için söze dökülmeden kalan şeyler vardır... Son dönemde Avrupa'nın "çevresi"nde yükselen yeni sosyal hareketlerin içinden gelen Slavoj Zizek, belki tam da bu mesafesi sayesinde, bu tür şeyleri söze dökmeyi başarabiliyor. Bunu ilk elde bir arada düşünemeyeceğimiz tema ve kişileri birlikte okuyarak yapıyor: Zizek'e özgü bu "yamuk bakış" sayesinde, dik, cepheden bir bakışla asla görülemeyecek yepyeni düşünce katmanları seriliyor gözlerimizin önüne. Zizek bir taştan diğerine seker gibi yazdığı halde, anlatıyı asla dağıtmadan, olağanüstü bir akıcılıkla, yaşadığımız çağın kültürel ifadelerini boydan boya katedebiliyor.
Hangi alana yerleşiyor bu kitap? Felsefe mi, psikanaliz mi? Film ya da edebiyat eleştirisi mi? Yoksa sosyoloji ya da siyaset mi? Bizce hepsine ve hiçbirine. Sadece şu söylenebilir: Böyle bir metin ancak Zizek tarafından yazılabilirdi.
Zevkle okuyacağınızı düşünüyoruz.

içindekiler
Önsöz
Teşekkür

I Gerçeklik Ne Kadar Gerçektir?
1 Gerçeklikten Gerçeğe
2 Gerçek ve Maruz Kaldığı Değişimler
3 Arzunun Gerçeğinden Kaçmanın İki Yolu

II Hitchcock Hakkında Asla Çok Şey Bilinemez
4 Külyutmazlar Nasıl Yanılır?
5 Hitchcockçu Leke
6 Pornografi, Nostalji, Montaj: Bir Bakış Üçlüsü

III Fantazi, Bürokrasi, Demokrasi
7 İdeolojik Sinthome
8 Postmodernliğin Müstehcen Nesnesi
9 Biçimsel Demokrasi ve Huzursuzlukları

Sözlük

parça
Önsöz, s. 7-9.

Walter Benjamin teorik açıdan verimli ve yıkıcı bir işlem olarak bir kültürün en yüksek tinsel ürünlerini, aynı kültürün sıradan, bayağı, dünyevi ürünleriyle birlikte okumayı tavsiye ediyordu. Bunu söylerken de aklında özellikle, Mozart'ın Sihirli Flüt'ünde sunulan yüce âşık çift idealini, (Mozart'ın çağdaşı) Immanuel Kant'ın ahlakçı çevrelerde büyük infial uyandırmış olan evlilik tanımıyla birlikte okumak vardı. Evlilik, diye yazıyordu Kant, "karşı cinsten iki yetişkin şahıs arasında cinsel organlarını karşılıklı olarak kullanma konusunda yapılan bir sözleşmedir." Bu kitapta da benzer bir şey yapılmaya çalışılıyor: Jacques Lacan'ın en yüce teorik motifleri çağdaş kitle kültürünün numunelik örnekleri yoluyla ve onlarla birlikte okunuyor: Bu örnekler arasında, ne de olsa "ciddi bir sanatçı" olduğu konusunda artık genel bir mutabakata varılmış bulunan Alfred Hitchcock'un yanı sıra, film noir, bilimkurgu, detektif romanları, duygusal kiç eserler, hatta ve hatta Stephen King bile var. Yani Lacan'a kendi ünlü formülü "Kant'la Sade"ı (Kant'ın etiğini Sade'cı sapıklık açısından yorumlayışını) uyguluyoruz. Okur kitapta bir dizi "Lacan'la ..." görecek: Lacan'la Alfred Hitchcock, Fritz Lang, Ruth Rendell, Patricia Highsmith, Colleen McCullough, Stephen King, vb. (Kitapta ara sıra Shakespeare ve Kafka gibi "büyük" isimler zikredildiğinde, tedirgin olmaya lüzum yok: Onlar da kesinlikle kiç yazarlar olarak, McCullough ve King'le aynı düzeyde ele alınmaktalar.)
Bu girişimin iki amacı var. Kitap, bir yandan Lacan'ın (terimin ilahiyattaki anlamıyla) "dogmatik"ine bir tür giriş olarak tasarlanmıştır. Kitapta popüler kültür acımasızca sömürülüyor, sadece Lacancı teorik yapının muğlak hatlarını açıklamak için değil, zaman zaman Lacan'ın ağırlıklı olarak akademik nitelikteki alımlanışı yüzünden gözlerden kaçan ince ayrıntıları da –öğretisindeki kopuşları, onu post-yapısalcılar alanından ayıran mesafeyi, vb.– açıklamak için elverişli bir malzeme olarak kullanılıyor. Lacan'a böyle "yamuk bakmak", "düzgün" bir akademik bakışın çoğunlukla gözden kaçırdığı özellikleri saptamayı mümkün kılıyor. Öte yandan Lacancı teorinin, kitapta, kendini utanıp sıkılmadan popüler kültürün keyfini sürmeye bırakmak için bir bahane işlevi gördüğü de açık. Lacan, Hitchcock' un Vertigo'sundan King'in Hayvan Mezarlığı'na, McCullough'un An Indecent Obsession'ından Romero'nun Yaşayan Ölülerin Gecesi'ne deli gibi koşturmayı meşrulaştırmak için kullanılıyor

Kırılgan Mutlak

Kırılgan Mutlak
Yada Hıristiyan Miras İçin Neden Mücadele Etmeye Değer
Slavoj Zizek

Encore Yayınları

"Hegel ve Lacan'ı tartışmak Slavoj için adeta nefes almaktır."
Judith Butler
"Yıllanmış evrensel görüntülerin ve sahte gerçekliklerin üzerine çullanıp yollarını çarpıtırken arkasına bakmayan ya da dindarlara dikkat etmeyen cesurluğun ürkütücü eleştirisi."
Times Literary Supplement

İnsan Doğası / İktidara Karşı Adalet

İnsan Doğası / İktidara Karşı Adalet
Noam Chomsky ile Michel Foucault Tartışıyor
1971
Noam Chomsky, Michel Foucault

BGST Yayınları /


Yüzyılın iki büyük düşünürünün yıllar önce yaptığı bu tartışma iki konu etrafında odaklanır: Bilimsel bilginin gelişimi nasıl yorumlanmalıdır? Siyasal mücadelede adaletin, bir başka deyişle etiğin yeri nedir?
Foucault'ya göre, tarihte bilgi üretimini farklı çerçeveler belirlediği için, her çağda farklı bilimsel söylem tipleriyle karşılaşırız. Chomsky ise kendi dilbilim kuramından hareketle insanın doğarken beraberinde getirdiği bir yaratıcılık kapasitesi olduğunu savunur.
Siyasal mücadele, bir sınıfın tarihsel haklılığına dayandığı için mi, yoksa daha adil bir toplum hedefi güttüğü için mi meşruluk kazanır?
Görüşlerin en çok ayrıldığı nokta bu olacaktır.

