12 Şubat 2010 Cuma

1978'de İtalya Başbakanı Aldo Moro'yu Öldüren, Kızıl Tugaylar'ın Lideri Ve Ömür Boyu Hapse Mahkûm Marıo Morettı'den Yeni Aktüel'e İtiraflar!

11 Mart 2008 tarihli İngiliz The Daily Telegraph G azetesi'nde yer alan bir haber, 30 yıl önce "Kızıl Tugaylar" tarafından işlenen Aldo Moro cinayetiyle ilgili yeni bir iddiayı içeriyordu. İddia, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın uluslararası kriz yönetimi uzmanı ve rehine olaylarında arabuluculuk faaliyetlerini yürüten Steve Pieczeni k'in "Aldo Moro'yu Biz Öldürdük" isimli yeni kitabında yeralıyordu. Buna göre, İtalya eski Başbakanı ve Hıristiyan Demokrat Partisi lid eri Aldo Moro parlamentoda Komünist Parti ile ittifak arayışına girince, ABD ile Sovyetler Birliği endişelenmiş ve Moro ABD taraf ından "kurban edilmişti". Kitaptaki bir başka iddia da, dönemin İçişleri Bakanı Francesco Cossiga başkanlığındaki kriz komitesinin 55 gün rehin tutulan Moro'nun devlet sırlarını vereceğinden kuşkulanıp, henüz öldürülmeden Kızıl Tugaylar adına sahte bir bildiri hazırlatarak Moro'nun öldürüldüğünün ilan edilmesi kararı aldığı yönündeydi. Nitekim Cossiga da birkaç hafta önce bu sahte belge iddiasını doğruladı. 30 yıl sonra yeniden gündeme gelen Moro cinayetinin faili, Kızıl Tugaylar'ın ömür boyu hapis cezasına mahkûm lideri Mario Moretti, Milano'da Yeni Aktüel'in soruların yanıtladı…

İtalya'da 1963-1968 ve 1974-1976 yılları arasında başbakanlık yapan Hıristiyan Demokrat Parti (DC) Genel Başkanı Aldo Moro, 16 Mart 1978'de Brigate Rosse (BR - Kızıl Tugaylar) adlı silahlı devrimci örgüt tarafından kaçırılarak BR'nin "halk hapishanesi" olarak adlandırdığı Roma'nın Via Gradoli Bölgesi'ndeki bir evde 55 gün rehin tutuldu. Örgütün aldığı kararla 9 Mayıs 1978'de Mario Moretti tarafından evin garajında vurularak öldürüldü, cesedi de Roma şehir merkezindeki Via Caetani'ye bırakıldı. 1981'de yakalanarak ömür boyu hapis cezası alan 1946 doğumlu Moretti, 2 Aralık 1997'den bu yana gecelerini (23.00-07.00 arası) hapishanede gündüzleri de evinde geçiriyor. İtalya yasalarına göre ayrıca yılda 25 gün hapis dışında "tatil" hakkına sahip.
Milano, Mailand'daki evinde buluştuğum Mario Moretti burada gazeteci eşi ve 11 yaşındaki kızıyla birlikte yaşıyor. Kitaplar, tablolar ve çiçeklerle dolu ev oldukça davetkâr ve sıcak bir atmosfere sahip. Beni terasa davet eden Moretti, dışarıya doğru yöneldiğimde gülüyor ve paltomu giymem gerektiğini söyleyerek, Alman "Kızıl Ordu Fraksiyonu'ndan (Rote Armee Fraktion-RAF) gelen yoldaşlar bu mevsimde hep şortla gezerlerdi. Kuzeyden gelenler soğuğa alışkın" diyor. Paltomu giyiyorum, Moretti beni büyük ve çiçeklerle dolu terasında gururla gezdiriyor. Bu kısa gezinin ardından da mutfağa geçip, sandviç ve kahve eşliğinde sohbete başlıyoruz
Moretti röportaj esnasında sık sık ayağa kalkıyor, geziniyor, tekrar tekrar kahve ya da su dolduruyor. Hafif sinirli bir hali olsa da röportajın sonuna değin ilgisini ve ciddiyetini koruyor.
Bir ara kızını okuldan alması için röportajı kesiyoruz. Bir saat sonra dönüyorlar ve kızı bizim için gitar çalıyor. Ardından fotoğraf işine koyuluyoruz. Rossana Rossanda ve Carla Mosca'yla ortak kitaplarında yayımlanmış fotoğrafını hiç sevmediğini ve bu sefer iyi bir fotoğraf istediğini belirtiyor. Kitaptaki o fotoğrafta Moretti parmaklıklar arasında ve oldukça bitkin bir halde görülüyor. Ben de kendisine elimden geleni yapacağımı belirtiyorum. Fotoğraf çekiminin ardından tekrar masaya oturuyoruz ve röportajı tamamlıyoruzİşte o röportaj