Doğruyu Söylemek

Doğruyu Söylemek
Michel Foucault

Ayrıntı Yayınları /

Hayatının büyük bir bölümünü Batı'da "özne" kavramının hangi söylemsel ve pratik süreçlerle kurulduğunu araştırmaya vakfetmiş olan Michel Foucault, bu amaçla eserlerinde delilik, suça eğilimlilik, hastalık gibi kategorilerin özne oluşumunda ne gibi tarihsel ve toplumsal roller oynadığını araştırmıştır. Düşünür, Cinselliğin Tarihîne yönelik olarak çalıştığı son yıllarında ilgisini modernite öncesi döneme yöneltmiş, Antik Yunan ve Latin metinlerine dönerek modern özne düşüncesinin izini sürmeye girişmiştir. Kendi deyişiyle bir "düşünce tarihçisi" olarak her zamanki titiz çalışmasını sürdüren Foucault, dur durak bilmeden söz konusu dönemlerde yazılmış metinleri incelemiş, bu metinlerde özne ve kendilikle ilgili hangi meselelerin ön plana çıktığını, hangi soruların zaman içinde gündemden düştüğünü ve hangi kavramsal çerçevelerin kurulup dağıldığını araştırmıştır.
Doğruyu Söylemek, Foucault'nun bu son döneminden son derece canlı bir örnek sunuyor bize. Düşünürün California Üniversitesi'nde 1983 yılında verdiği seminerlerin notlarından oluşan bu metin, Foucault'nun düşünce tarihiyle nasıl baş etmeye çalıştığını gözler önüne seren bir çalışma. Antik Yunan tragedyalarından başlayıp Sokrates'e ve Sokratesçi okullara, oradan Yunan ve Latin stoacılarına uzanan bu serüvende Foucault, son derece önemli gördüğü bir kavramı, "dürüst konuşma" (parrhesia) kavramını merkeze koyuyor, kavramın geçirdiği değişimi gözler önüne seriyor. Dürüst konuşma kavramının araştırıldığı bu dersler, bizi aynı zamanda Foucault'yıı daha ilk çalışmalarından itibaren meşgul eden "hakikat" ve "hakikat-özne ilişkisi" meselelerine götürüyor: Eski Yunan ve Roma'da "hakikati dile getirmek" ne demekti? Doğruyu söylemenin toplumsal bağlamı nasıl bir dönüşüm gösterdi? Apollon figürünün merkezde olduğu bir "hakikat oyunu"ndan, Sokrates figürünün merkezde olduğu bir başka hakikat oyununa, yani felsefeye geçilmesi ne anlama geliyordu? Bu dönemde insanın hakikatle kurduğu ilişki, kendisiyle kurduğu ilişkiyi nasıl biçimlendirdi? Bir yaşam biçimi olarak felsefe burada nasıl bir rol oynadı? Tüm bunlar, Foucault'nun bu kitapta bulacağınız altı derste son derece açık bir dille cevabını aradığı sorulardan bazılarıdır.
Doğruyu Söylemek, hem Foucault'yla tanışmak, hem tarih üzerine çalışmanın yaratıcı bir biçimini görmek, hem de bir filozof ve tarihçinin düşünce tarihinde yaptığı heyecan verici yolculuğa eşlik etmek isteyenler için vazgeçilmez bir kitap.

Yapısalcılık Ve Post Yapısalcılık Michel Foucault İle Bir Söyleşi

Yapısalcılık Ve Post Yapısalcılık Michel Foucault İle Bir Söyleşi
Michel Foucault

Birey Yayınları

Foucault'u elinizdeki bu küçük hacimli ancak büyük birikimlere sahip kitapla daha iyi tanımış olacaksınız.

Michel Foucault Güncelliğin Bir Ontolojisi

Michel Foucault
Güncelliğin Bir Ontolojisi
Judith Revel

Otonom Yayıncılık /


Foucault'nun felsefi bir düşünce'sinin ya da felsefi bir eser'inin değil de, felsefi bir güzergâhının olduğunu söylememizin nedeni ne? Güzergâh, yani girift bir yolculuk fikrinde, bir kez daha içsel bütünlük güçlüğüyie, düşünce ve düşünme düzeni ile yaşam düzeni arasındaki çetrefil etkileşim -hatta birbirini ezme- ya da her durumda kargaşa fikriyle karşı karşıya kalıyoruz: Sanki güzergâh, bir biçimde, bir kişinin özel ya da kamusal, ama felsefe dışı güzergâhım da içerlyormuş gibi. Öyleyse, Foucault güzergâhına vereceğimiz ya da ondan esirgeyeceğimiz paye sorunu, Foucault yolculuğuna vereceğimiz felsefi, entelektüel, daha genel olarak etik paye sorunu, dolaylı olarak bir başka soruyu gündeme getiriyor: Aslında, neydi Foucault? ... Psikoloji, tarih ve edebiyatla ilgilenen ve bir edebiyatçı gibi yazan filozof Foucauit. Bütün bunlara ilk gülen o olacaktır, olmuştur da: Foucault, bir söyleşide söyleşiyi yapanın "Siz kimsiniz, sayın Foucault?" sorusunu yanıtlamayı reddederek, kimliğini saptamaya çalışan ve "nüfus kütüğü ahlakı" olarak adlandırdığı şeyle ilgilenmediğini dile getiriyordu tahrik edici bir biçimde. Ve yanıtına büyük bir kahkaha eşlik ediyordu: Foucault, gülen
filozof(-olmayan?).

İktidarın Gözü

İktidarın Gözü
Michel Foucault

Ayrıntı Yayınları

İktidarın Gözü, Foucault'nun Seçme Yazılar dizisinde daha önce yayımlanmış olan Entelektüelin Siyasi İşlevi, Özne ve İktidar ve Büyük Kapatılma ile tamamlayıcı bir bütünlük oluşturuyor. Bu ilk üç cilt iktidar ilişkilerinin modern Batı toplumlarında kullandığı özneleştirme teknikleri ile bu tekniklerin uygulanmasını mümkün kılan kurum ve pratikleri çözümlemek için Foucault tarafından geliştirilen modele dair ayrıntılı metinler içeriyor ve direniş, bilgi, entelektüel gibi bazı temel kavramların bu model çerçevesinde yüklendiği yeni anlamları tartışıyordu.

İktidarın Gözü ise özellikle iktidarın özneleştirme tekniklerinin analizlerinde öne çıkan öznel deneyim biçimleri ve onlara tekabül eden akıl hastalığı, suça eğilimlilik ve cinsellik gibi kimlikleri; bu deneyim ve kimliklerin kurulmasını belirleyen tıp, psikiyatri, sosyoloji, kriminoloji gibi bilgi biçimleri ile psikanaliz, müşahede, tecrit, ıslah, tedavi, cezalandırma gibi pratikleri ve nihayet hastane, akıl hastanesi, hapishane gibi bu pratiklerle karşılıklı bir belirlenim ilişkisi içinde olan kapatma kurumlarını konu alıyor. Foucault'nun siyasi etkinliklerinin yoğunlaştığı 1975 sonrası yıllarda verilmiş konferans ve söyleşileri kapsayan bu kitap, sadece Foucault'cu bir bakış açısından hareketle geliştirilebilecek direniş mekanizmalarını değil aynı zamanda bu bakış açısının diğer iktidar eleştirileri ve direniş modelleri ile benzerlik ya da farklılıklarını da tartışan ve özellikle Foucault'nun kimlik politikalarıyla ilgili tutumunu belirginleştiren bir bütün. 'Öz kimlik'ler arayan, bu kimlikleri insan davranışının yasası haline getirmeyi anlamına gelebileceğine dikkat çeken Foucault, yeni bir etiğin nerede temellendirilebileceğini tartışırken muhalif bir öznelliğin zorunlu olarak kimlik ve onun getirdiği aynılaştırıcı aidiyet ilişkileri üzerinden değil farklılaşma, yaratma ve yenilik üzerinden tesis edilebileceğini söylüyor.

Kelimeler ve Şeyler'in kapanış cümlelerinde 'insan'ın sahildeki kumlara çizilmiş bir suret gibi silinip gideceğini öngörerek büyük tartışmalara neden olan Foucault, burada da özcülükten arındırılmış bir varoluş biçiminin siyasi koşullarına işaret ediyor.
Bugün bütün gücüyle önemini koruyan bu tartışmalara vazgeçilmez bir katkı İktidarın Gözü.

Toplumu Savunmak Gerek

Toplumu Savunmak Gerek
Michel Foucault

Yapı Kredi Yayınları /

20. yüzyıl düşüncesinde tartışmasız bir yeri olan Michel Foucault'nun 1975-1976 yılları arasında verdiği ders notlarını bir araya getiren kitap; toplumu savunmak, iktidar ilişkilerini çözümlemek için savaş modelinin yerindeliğini işliyor.

Yazar, “Toplumu Savunmak Gerekir”de düşünce yazısına yeni kavramlar kazandırıyor. Şehsuvar Aktaş'ın Türkçe'ye kazandırdığı bu yapıtta da, o kavramların, Türkçeleriyle karşılaşacaksınız. Usta işi bir çeviriyle dilimizde yayımlanan bu kitap, "Şeyleri" nasıl görmemiz gerektiğine ilişkin bir başvuru kaynağı özelliği kazanıyor.

Michel Foucault'da İktidar ve Direnme Odakları

Michel Foucault'da İktidar ve Direnme Odakları
Ali Akay

Bağlam Yayıncılık /

Bu kitabın hazırlanışı sırasında herkesin ilgi odaklarının farklı olacağı düşüncesinden yola çıkılmıştır. Foucault'un kitaplarındaki üç eksenden Bilgi (Gerçek), İktidar, Zevk eksenlerinden yola çıktım. Kitaplarını bu eksenlerin ağırlığında okudum. Okumam sırasında Gilles Deleuze'ün Foucault üzerine yazılarından, konuşmalarından faydalandım. Bu anlamda Foucault okuyuşumda Gilles Deleuze'ün etkisi belirgin bir biçimde gözükmektedir. Bir yandan Foucault'nun bir felsefeci olduğunu ve bu açıdan Batı metafizik tarihi ile Heidegger gibi bir hesaplaşmaya girdiğini göstermeye çalıştım.
Epistemelerindeki kopuşlar, süreksizlikler üzerine kurulu bir tarih anlayışını ortaya koymuştur. Nietzsche'den kaynaklanan insanın ölümü teması üzerine geliştirilmiştir. Foucault'nun feminizm ve post modernlik ile ilişkisinin kurulmaya çalışıldığı kitap ve metinlerin tersine onun postmodern söylem ile alakalı olmadığını göstermek istedim. Bu nedenle daha çok onun modernliğinden bahsetmeyi yeğledim.

Bu Bir Pipo Değildir

Bu Bir Pipo Değildir
Michel Foucault

Yapı Kredi Yayınları /

Michel Foucault, Magritte'in tedirgin edici resimlerinden birkaçına aklını takmıştı. Hem bu resimlerle, hem de ressamla uzun uzun söyleşti, uzun uzun düşündü ve kısaca, ama sıkıştırılmış barut gibi, okurun zihnini patlatmaya aday bir kitapla çıkageldi. Gördüğümüz, gördüğümüz müdür? Bu bir pipodur. Mudur?

Hapishanenin Doğuşu

Hapishanenin Doğuşu
Michel Foucault

İmge Kitabevi Yayıncılık /

İktidarın kendini gösteriş ve debdebe içinde dışa vurduğu, gücünü bu gösterişten aldığı eski siyasal sistemden mümkün olduğunca ve giderek artan bir şekilde görünmez hale geldiği modern siyaset sistemine geçiş, bir yandan iktidarı kişileştiren hükümdarın yerine, adsız kişiler tarafından kullanılan bir yönetim aygıtının yerleşmesiyle, diğer yandan da kamuya açık cezalandırmadan, gizli bir cezalandırmaya doğru olan bir hareketle belirlenmektedir.

Kendini öne çıkaran iktidar, bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir.

Böylece modern iktidar çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hale getirmiş, egemen olmuştur.

Her kişi biryerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır.

Deliliğin Tarihi

Deliliğin Tarihi
Michel Foucault

İmge Kitabevi Yayıncılık /

Michel Foucault Deliliğin Tarihi'nde, 1500 yıllarından 1800 yıllarına, deliliğin gündelik yaşamın bir parçası sayıldığı, kaçıklarla çılgınların sokaklarda ellerini kollarını sallaya sallaya dolaştıkları Ortaçağdan, artık tehlikeli sayılmaya başladıkları, tımarhanelere kapatıldıkları, öteki insanlarla aralarına ilk kez duvarların çekildiği döneme dek, Batı'da deliliğin arkeolojisini irdeliyor.

Deliliğin fantastik dünyasında dolaşırken Foucault, aslında "deli"nin bize onun deli olduğuna karar veren, onu öyle konumlandıran genel toplumsal harita üzerinde işgal ettiği yer itibariyle yansıdığım gösteriyor. Her çağın kendi ütopyası içinde kendini arındırdığı, saflaştırdığı, idealleştirdiği tarihsel yolculukla, delinin bu arınma ayin ve oyunundaki yerini ve rolünü kavramamızı sağlıyor. Bu nedenle, Deliliğin Tarihi, aynı zamanda aklın tarihinin ana hatlarını da ortaya koyuyor: Akıl, kendini ancak deliliğin zıddında, deliliğin zıddı olarak tanımlayabiliyor, öyleyse delilik, toplum düzeninin varlığı için gerekli; çünkü bu düzen ancak kendi negatifinin aynasında kimlik bulabiliyor.

Marx'dan Foucault'ya İdeoloji

Marx'dan Foucault'ya İdeoloji
Michele Barrett

Doruk Yayınları

Marksist ideoloji kavramı son günlerde en çetin eleştirilere konu olmaktadır.Michele Barrett post-marksist bir yaklaşım sergilediği kitabıyla bu eleştiri kervanına katılmaktadır. Barrett ideolojiyi düşünceler hatta değerler olarak değil, eleştirel toplumsal teorideki daha güçlü ve geniş anlamıyla ele aldığını belirtir. Barrett, kendini "marksist ideoloji modeliyle -iç tutarsız-lıkları ve sonunda paradigmanın çöküşüyle ve Foucault'daki anlamıyla post-yapısalcı Marksizm eleştirisiyle" sınırladığını vurgulamaktadır.