"Devletle ortak dili bulamadık"
- Gazetecilerle konuşmayı pek sevmediğinizi biliyorum...
Doğru, ama bazı konuları açıklığa kavuşturmak için konuşmaktan başka çarem yok. Açıkçası şu ana kadar iyi soru soran ve olguları objektif aktaran gazetecilere pek rastlamadım. Gerçekleri çarpıttıkları için uzun süredir İtalyan gazetecilere röportaj vermiyorum. Önyargıları değiştirmek zor oluyor.
- İki gazeteci; Rossana Rossanda ve Carla Mosca'yla 1993'te yaptığınız röportaj "Brigate Rosse: Bir İtalyan Tarihi" ismiyle kitaplaştı. Uzun süren suskunluğun ardından gelen açıklamalarınızla aynı zamanda birçok suçlamaya ve o ana değin karanlıkta kalan konulara değiniyorsunuz... (Bu sorunun Moretti'nin hoşuna gitmediğini hemen anlıyorum. Ayağa kalkıyor, BR'nin tarihi hakkında bir - iki kitap karıştırıyor.)
Öncelikle bu bir röportaj değildi. BR'nin ne olduğu ve 1970 ve 80'lerde neler yaşandığını kavramak istediler. Bu kitap üç kişilik bir sohbetin ürünüdür. İkincisi, bahsettiğiniz karanlık noktalar ya da suçlamaların hepsi yanlış. Tüm Brigadistler (BR üyeleri) uzun yıllar hapisteydi. Ben de 27 yıldır hapisteyim. Sadece Alessio Casimirri (Moro cinayetinden sonra Cezayir'e ardından da Nikaragua'ya kaçan ve Sandinist hükümet için çalışmaya başlayan BR üyesi) dışarıda. Bu suçlama ve karalamalar BR hareketinin tarihi ve gerçekliği üzerine leke sürmek için ortaya atıldı ve hâlâ dillendiriliyor.
- Peki BR nasıl oluştu?
Eylül 1970'te ilk BR hareketi oluştu. Başlangıçta ben, Renato Curcio, kız arkadaşı Margherita Cagol, Alberto Franceschini ve hareketin diğer öncüleri vardı. Fabrikalara ve yöneticilerinin, sahiplerinin arabalarına zarar vermek için eylemler yaptık. Örneğin Pirelli'nin kamyonunu yaktık. BR, 1972-73'e kadar Milano Mailand'da faaliyet gösteriyordu. Siemens, Alfa, Pirelli gibi fabrikalarda örgütlüydük. 1972'de Siemens'in mühendis ve yöneticisi Idalgo Macchiarini'yi kaçırdık. İtalyan demokrasisinde ilk kez işçiler bir fabrika yöneticisini kaçırıyordu. İki saat süren ve medyanın büyük ilgisini toplayan eylem aynı zamanda BR'nin propagandası anlamına geliyordu. O dönem tam anlamıyla bir yeraltı örgütü değildik fakat 1972'de üzerimizdeki polis baskısının artması ve Mayıs 1972'de neredeyse beş kişi dışında tüm BR militanlarının tutuklanmasıyla tümüyle yeraltına inme kararı aldık. Aktif Brigadistlerin hepsi hapiste olsa da hareketin destekçileri olan işçiler serbestti ve yeni örgütü kurdular. Örgütlenme süreci bir yılı buldu.
- Kendinizi politik ve ideolojik olarak nasıl tanımlıyordunuz?
Partizanlar'la ortak bir noktamız vardı. Aradığımız konsept Avrupa'da olmadığından yeni bir model arayışı içindeydik. Latin Amerika modellerinden Uruguay'ın şehir gerilla örgütü Tupamaros ve Kolombiya'daki Guevarist hareket bize yakın olsa da gerçekliğimizin yalnızca bir parçasını oluşturuyordu.
- BR'de entellektüel sayısının az olduğunu söylüyorsunuz. Teorik tartışmalarınız yeraltına indiğinizde mi yoğunlaşmaya başladı?
1960'larda İtalyan fabrikalarında uzmanlar, teknisyenler güç sahibiyken; 1970'lerde 'Fordizm'le birlikte yeni ve etkin bir işçi sınıfı kitlesi oluşmaya başladı. Bizim kültürümüz de buradan geliyordu. Avrupa'nın en iyi sahte kimlik ve pasaportlarını yapıyorduk. Sıradan işçiler, hedefi iktidarı ele geçirmek olan bir örgüt kurmuşlardı ve biz de bu amaca ulaşmak için somut adımlar atmalıydık. Yani teorik tartışmalar ve kitap yazmak bizim işimiz değildi.