Michel Foucault, David Macey

Michel Foucault
David Macey

Güncel Yayıncılık Etiket: 8,00 TL
NetKitap Ederi: 6,00 TL


Yirminci yüzyılın muhalifleri arasında yer alan Fransız düşünür Michel Foucault, yaşamı boyunca kendisiyle ilgili olarak konuşmayı sürekli biçimde reddetti. "Kim olduğumu sormayın, değişmeden aynı kalmamı" şeklinde özetlenebilecek bir tavrı vardı onun. Ancak yaşamının son yıllarında, bu duruşunu değiştirdi, çok sayıda röportaj verdi; "yaşam" ve "iş"i bir arada tanımladığı "varoluşun estetiği" üzerine konuşmaya başladı.
David Macey bu eleştirel biyografik çalışmasında, işte bu çelişkili tutum özelinde Foucault'nun yaşamı ve çalışmalarının anlaşılırlığını olanaklı kılmak üzere, konuyu kendine özgü ve heyecanlı bir yöntemle tartışıyor.

Macey, Foucault'nun önemli çalışmaları ve yaşamı, özellikle de politik yaşamı, arasındaki ilişkinin bir yansıması olarak yazdıklarına, ortaya koyduğu görüşlerin kolayca anlaşılmasına ve kavranmasına odaklanıyor. Yazar, Foucault'nun yaşamı ve çalışmalarıyla karmaşık entelektüel-politik dünyasının keşfine de ışık tutuyor.

Paris'in güneybatısındaki Poitiers'ta varlıklı taşralı bir ailenin çocuğu olarak doğuşundan eğitim hayatına, ilk fikirlerinin olgunlaşmasına ve yaşamının son anına kadar, adım adım Foucault'nun izini süren yazar, büyük bir düşünce adamının bilinmeyen yönleriyle tanıştırıyor bizi...

Hayalimdeki Michel Foucault / Maurice Blanchot: Dışarının Düşüncesi

Hayalimdeki Michel Foucault / Maurice Blanchot: Dışarının Düşüncesi
Michel Foucault, Maurice Blanchot

Kabalcı Yayınevi /

Her ne olursa olsun tek başına, içine kapalı, yürümekte olan bir insan ve bundan dolayı da harelenen, ancak serapsız, sanıldığı gibi harikatirn arayışına yabancı değil de (pek çoğundan sonra) bu arayışın tehlikelerinin ve aynı zamanda iktidarın çeşitli düzenekleriyle olan muğlak ilişkilerinin görülmesine izin vererek bir yüzey söyleminin nerede ve nasıl mümkün olduğunu araştırarak içselliğin saygınlığından sakınan, öznelliğin tuzaklarını reddeden bir insan.
- Maurice Blanchot, Hayalimdeki Michel Foucault-
Blanchot'da kurmacalar, imgeden çok imgelerin değişmesi, yer değiştirmesi, tarafsız aracısı, zaman aralığıdır. Bunlar kesindir, yalnızca gündeliğin ve anonimliğin tekdüzeliğinde çizilmiş figürleri vardır; ve bunlar şaşkınlığa yer bıraktıklarında, bunu asla kendi içlerinde değil, onları kuşatan boşlukta, köksüz ve kaidesiz bırakıldıkları uzamda yaparlar. Kurmacasal olan şeylerde ya da insanlarda değildir, onların arasındaki şeyin imkansız gerçeksiliğindedir: Karşılaşmalar, en uzağın yakınlığı, bulunduğumuz yerde mutlak saklama. Demek ki kurmaca, görünmezi göstermek değil de, görünürün görünmezliğinin ne kadar görünmez olduğunu göstermektir.
- Michel Foucault, Maurice Blanchot-

Sonsuza Giden Dil

Sonsuza Giden Dil
Michel Foucault

Ayrıntı Yayınları


Sonsuza Giden Yol, Foucault'un kitapları ile Colléege de France'ta verdiği derslerin dışındaki metinlerini bir araya getiren Dits et écrits'den Türkçeye yapılan altı ciltlik çeviri seçkisinin son cildini oluşturuyor. Daha önceki ciltler Foucault'nun çağdaş düşünce ve eylem dünyasına çok farklı alanlarda damgasını vurmuş ve kalıcılığı kuşku götürmeyen müdahalelerini kapsamlı bir biçimde ele alan yazılarından oluşuyordu: Entelektüelin günümüz Batı toplumlarında ve özellikle 68 olaylarından sonra edindiği yeni anlam ve işlev, modern felsefenin bir veri olarak aldığı öznenin aslında bilgi-iktidar tarafından nasıl kurulduğuunun bilim tarihi ve siyaset teorisi üzerinden derinlikli bir analizi, iktidarın bu süreçte kullandığı kapatma ve gözetleme pratiklerine dair tarihsel gözlemler, birer rasyonalite biçimi olarak bilgi ile iktidarın hem ayrı hem de birbirleriyle karşılıklı ilişki içinde anlaşılabilmesini sağlayan analiz biçimleri olarak arkeoloji ve soybilimin ayrıntılı tartışmaları ve nihayet Foucault üzerinde çok önemli etkileri olmuş on dokuzuncu ve XX. yüzyıl düşünürlerine dair değerlendirmeler...

Sonsuza Giden Dil ise Foucault'nun, felsefe, tarih, siyaset alanlarının yanı sıra sanat teorisi üzerindeki etkisinde de çok önemli bir rol oynamış olan, ama Seçme Yazılar dizisinin daha önceki ciltlerinde çok fazla yer almayan çalışmalarını kapsıyor. Edebiyat, tiyatro, sinema, fotoğraf ve müzik üzerine kaleme alınmış bu metinler, Hölderlin, Flaubert, Roussel, Blanchot, Bataille, Klossowski, Robbe-Grillet, Duras gibi modern Avrupa edebiyatını yönlendirmiş yazarların yanı sıra Pasolini ve Schroeter gibi yönetmenler, Duane Michaels'in fotoğrafları ve Pierre Boulez'in müziği üzerine beklenmedik perspektifler sunuyor. 1960'ların başlarından Foucalt'nun öldüğü 1984 yılına kadar geniş bir zaman dilimine yayılan bu yazıların önemli bir kısmı sadece sanat eleştirisi veya teorisine yapılmış müdaheleler olmanın ötesinde, Foucault'yu kullandığı dilin inceliklerini göz kamaştırıcı bir ustalıkla dokuyan bir yazar olarak tanımayı sağlamasının yanı sıra öznenin felsefe sahnesinden çekilişini sanat üzerinden de örneklendirme özelliğine sahip.