- Organizasyonun ideolojik konseptini geliştirenler kimlerdi? Örneğin kuruculardan Renato Curcio'nun rolü neydi?
Curcio üniversiteli olmasına rağmen Milano'ya geldi ve Pirelli'de işçi olarak sınıf savaşına katıldı. Biz işçilerin liderliğinde silahlı bir örgüt kurmuştuk. Ünlü İtalyan gazeteci Giorgio Bocca bir röportajımız sırasında bana yönelttiği "Gerçekte organizasyonun başında kim var" sorusuna "Bizim entellektüellerimiz, teorisyenlerimiz yoktu, hepimiz işçiydik" cevabını vermem üzerine bana "Aslında hiç var olmamanızı isterdik" demişti.
- İtalyan Komünist Partisi (PCI) ile ilişkiniz var mıydı?
Primo Linea ( İlk Çizgi) devrimci hareketin içinde yeralan ve sosyalistler tarafından kurulmuş çok büyük bir hareketti. Üç kişilik organizasyonlar da kendilerini hareketin bir parçası olarak görüyordu. Örneğin feminist organizasyonlar bir jinekoloğu vurmuşlardı. Ancak bu örgütler işçi sınıfının içinde değillerdi. PCI ile bir ilişkimiz yoktu. Onlar bizim dostumuz değil, devletin ortakçılarıydılar. Biz bir sınıf savaşı istiyorduk ve hedefimiz devrim yapmaktı. PCI ise kapitalizmle uzlaşmayı ve ekonomik durumu düzeltmek için ortaklık yapmayı istiyordu. Bu bizim açımızdan bir alternatif değildi.
- RAF, ETA, IRA ya da FKÖ gibi örgütlerle ilişkileriniz nasıldı?
Biz farklı gerçekliklerde yaşıyorduk, yönlerimiz de farklıydı. IRA, ETA ve FKÖ gibi hareketler Marksist değildi. RAF, Marksist olsa da ayrıştığımız çok nokta vardı. Yine de BR birçok açıdan FKÖ'ye sempatiyle bakıyor ve kendini ona yakın buluyordu.
- RAF ya da FKÖ ile silah alışverişiniz var mıydı?
Şehirlerde yürütülen sınıf savaşında silaha çok fazla ihtiyaç olmadığından bu önemli bir sorun değildi. Başlangıçta silahları Partizanlar'ın İkinci Dünya Savaşı ertesinde sakladığı yerlerden almıştık. Örneğin Idalgo Macchiarini'yi kaçırdığımızda çektiğimiz fotoğraftaki silah Almanlar'dan kalmaydı. Açıkçası İtalya'da silah bulmak ya da satın almak bir sorun değil. Bu açıdan da pek bir problemimiz yoktu.
- Bu gruplarla ortak eylemleriniz var mıydı? Örneğin 15 Şubat 1984'te, Roma'da Sina Uluslararası Gücü ve Gözlem Grubu'nun ABD'li Başkanı Ray Leamon Hunt'ın, Lübnanlı bir örgüt ve BR'nin bir devamı olan Savaşan Komünist Partisi (BR-PCC) tarafından vurulması...
Biz BR olarak iki kez Silahlı Proleter Örgütü (NAP) ile eylem yaptık. Yabancı örgütlerle eylem yaptığımızı hatırlamıyorum. 1984 tarihinde neler yapıldı pek bilmiyorum çünkü benim açımdan BR 1984'e gelindiğinde artık yaşamıyordu!
-Aldo Moro'nun kaçırılmasına gelelimdeyiminizle "devleti kalbinden vurmak" istiyordunuz. Hukuk sistemine, sermayeye, polise saldırmıştınız ve Aldo Moro'nun kaçırılmasıyla da devlete saldırmayı hedefliyordunuz. Bunu başardınız mı?
Sözünü ettiğiniz saldırılar önemli tabii ama bizim için asıl önemli olan hükümlülerin durumuydu. 1970 ve 80'lerde bizden ve diğer sol örgütlerden 2 bin 500 solcu hapse girmişti. Soruşturmaları sürenlerin sayısıysa 120 bindi. Tabii bunlar devletin resmi rakamları. Hedefe ulaşmak ve devletle ortak bir dil yakalamak için anlaşma ve diyalog arayışımız vardı. Ne var ki bu ortak dili bulamadık.

"Devlete karşı silahlı
mücadelenin tek sonucu olabilir"
- Aldo Moro'nun öldürülmesi BR için dönüm noktası oldu diyebilir miyiz? Bunun sebeplerinden birini de devletin uyguladığı baskının çok artması olarak düşünebilir miyiz?
Aslında baskı daha önceden başladı. Aldo Moro'yla birlikte anladık ki devlete karşı silahlı mücadelemizin sadece tek sonucu olabilir; ya kazanacağız ya da BR hareketi ve tüm sol hareket çökecek.
- Komünistler ve Hıristiyan Demokratlar'ın (DC) Aldo Moro'yu kurtarmak için BR ile diyaloğa açık olmamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Moro'nun belirttiği gibi NATO'nun devlet üzerinde bir baskısı söz konusu muydu?
Moro'nun siyaset dışına itilmesi BR açısından meselenin asıl önemli olan noktasını oluşturmuyordu. Moro, en önemli partinin başkanı olarak devletle BR arasında aracı olabileceğini düşünüyordu ancak devlet bu diyaloğu kabul etmeyeceğini kesin bir şekilde ifade etti. Moro'yu da şaşırtan bu yanıt şu anlama geliyordu: "Yanıtımız ancak askeri olabilir!" Yolsuzluk skandalıyla ilgili DC'li politikacıların yargılanması gerekiyordu. Moro kaçırılmasından bir - iki ay önce parlamentoda kimsenin DC'yi yargılayamayacağını söylemiş ve politikacıları koruma altına almıştı. Ama BR, Moro'yu kaçırarak DC'yi yargılamayı başardı. Ayrıca Moro'nun kaçırılması devletle diyalog kurmanın mümkün olmadığını da gösterdi. Bundan böyle devletin cevabı ancak askeri olabilirdi.
- Başlangıçta devletin sizi dinleyeceğini düşünmüş müydünüz?
Evet. Ancak DC ve PCI'nin yönetimi bizimle herhangi bir anlaşma ve uzlaşma istemedi.
"Eylemlerin politik karşılığı
yoktu artık!"
- BR hareketinin sonu neden ve ne zaman başlıyor?
Yeni yasalar çıkaran hükümet, tüm sol hareketlere karşı son derece baskıcı bir tutum aldı. Hapishane yapısı değiştirildi, tek hücreli cezaevleri kuruldu. Hatta dönemin başbakanı Francesco Cossiga şunu söylemişti: "Önümüzdeki birkaç sene için demokrasiden söz edemeyiz! Olağanüstü hal yasalarına ihtiyacımız var çünkü olağanüstü hali yaşıyoruz." İkinci neden, kapitalizmin yapısının değişmesiydi. Bugün globalizm denen süreç 70'lerde başlamıştı. BR değişimi anlamış ve 1977'de bu yeni süreç üzerine yazılar yayımlamıştı. Biz bu değişimi globalizm olarak değil "çokuluslu şirketlerin emperyalist devleti" olarak adlandırmıştık. Yeni süreç yalnızca İtalya'da değil birçok yerde yaşanmaktaydı. Üçüncü olarak da işçi sınıfının değişmesini söyleyebiliriz. Sınıf hareketine başladığımız fabrikalar artık aynı değildi. Örneğin Pirelli artık aslen kurulduğu yerde değil, Fiat da eskisi kadar güçlü değildi. Artık yıllarca yüzdüğümüz suda yüzmediğimizi gördük.
- Sınıf mücadelesinin sonu mu gelmişti yani? 1981'de BR'nin Fransa'da, RAF ve Action Directe ile kurduğu "antiemperyalist" pakt ne anlama geliyordu?