XX. yüzyılın düşünürlerinden biri olan Michel Foucault'nun, giderek özelleşen araştırma alanlarında sıkışan entelektüel modelinin tersine, içinde yaşadığı çağı ve onun tarihsel arkaplanını her yönüyle kavrayan ve eleştiren bir bakış açısını büyük bir tutkuyla götürdüğü yeri örneklendiriyor Sonsuza Giden Dil.

Bir Aile Cinayeti Michel Foucault

Bir Aile Cinayeti
XIX. Yüzyılda Bir Aile Cinayeti
Michel Foucault

Ayrıntı Yayınları /


Annemi, kız kardeşimi, erkek kardeşimi katleden ben, Pierre Riviére
XIX. yüzyılda Normandiya'nın Calvados eyaletine bağlı küçük bir köyde yaşayan 20 yaşındaki Pierre Riviere, çocukluğundan beri garip davranışlarıyla tanınmaktadır. İnsanlardan, bilhassa kadınlardan kaçmakta, karamsar ve dengesiz kişilik özellikleri sergilemektedir. Oldum olası kafasını meşgul eden yücelik fikirleri, ailesinden yaşanan sorunlarla birleşince onu adım adım korkunç sona yaklaştırır. Babasını mutsuzluklarından kurtarmak gibi, ulvi olduğunu düşündüğü bir misyon üstlenerek, annesini ve iki kardeşini öldürür.

Hapishanede kaleme aldığı hatıratı, hem kendi öznel durumunu hem de o dönem Fransa'nın genel profilini yansıtması açısından çok ilginçtir. O dönemde Fransa, Cumhuriyetçiler ve kralcıların iktidar mücadelesiyle çalkalanmata, gizli dernekler mantar gibi bitmektedir. Kral Louis-Philippe'e suikast düzenleyen Fieschi'nin davası ile Riviere'in davası aşağı yukarı aynı zamana denk düşer. Kral tüm tebaanın babası olarak düşünüldüğünden, ebeveyn katliyle kral katli arasındaki geçişlilik, iki dava sürecinin birbirinden etkilenmesine yol açmıştır. Akıl hastası mı, yoksa bir canavar mı olduğu konusunda bir türlü ortak karara varamayan tıp uzmanları ve adalet mekanizması büyük bir bocalama içindedir. Tıp bilimi hem kendi arasında bölünmüş hem de adalet mekanizmasıyla uyuşmazlık yaşanmaktadır. Kısacası, ortada bir yetki sorunu vardır. Kim neye, ne kadar karar verebilecektir? Riviere ve hatıratı, Riviere vakası, yargıçlar ve doktorlar için tam bir bilmece olup çıkmıştır.

Michel Foucault ve arkadaşları, psikiyatri ve suça yönelik adalet arasındaki ilişkilerin tarihi üzerine bir çalışma yapma amacıyla yola çıktıklarında Riviere olayıyla karşılaşır, hatırat ve dava dosyası karşısında derinden etkilenirler. Foucault'nun zayıfların ve kaybedenlerin, akıl hastalarının ve sapkınların hayatlarını anlamaya doğru çıktığı düşünsel yolculuğunun en önemli uğraklarından biri olur Bir Aile Cinayeti.

Bir aile cinayetini konu alması bile tek başına eseri ilginç ve okunmaya değer kılmaktadır. Ama bu tek boyutu içinde değerlendirmek, eseri azımsamak olacaktır. Eğitimsiz, dini ve milli fikirlerle büyülenmiş, akıl sağlığı tartışmalı bir köylünün karşısında, tıp bilimiyle, psikiyatrisiyle, adalet mekanizmasıyla tüm bir toplum yer almaktadır. Sömürgeci, yayılmacı siyaset nezdinde "vatan uğruna" cinayetlerin normal, meşru sayıldığı toplumda, ailesinin fertlerini katleden bir köylü nereye oturtulmalıdır?

İşte Foucault ve arkadaşları buradan yola çıkarak, suç ve ceza, akış sağlığı ve delilik kavramlarını sorgulamakta, ikiyüzlü toplumun "normallik" normlarını tartışmaya açmaktadırlar. Güç, hakimiyet ve çatışkı ilişkileri üzerine bir kez daha düşünmemizi sağlayan bu sarsıcı metin, şiddetin her türüne sık sık tanık olan "bebekleri katil yapan" yaşadığımız toprakları da anlamamıza yönelik çok önemli bir katkı.

Bilginin Arkeolojisi

Bilginin Arkeolojisi
Michel Foucault

Arkeoloji sözcüğünün, Foucault'ya göre birşeyi önceden düşünüp bildirme gibi bir işlevi yoktur; o sadece ifadenin ve arşivin düzeyini, ifade düzenlerini ve pozitiflikleri gösterir; oluşum kurallarını, arkeolojik türeme kurallarını, tarihsel a priori kuralları oyuna sokar. Foucault ile birlikte süreksizlik kavramının tarihsel disiplinlerde önemli bir yer tuttuğu kabul edilir. Bilginin Arkeolojisi tarafından öne sürülmüş olan teorik problemler süreksizlik, kopma, eşik, sınrı, seri, dönüşüm kavramları oyunun betimlenmesi konusunda ortaya çıkarlar. Bilginin Arkeolojisi'nden söylemsel oluşumlar ve ifadeler hakkında geliştirilmiş olan genel teorinin Kliniğin Doğuşu'nun önsözünde yöntemle ilgili olarak sorulmuş bir soruya verilmiş yanıt olduğu söylenebilir.
Düşünce alanlarının varlığı, eğer düşünce kurulmuş ise, düşünce kurulmuş ise, düşünce alanlarının kopukluğunu da içerir diye Marietti'ye göre Foucault'un Bilginin Arkeolojisi'nde göstermeye çalıştığı şey, dilin bölgesi, arşivin anlamı yada söylenmesi olan şeylerin alanıdır. Arkeolojinin söylemleri arşivin içinde özelleşmiş pratikler olarak bitemlediğini söyleyen Foucault söylemsel oluşumların ve ifadelerin bir kez baştan başa katedilmiş alanı, onların birkez tasarlanmış genel teorileri ve mümkün uygulama alanları hakkında yapılmış çözümlemeye arkeoloji adını vermektedir.

Kliniğin Doğuşu

Kliniğin Doğuşu
Michel Foucault

Doruk Yayınları

On yedinci yüzyıl Avrupa'sını etkileyen kapitalist ekonominin, doğal sonucu olan iktidar ve teknikleri hayatın her alanına nüfuz etti.

Akıl Hastahanesi ve hastahaneler 18. yüzyıl'da kurumlaşmaya başladı.

Hastalar, sakatlar, akıl hastaları, toplum dışı kabul edilen kimi kesimler, kadın erkek ayrımı gözetilmeksizin aynı yere konuldu. Diğer Avrupa ülkelerinde de benzer uygulamalar yapıldı.


19. yüzyıl başında ise Modern Hastahane, Akıl Hastahanesi, hapishane gibi bir dizi denetim kurumu ortaya çıktı.