Biz savaşı kaybetmiştik. 1980'li yılların başında hapse giren solcuların sayısı artarken bize katılan insanların sayısının azaldığını gördük. Yeni yanıtlarımız, yeni fikirlerimiz yoktu. Bu durum yalnızca bizim için de geçerli değildi. Avrupa'da bu yıllarda devrim hakkında yeni bir söz söyleyebilen kimse yoktu. Bu tüm sol hareketin sonuydu aynı zamanda.
- BR tarafından örgütün hızla bir şiddet döngüsüne girdiği, birçok yanlış ve haksız eylemde bulunulduğu ve kitleler açısından eski saygınlığını yitirmeye başladığı söylendi. Sizce BR hareketi ne zaman bitmişti?
1981'de ben hapse girdikten birkaç ay sonra BR üç önemli eylem gerçekleştirdi. Napoli'de DC'nin yerel yöneticisi Ciro Cirillo, Venedik yakınlarında petrokimya tesisi müdürü Giuseppe Taliercio ve Milano'dan Alfa Romeo'nun yöneticisi Renzo Sandrucci kaçırıldı. Bu üç kaçırma eyleminin üç farklı sonucu oldu. Benim için önemli olansa artık BR'nin yaptığı eylemlerin politik bir karşılığı olmadığını anlamaktı! Bu üç eylem ne sınıf ne kitleler tarafından anlamlı bulunmuş ne de ilgi toplamıştı. Bu noktadan sonra, resmi olarak olmasa da kendi kendime "Artık BR kendi sonuna gelmiştir" dedim!
- BR'den ayrılan gruplar birkaç yeni örgüt kurmuşlardı. Militanların da büyük bir çoğunluğu BR'nin bittiğini açıkladı. Bu süreç resmi olarak nasıl gelişti?
Büyük bir örgüt krize girdiğinde bazıları çözümü dışarıda arar ve küçük organizasyonlar eşliğinde yeni bir yol tutmaya çalışırlar. Biz parti değildik, 'bekle ve gör' anlayışıyla çalışmıyorduk. Karar almalı ve savaş vermeliydik. Savaşmak için savaşmıyor, öldürmek için öldürmüyorduk. Bizim için her saldırı politik bir amaç taşıyordu. 1980'lerin ortalarında bazı militanların hâlâ eylem yürütmesine rağmen artık yapılan saldırıların hiçbir politik karşılığı olmadığını gördük. 1986'da BR'nin tüm yönetici kadrolarının bulunduğu bir davada örgütün artık var olmadığını açıklayan ortak bir metin yayınladık.
- Tutuklu militanlarla dışarıdakiler arasında yaşanan bir gerilim söz konusu. BR bu gerilimin altında ezildi uzun zaman. Sizin açınızdan hapishaneden yani 'içeriden' bakmanın farkı ne?
27 yıldır hapisteyim. İçeride neler olup bittiğini çok iyi biliyor, dışarıyı da görebiliyorum. Örneğin bir grev ya da saldırıyıbu eylemlerin politik anlamını kavramanız çok güç. 'İçeride' her türlü eyleme iki kat anlam biçiliyor. Çünkü dışarıdaki yoldaşların senin için her şeyi yapacağına ve kısa bir zamanda kurtarılacağına inanmak istiyorsun. Ama bu bir illüzyon, içeriden gerçekliği bulanık görüyorsun yani. Normalde hapisteki militanlar karar almazlar. Ancak 1986 yılında BR'nin tüm yönetici kadroları içerdeydi. Renato Curcio, Barbara Barzerani, Piero Bertolazzi ve ben bu davada birlikteydik. İki yıl boyunca dışarıda olanlar eylemlere devam etti. Ancak bu eylemler bizim açımızdan artık bir şey ifade etmiyordu. Sadece örgüt değil, nesnel gerçeklik de çok değişmişti. Artık devam etmek için bir sebep kalmamıştı.

Haberin devamını Yeni Aktüel dergisinin 141. sayısında bulabilirsiniz!

Lazer Yazıcıya Gönderilen Ya Da Fotokopi Cihazında Çoğaltılan Kâğıt Belgelerdeki Görünmeyen İzlerle Belgenin Kaynağı Belirlenebiliyor

Dijital çağda insan haklarını korumak için çalışan ABD'deki Electronic Frontier Foundation'ın (EEF - Elektronik Sınır Vakfı) araştırmalarına göre modern yazıcı markalarının neredeyse tümü, basılan her belgeye gözle görülmeyen minik sarı boyalarla cihazın kimlik numarasını ve baskı tarihini atıyor. Bu mikroskobik izler sayesinde ele geçen bir belge, mektup ya da herhangi bir basılı evrakın ne zaman ve hangi kimlik numaralı yazıcıdan çıktığını öğrenmek mümkün. Yazıcının nerede, ne zaman ve kim tarafından satın alındığı ticari kayıtlarda mevcut olduğu için yapbozun parçalarını birleştirmek çok kolay. Resmi gerekçeye göre amaç dolar kalpazanlığıyla mücadele ama uzmanlara göre asıl hedef uluslararası terörizmle savaş!

Teknolojinin sağladığı nimetlerden yararlanan tüketiciler bu teknolojinin birey hakları ve temel özgürlükler için ne gibi tehlikeler içerdiğinin pek farkında değil! Sokaklara ya da şirketlere yerleştirilen güvenlik kameralarıyla insanların suçlu suçsuz ayrımı yapılmadan izlendiği ve kayda alındığı biliniyor. Hatta birçok insanın internetten gönderdiğimiz herhangi bir elektronik mektupta bilgisayarımızın elektronik imzasının bulunduğundan da haberi var! Ama bilgisayarımızdan bir süper lazer yazıcıya gönderilerek çıkış alınan ya da fotokopi cihazında çoğaltılan bir kâğıt belgenin de görünmeyen izler taşıdığını kaçımız biliyor?
Merkezi ABD'de bulunan ve elektronik cihazlarla ilgili temel özgürlükleri korumak için mücadele veren Electronic Frontier Foundation (EEF) tarafından ortaya çıkarılan olay, dünyada "Büyük Birader"in artık ne amaçla olduğu bile bilinmeyen bir şekilde günlük hayatımızı bir ahtapot gibi sarıp bizi izlediğini ortaya çıkardı. Dijital çağda insan haklarını korumak için çalışan EFF'nin araştırmalarına göre, modern yazıcı markalarının neredeyse tümü, basılan her belgeye gözle görünmeyen minik sarı boyalarla, cihazın kimlik numarasını ve de baskı tarihini atıyor
.
Resmi gerekçe dolar kalpazanlığı
EFF tarafından bu gizli izlerin keşfedilmesi büyük yankı uyandırınca konu önce geçiştirilmeye çalışıldı ama izlerin Amerikan istihbarat kurumlarının talebi üzerine üreticiler tarafından geliştirilip yazıcılara yerleştirildiğinin ortaya çıkması skandala neden oldu. Resmi gerekçeye göre amaç, bu modern cihazlar aslından ayırt edilemeyen mükemmellikte belgeler üretebildiği için dolar kalpazanlığına karşı önlem almak. Ama uzmanlara göre, yazıcıların bu özelliğinin tüketiciye anlatılmamış olması gösteriyor ki asıl hedef uluslararası terörün ya da başka şeylerin izini sürebilmek! Çünkü bilgisayarlardaki bu mikroskobik izler ele geçen bir belgenin, bir mektubun ya da herhangi bir basılı evrakın ne zaman ve hangi kimlik numaralı yazıcıdan çıktığını kanıtlıyor. Bu yazıcının nerede, ne zaman ve kim tarafından satın alındığı ise ticari kayıtlarda mevcut. Yani artık yapbozun parçalarını biraraya getirmek çok daha kolay.

AB mevzuatına aykırı
Bu gerçeğin ortaya çıkmasıyla gündeme gelen soruysa şu: Uluslararası terörle mücadele adına, özel hayatımızın bu kadar hoyrat biçimde izlenmesi kabul edilebilir mi? Bu durum ABD'de yürürlükte olan yasalara aykırı değil ama Avrupa Birliği yetkilileri bu gelişmeden fena halde huzursuz. Avrupa Birliği Komisyonu Başkan Vekili ve temel özgürlük haklarından sorumlu komisyonun üyesi olan Franco Frattini, Avrupa Parlamentosu'nda verilen bir soru önergesi üzerine bu tür ajanlık yapan teknolojilerin, mesela kalpazanların enselenmesinde ya da çok önemli suçların kanıtlanmasında kullanılmaya elverişli olduğunu kabul ediyor. Frattini'ye göre AB yasalarında yazıcılarla ya da fotokopi makineleriyle ilgili özel bir düzenleme yok. Ama söz konusu durum 1995'te yayınlanan ve vatandaşların özel hayatını korumayı garanti altına alan AB mevzuatına aykırı. AB Komisyonu'nun en yetkili isimlerinden olan Frattini'ye göre bu uygulama AB yasalarının ihlali anlamına da geliyor. Ama AB'nin yetkili kurumları birçok örnekte olduğu gibi "yazıcılardaki gizli izler" konusunda da insan hakları ihlaline sadece "sözde" karşı çıkmakla yetiniyor. Çünkü hayat devam ediyor ve Avrupa'nın binlerce yerleşim biriminde her gün on binlerce tüketici, birilerinin kendini izlediğinden habersiz ajanlık yapan yazıcıları satın alıp evine götürüyor, çıkış aldığı her belgede imzasının bulunduğunu bilmeden hayatını sürdürüyor.