Görünürde hastalar, akıl hastalarının tedavisi ve ıslahını amaçlayan bu kurumlar Modern Kapitalist toplumun disipline edici, ıslah edici, denetleyici teknikleriyle, kapitalizmin ihtiyaç duyduğu üretken, itaatkâr insan tiplerinin üretilmesini hedefliyordu.

Michel Foucault "Kliniğin Doğuşu" adlı bu eserinde Tıbbi Görüşün Bir Arkeolojisini inceliyor.



Modern tıp, kendi doğum tarihini XVII. yüzyılın son yıllarına doğru bizzat kendisi saptadı. Kendi hakkında düşünmeye başlar, her türlü kuramın ötesinde nesnelliğin kökenini geriye dönüşte, algılanan etkin gösterişsizliğinde özdeşleştirir. Gerçekte öyle sanılan bu görgücülük, görünenin mutlak değerlerinin yeniden keşfine, sistemlerin ve onların ham hayallerinin terk edilmesi üzerinde değil, ama binlerce yıllık bir bakış ile insanların acısı üzerinde durduğunda açılan bu açık ve gizli alanın yeniden düzenlenmesi üzerine oturur.

Michel Foucault

Özne ve İktidar

Özne ve İktidar
Michel Foucault

Ayrıntı Yayınları

Özne ve İktidar'da bir araya getirilen metinler, Descartes'tan günümüze Batı düşüncesinde neredeyse vazgeçilmez bir yer tutan özne ve bilinç felsefesinin hâkimiyetini sarsan yeni bir düşünme biçimini temsil ediyor. 1960'lı yıllardan itibaren özellikle Nietzsche ve Heidegger'in etkisiyle ortaya çıkan bu yeni düşünme biçimini, Foucault'nun 'antropolojizm' olarak adlandırdığı ve öncelikle insanı ve insan doğasını felsefi düşünce için çıkış noktası olarak alan, özelde ise öznede ve bilinçte yoğunlaşan geleneği hedef alıyordu. Kendi yapıtlarında doğrudan doğruya özne sorununu hedef alan Foucault'un bu yeni eleştirel bakışta tuttuğu yer çok önemlidir. Öznel deneyimi açıklamak için öznenin ve bilincin değil, o deneyimi kuran söylem ile söylemin karşılıklı ve kaçınılmaz bir ilişki içinde olduğu iktidar sistemlerinin, yani bilgi/ iktidarın tarihsel bir analizini yapmak gerektiğini gösteren Foucault bir yandan iktidar ile öznellik arasındaki ayrılmaz ilişkinin altını çizmiş; öte yandan bu ilişkinin kurulmasında insan bilimlerinin oynadığı rolü ortaya çıkarak çok güçlü bir bilim eleştirisi getirmiştir. Foucault'nun bu analizlerde geliştirdiği ve kullandığı iktidar modeli klasikleşmiş siyaset felsefelerinin kullandığı modelden radikal biçimde farklıdır. Yeni bir iktidar anlayışından yola çıkan Foucault, delilikten suça, sağlıktan cinselliğe kadar daha önce üzerinde yeterince durulmamış deneyim biçimlerinin modern bireyin tanımlanmasında ne kadar önemli bir rol oynadığını ve bu deneyim biçimlerinin kurulmasında iktidar ilişkileri ve tekniklerinin belirleyiciliğini göstermiştir. Öte yandan Foucault ısrarla bu belirleyiciliğin özgürlüğü ve iktidara karşı direnişi dışlamadığını, tersine iktidar ilişkisinin özünde yatan şeyin 'özgürlüğün inadı' olduğunu söyler. Foucault'ya göre özgürlüğün kullanımı bir 'ahlâki özneleşme', yani kendimizi özne olarak yeniden kurma biçimini almalı ve yeni tahakküm biçimleri üretmeden iktidara karşı direnmeyi mümkün kılmalıdır. Siyaset felsefesi ve insan bilimlerinde bir çığır açan bu görüşlerin incelikle işlendiği makale ve söyleşileri içeriyor Özne ve İktidar.

Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme

Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme
Veli Urhan

Paradigma Yayıncılık /


Michel Foucault: Bazı yorumcularına göre bir postmodern bazı yorumcularına göre bir postyapıcalcı bazı yorumcularına göre de bir postmarksist. Fakat o bütün bu yaftaları açıkça reddeder. Foucault yirminci yüzyılda, düşünme biçimlerimizde gerçekleştirilmiş bir mini entelektüel devrimin mimarıdır; o söylemin, güç ve iktidarın, yaşayan, konuşan ve çalışan varlık olarak insanın, episteme'nin, iktidar formları olarak insan bilimlerinin ve tarihsel süreksizliklerin düşünürüdür. Söylemeye bile gerek yoktur ki Michel Foucault yirminci yüzyılın ikinci yarısının en dikkate değer düşünürlerinden biridir. Foucault disiplinler arası sınırları aşan bir düşünürdür. Veli Urhan, Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme adlı bu titiz araştırmasıyla ülkemizdeki Foucault incelemelerine önemli bir katkıda bulunuyor. Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme emek ürünü ve okumamız gereken bir kitap.

Kelimeler ve Şeyler / İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi

Kelimeler ve Şeyler / İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi
Michel Foucault

İmge Kitabevi Yayıncılık /

Theophile Gautier, Velazquez'in Las Meninas'ını ilk kez gördüğünde, kendini 'tablo nerede?' diye haykırmaktan alıkoyamamıştır.
İlk bakışta, tablo basit bir konuyu işlemektedir. Kralın beş yaşındaki kızı infante Margarita, nedimeleri (las meninas) ve soytarılarıyla çevrelenmiş olarak tablonun ortasındadır. En dip tarafta, saray nazırının silueti görülmektedir, ama biraz daha yakından ve daha dikkatle bakılınca, tabloda başka kişilerin de olduğu fark edilmektedir. Dip duvarın üzerinde bir ayna vardır ve aynadan İspanya kralı IV. Felipe ile kraliçe Avusturyalı Maria Anna'nın görüntüleri yansımaktadır. Ve ressamın bizzat kendisi, üzerinde çalıştığı tualinde bize ters dönmüş olarak görülmektedir. O halde, resmi yapılan kimdir, kimlerdir? Tablonun adının belirttiği gibi, nedimeler mi, küçük prenses mi, yoksa kral ve kraliçe mi? Tablonun mekanı nerededir? Ressamın, çalıştığı atölyede mi, yoksa kral ile kraliçenin bulunduğu yerde mi? Acaba iki tablo mu vardır? Biri gördüğümüz, diğeri de görmediğimiz, yapıldığını anladığımız. Asıl tablo hangisidir? Öte yandan, kral ile kraliçenin durdukları yer, aynı zamanda bizim de, seyircinin de durduğu yerdir. Las Meninas, bakanın bakılan olduğu ve tablonun kişilerinin arasına katıldığı tek resimdir; ayna, kral ile kraliçenin görüntüleriyle birlikte, bizimkini de yansıtmak durumundadır.
Foucault, Kelimeler ve Şeyler'i yazmaya, İnsan Bilimlerinin Arkeolojisi'ni oluşturmaya bu noktadan itibaren başlamaktadır

Michel Foucault ve Sosyolojisi

Michel Foucault ve Sosyolojisi
Orhan Tekelioğlu

Bağlam Yayıncılık /


Günümüz Türkiyesi'nin güç ilişkileri Foucaultcu pratiklerin kuramlarından çok uzak yerlere taşımamaktadır bizleri; çünkü biyo-politika her anlamıyla toplumları denetim altına almaktadır: Hem hakim konumda duranlar ve medya tarafından alaşağı edilmeyi bekleyenler hem de izleyici konumundaki pasifleştirilmiş ve günün birinde magazinleşmeyi hayal eden 'uysal bedenler'. Siyasi ve iktisadi çıkar grupları arasındaki bu ilişkileri ve medya savaşlarını yoksa başka türlü çözümleyebilir miyiz? Biyo-politika, bu alanda, kendisini olanca hızıyla belirginleştirmektedir. Orhan Tekelioğlu'nun Foucault'un sosyolojisini irdelerken ileri sürdüğü tez, öznenin değil ben'in (kendinin) teknolojisinin modernleşmekten çıkan toplumlardaki sorunsalıyla ilgili gibi görünmektedir. Kendi kendine duyulan endişe, kişiyi birey gibi modern kapatıcı pratiklere esir etmeksizin özne gibi bütüncül ve kurgusal hayallere maruz bırakmaksızın işleyen bir tecrübedir. Bu da bir tekillik pratiğidir özne değil, olay olmaktan geçer. Bu, başka bir deyişle oluş çizgisidir.
Ali Akay

Michael Hardt

Michael Hardt, amerikalı edebiyat kuramcısı ve entelektüel.Halen Duke Üniversitesi'nde edebiyat profesörlüğü yapmaktadır.1993 yılında Gilles Deleuze (Gilles Deleuze:An Apprenticeship in Pholosophy) üzerine kendi yazdığı kitabının dışında, Antonio Negri ile birlikte (Labor of Dionysus ve Empiere) gibi ortak çalışmaları bulunmaktadır.Ayrıca Paolo Virno ile 1996'da (Radikal Tought in Italy) ve Kathi Weeks ile 2000 yılında (The Jameson Reader) ortak çalışmalar yapmıştır. 20. yüzyıl edebiyatın da modernizm ve realizm üzerine çalışmaları devam etmektedir. Siyasl teori alanında Negri ile birlikte yeni durum icinde dünyanın yeniden kavranışı ve değiştirilemsi ile ilgili bir konumda durmakta, yanlızca bu yeni durumların değerlendirilmesinde geleneksel sol-muhalif konumlardan ayrı yönelimler göstermektedir.Foucault'un, özellikle iktidar çözümlemeleri bağlamında, ikilinin çalışmaları üzerinde belirgin bir etkisi olduğu görülmektedir.İkili biyoiktidar kavramını yeniden kullanıma sokmaktadır.Postmodern durum içinden bir karşı düşünce geliştirme arayışı içinde oldukları söylenebilir.

Victoria devri

Büyük Britanya'nın Victoria devri Britanya sanayi devriminin yükselişi ve Britanya İmparatorluğu'nun zirvesi olarak kabul edilmektedir. Genellikle Kraliçe Victoria'nın (sıklıkla en büyük ve en sevilen Britanya hükümdarı olarak kabul edilir) hüküm sürdüğü 1837 ile 1901 yılları arası için kullanılır, ancak birçok tarihçiye göre 1832 Reform Hareketi bu kültürel devrin asıl başlangıcıdır. Victoria devrinden önce Naiplik devri ve sonrada Edward devri yer almaktadır. Victoria ayrıca Britanya tarihinde en uzun hüküm süren kişidir.

Mina Urgan'ın belirttiği gibi (Urgan, M. (2003). İngiliz edebiyatı tarihi. İstanbul: YKY) kavramsal olarak çatışkı ve çelişkilerle dolu olan Viktorya dönemini yine çelişki ve çatışmalarla dolu anahtar kelimeler aracılığıyla vermektedir ki bunları aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür: 1. Ailevi değerlerle saygıdeğer olma merakı ve bunun getirdiği ikiyüzlülük, 2. Toplumsal durumlardan ve bireysel koşullardan aptalcasına memnunluk, 3. Cinsel konularda yapay çekingenlik ve sevgisiz evliliklerin kutsal bulunması, 4. Dar kafalılık ve dinsel yobazlığa karşın Hristiyanlığın dibini oyan bilimsel araştırma ve gelişmeler, 5. Para ve madde severlik ve alt sınıfların ve parasızların saygın bulunmaması, 6. Plansız gelişen sanayileşme ve haksızlıklarla dolu çalışma şartları ve adaletsiz ekonomik düzen, 7. Sanata duyulan düşmanlık ve edebiyatın salt eğlence aracı olarak algılanması.

Michel Foucault

Fransız filozof Michel Foucault ("Mişel Fuko" olarak okunur), 15 Ekim 1926’da Poitiers’de doğdu. Babası, oğlunun kendi kariyerini takip etmesini isteyen bir cerrahtı. Foucault, Saint-Stanislas Okulunu bitirdikten sonra, saygın bir okul olan Paris’teki 4. Henry Lisesi’ne girdi. 1946’da, daha önce sınavlarında başarısız olduğu École Normale Supérieure’e kabul edilen dördüncü öğrenciydi. Okul yıllarında eşcinselliğini keşfetti. Maurice Merleau-Ponty ile felsefe çalıştı. 1948’de felsefe diplomasını, 1950’de psikoloji diplomasını aldı ve 1952’de psikopatoloji diplomasıyla ödüllendirildi.

1954’ten itibaren dört yıl İsveç’te Uppsala Üniversitesi’nde doktora tezini yazdı. Zamanın Uppsala Üniversitesinin pozitivist damarı Foucault'un tezini bilimsel bulmayıp, kabul etmedi. Birer yıl da Varşova ve Hamburg Üniversitelerinde Fransızca öğretti. 1960’da Fransaya Clermont-Ferrard Üniversitesine Felsefe bölüm başkanı olarak döndü. "Delilik ve Medeniyet" kitabındaki teziyle doktorayla ödüllendirildi. Aynı yıl Foucault, kendinden on yaş küçük olan felsefe öğrencisi Daniel Defert’la tanıştı. Defert’ın politik aktivizmi çalışmalarında ona yol gösterdi. Foucault, Defert’la aralarındaki ilişki için çok sonraları bunun zaman zaman da aşka benzeyen uzun soluklu bir tutku ilişkisi olduğunu söyledi.

Foucault’nun ikinci önemli eseri "Kelimeler ve Şeyler" (Les Mots et les choses) 1966’da yayınlanan karşılaştırmalı bir ekonomi, doğa ve dil bilimleri çalışmasıydı. Çok satan bu kitap Foucault’nun adının tanınmasında büyük rol oynadı.