Haberin devamını Yeni Aktüel dergisinin 141. sayısında bulabilirsiniz!

İtalyan Prof. Marco Clementı İle Terör, Derin devlet, Mafya Ve Bir Başbakan Cinayeti Üzerine…


Geçen hafta, Aldo Moro'yu öldüren ve Kızıl Tugaylar'ın ömür boyu hapis cezasına mahkûm lideri Mario Moretti ile yaptığımız söyleşiyi okumuştunuz. Bu kez sorularımızı yanıtlayan, Mart 1978'de kaçırılan Aldo Moro'nun rehin tutulduğu 55 gün boyunca İtalyan politikacıların tutumu ve üyelerinin çoğunu sıradan işlerde çalışan kamufle insanların oluşturduğu Kızıl Tugaylar'ın (Brigate Rosse- BR) tarihi üzerine kitapları bulunan, Kalabrien Üniversitesi'nden Prof. Marco Clementi. Bu cinayetin İtalyan siyaseti için bir utanç olduğu görüşünde. İşte, Moro'nun Papa'ya yazdığı mektup, Kızıl Tugaylar'ın mafya ve gizli örgütlerle bağlantıları ve kısa süre önce ortaya atılan "cinayetin ardında CIA var" iddiasına ilişkin, Prof. Clementi'nin söyledikleri…