1966-1968 arasında Defert’la birlikte Tunus’a gitti ve birlikte tekrar Paris’e döndüler. Foucault, Vicennes’deki Paris-VIII Üniversitesi’nde Felsefe bölüm başkanı oldu, Defert da sosyoloji bölümünde ders vermeye başladı. 1968 öğrenci hareketinden oldukça etkilendiler. Aynı yıl Foucault başka aydınlarla beraber Hapishane Bilgilendirme Grubu’nu (The Prison Information Group) kurdu.

1969’da "Bilginin Arkeolojisi"’ni (Archéologie du savoir) yayınladı. 1970’de en önemli araştırma enstitülerinden biri olan Fransa Koleji’ne Düşünce Sistemleri Tarihi profesörü olarak seçildi. 1975’te belki de en etkili kitabı olan "Hapishanenin Doğuşu"’nu (La Naissance de la Prison) yayınladı.

Ömrünün kalan yıllarında kendini "Cinselliğin Tarihi" (Histoire de la sexualité) çalışmasına adadı. 1976’da ilk cildini yayınladı, çalışmasını tam bitirememiş olsa da ikinci ve üçüncü ciltler 1984’teki ölümünden hemen sonra yayınlandı.

Michel Foucault, daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir filozoftu. Nietzsche ve Heidegger’in düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çalışmalarında çoğunlukla Karl Marx ve Sigmund Freud’un fikirleriyle mücadele etti. Hapishaneler, polis, sigorta, delilik, eşcinsellik ve sosyal haklar konularında çalıştı. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni güç ilişkileri üstüne kurdu.

Biyoiktidar

Biyoiktidar terimi asıl olarak Fransız Filozof Michel Foucault tarafından ortaya atılmış ve modern devletlerin amaçlarını “bedenlerin zaptedilmesini ve nüfusun kontrol edilmesini başarmak için sayısız ve farklı tekniklerin uygulanışındaki bir patlama” aracılığıyla, özellikle de istatistik ve olasılığın kullanılması yoluyla, düzenleme pratiğine işaret eden bir terimdir. Foucault bu terimi ilk College de France’daki derslerinde kullandı, terim yazılı olarak ilk kez Cinselliğin Tarihi adlı kitabının ilk cildi olan Bilme İstenci’nde kullanıldı. Düşünürün iki çalışmasında ve daha sonraki kuramcıların çalışmalarında terim fiziksel sağlıkla daha az doğrudan bağlar taşıyan kamu sağlığı, kalıtımın düzenlenmesi ve risk yönetimi (François Ewald) kavramlarına işaret etmek için kullanıldı. Bunun dışında Foucault’nun daha az kullandığı ve ondan sonra gelen düşünürlerin kendisinden bağımsız olarak kullandığı biyopolitika terimiyle de yakından bağlantılıdır.

Foucault
Foucault’ya göre biyoiktidar bir iktidar teknolojisidir yani bir tek iktidar teknolojisine değişik teknikleri kapsayan bir iktidarın uygulanmasıdır. Bu politik teknolojinin ayırt edici niteliği tüm toplumun, nüfusun kontrol edilmesine izin vermesidir. Biyoiktidar modern ulus devletin ve modern kapitalizmin ortaya çıkışında önemlidir. Terim tam anlamıyla “bedenler üzerine kurulan iktidar”dan bahseder. Foucault biyoiktidar sayesinde iktidarın yeni bir sürece girdiğini belirtir. Düşünürün disiplin toplumu ve düzenleyici kontroller adını verdiği teknolojiler sayesinde iktidar tek tek bedenlerde varolur, tek tek insanlara hükmeder ve böylece (kabaca söyleyecek olursak) her bireyi bir polis haline getirerek iktidarı dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya doğru yayar.

İktidarın kendini rasyonel olarak aklaması, haklı çıkarması gereken bir çağda, biyoiktidar yöntem değiştirmiş ölüm tehdidinin yerine yaşamın korunması ve sürdürülmesine, bedenin düzenlenmesine ve cinsellik nosyonu gibi diğer iktidar teknolojilerinin üretilmesine vurgu yapar. Sağlığın, kalıtımın, ailenin, “kanın” ve “normalliğin” düzenlenmesi biyoiktidara yönelik doğrudan örneklerdir. Benzer biçimde devlet aygıtına yönelik organizmacı yaklaşım (örneğin devletin baş, işçilerin kol olarak tasvir edilmesi) da bunun bir örneğidir. Bu nedenle biyoiktidar, öjenikle ve devlet ırkçılığıyla doğrudan bağlantılıdır. İlk kez ırk mücadelesi teziyle ilgili derslerinde ortaya çıkan biyoiktidar kavramıyla Foucault iktidarı olumlu bir şey olarak tanımlar ki klasik iktidar anlayışı temelde olumsuzdur, kısıtlayıcıdır ve sansürcülükle benzerlik taşır. Cinsellik Viktorya Döneminde sessizliğe gömülmüş olsa da, aslında “cinsellik dispozitifine” (ya da “mekanizmasına”) bağlıdır ve bu mekanizma özneyi kendi cinsiyeti hakkında konuşmaya zorlar, kışkırtır. Dolayısıyla “cinsellik diye bir şey yoktur”, bu kavram tutarsız bir yaratımdır ve cinselliğimizin kişisel gerçeğimizi içerdiğine bizi inandırır (aynı biçimde “ırk mücadelesi” tezi de, politikanın ve tarihin hakikatini, sözde barışın altında yatan ve sürekli devam eden yer altı savaşında görmektedir).

Bundan başka yaşamı en yüksek değerine çıkarma amacındaki iktidarın karanlık bir temelde yükseldiğini söyler. Eğer devlet kendi halkını korumak için yatırım yapıyorsa, eğer yatırım hayat demekse, her şey haklı çıkartılabilir. Ulusun ya da insalığın yaşamına yönelik tehdit oluşturduğu söylenen herhangi bir grup, örgüt hiçbir ceza görmeden, kınamayla karşılaşmadan ortadan kaldırılabilir. “Eğer soykırım aslında modern iktidarın hayaliyse, bu onun eski çağlardaki öldürme hakkına bir geri dönüş yaptığı anlamına gelmez; bu iktidar hayatın, türlerin, ırkların ve nüfusun büyük ölçüde her aşamasında varolduğu ve hükmettiği içindir.” (Cinselliğin Tarihi)

Terimin Diğer Kullanıcıları

Foucault için “biyoiktidar” belirli bir tür “iktidar teknolojisi” anlamına geliyorken Giorgio Agamben klasik egemenlik kavramının Antik Yunan’daki başlangıcından beri kendi kendini entegre etmekte olduğunu söyler. Michael Hardt ve Antonio Negri de Marxist teorinin taslağını kullandıkları İmparatorluk adlı eserlerinde bu kavrama değinmişlerdir.Negri ve Hardt belirli noktalarda Foucault'dan ayrılarak biyoiktidar kavramını geliştirirler.İkilinin kullandığı anlamda biyoiktidar Foucaultcu temelden hareket etmekte ancak daha cok Fellix Guattari ve Gilles Deleuze'un Bin Yayla adlı çalışmalarındaki anlam boyutunu geliştirmektedir.