Aldo Moro İtalyan politikasında nasıl bir rol oynuyordu ve neden bu kadar önemliydi?
Moro o dönemde İtalyan Hıristiyan Demokrat Partisi'nin (DC) başkanıydı. Geçmişte de başbakan ve dışişleri bakanlığı yapmıştı. İtalya'da kurmak istediği yeni bir demokraside merkezi bir rol oynamasını istediği DC'nin de 30 yıllık iktidarın ardından reforma ihtiyacı vardı. 1960'larda Moro, İtalyan Sosyalist Partisi (PSI) ile bir koalisyon hükümeti kurmuş, 1970'lerde de İtalyan Komünist Partisi (PCI) ile diyalog arayışına girmişti.
- Moro'nun öldürülmesinin DC ve PCI üzerinde etkisi ne oldu?
Moro, DC içinden PCI ile diyalog yürütebilecek tek politikacıydı. Öldürülmesinin ardından DC ve PCI üç ay süren bir koalisyon kurdu, ardından da DC hükümette, PCI muhalefette kaldı.
- Moro, rehin tutulduğu 55 günde kurtarılma ümidini ne zaman yitirdi? Hükümete gönderdiği mektuplardaki politikacılara yönelik öfke ve tehditleri siyasal mı kişisel mi yoksa her ikisi birden miydi?
Moro, Papa'ya bir mektup yazarak insani yardım çağrısında bulundu. Papa da Moro'nun bu çağrısı üzerine BR'ye bir mektup yazdı ve "Karşılığında herhangi bir talepte bulunmadan Aldo Moro'yu bırakmanızı rica ediyorum" dedi. Bunun üzerine Moro'nun son ümidi de ortadan kalktı. Hükümet ve partisi tarafından yalnız bırakılmış, siyasi gücü de bu 55 günlük süreçte bir anda sıfırlanmıştı. Büyük bir siyasetçi için bu çok zor bir durum. Öfkeli, kırgın ve yapayalnızdı. Yani her ikisi de olabilir.
- Moro'nun tutukluluğu sırasında bir rahibin gizlice yanına getirildiği doğru mu?
Moro'nun gizlendiği hücrede Mario Moretti ve diğer üç Brigadist (BR üyesi) dışında kimse yoktu ve eve başkası giremiyordu. Böyle bir ziyaret de zaten çok riskli olurdu.
- Moro'nun ölmesini isteyen güçler var mıydı?
Hayır. Moro'nun kaçırılması ve öldürülmesinin ardında böyle bir politik komplo söz konusu değildi. Onun öldürülmesini radikaller dahil, tüm sol yapılanmalar istemiyordu. BR için de öldürmek en son çözümdü. Hatta bu 55 günde taleplerini sadece "tanınma" noktasına kadar indirgemişlerdi. Hükümete en son "BR diye bir hareketin olduğunu tanımanızı ve onu siyasal muhatap olarak aldığınızı duymak istiyoruz" talebini bildirmişti. Yani tutukluların serbest bırakılması isteminden geri adım atmışlardı. Ancak hükümet herhangi bir tanıma ya da diyalog girişimini kabul etmedi.
- İtalya Başbakanı'nın komünistlerle işbirliğine gittiği için ABD tarafından gözden çıkarıldığını iddia eden Steve Pieczenik (ABD Dışişleri Bakanlığı'nın uluslararası kriz yönetimi uzmanı"Aldo Moro'yu Biz Öldürdük" adlı kitabın yazarı.) CIA ajanı mıydı? Amerika'nın Moro olayıyla bağlantısı nedir? Francesco Cossiga'nın (Eski İtalya İçişleri Bakanı. Başbakan kaçırılınca kurulan Kriz Komitesi'nin, henüz Moro öldürülmeden öldüğünü iddia eden sahte bir bildiri yayımlama kararı aldığını birkaç hafta önce doğruladı.) yaptığı açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Steve Piecznik CIA ajanı değil. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından Moro'nun kaçırılması olayı üzerine İtalya'ya gönderiliyor. Cossiga o dönemde İçişleri Bakanı, onunla birlikte çalışıyor. İtalyan devletinin BR ile herhangi bir diyaloga oturmasını istemiyor. Vaktin Moro'yu arayarak geçirilmesi gerektiğini düşünüyor. İtalyan polisi iyi çalışmıyor ve Piecznik Nisan 1978'de İtalya'yı terk ediyor. Hükümet, BR ile görüşmemenin Moro'nun ölümü anlamına geldiğini biliyordu. Cossiga 2005'te de bu açıklamayı yapıyor. Yani İtalyan devleti nisan ayında Moro'yu feda ediyor.
-BR ile diyaloğa girilmemesi konusunda hükümetteki tüm parti ve güçler neden bu kadar katı ve yekvücuttu?
PCI parlamentoda çoğunluktaydı ve BR ile herhangi bir diyalog girişimini kesinlikle reddediyordu. DC ile diyalog kurmak belki daha kolay olurdu. Ancak bu da yalnızca kapalı kapılar ardında gerçekleşebilirdi. BR ise kamuoyunun gözü önünde bir görüşme istiyordu.
- Aldo Moro hükümet, devlet ve politikacılar hakkında karanlık ilişkiler ve çeşitli suçlamaları da içeren açıklamalarda bulunmuştu. Moro'nun yazılarının BR tarafından yok edildiği doğru mu?
BR hiçbir yazıyı yok etmedi. Hatta başlangıçta her şeyi açık etmeyi düşünüyorlardı. Ancak bunu yaz döneminden sonra yapmaya karar verdiler. Milano'da bu konuyla ilgili çalışan Brigadistler'in ekim ayında yakalanmasıyla arşivler de polisin eline geçti. Şu anda orijinal dokümanlar ve kopyaları arşivlerde bulunabilir.

Ruh çağırma seansında Prodi de vardı!
- BR'nin Aldo Moro'ya NATO'yla ilgili yönelttiği sorular nelerdi?
BR, Moro'dan NATO'nun "antiguerriglia" (anti gerilla) stratejisinin olup olmadığı, bu stratejinin boyutları ve ABD'nin İtalyan terör karşıtı politikasındaki rolü üzerine de Moro'dan açıklama yapmasını istemiş; ancak Moro'nun bu konuda anlatacak fazla bir şeyinin olmadığı kanısına varmıştı.
- Peki Moro'nun Gladio'ya ilişkin açıklamaları var mıydı?
Gladio İtalyan devletine karşı yapılacak her türlü saldırıya karşı kurulmuş bir devlet örgütlenmesi. Moro'nun bu konuyla ilgili açıklamaları yok.
- Moro'nun rehinelik sürecinde Yunanistan ve Almanya, İtalyan hükümetine neden baskı yaptı?
Her ikisi de kendi ülkelerindeki "sol terörden" ötürü "teröristlerle" diyalog kurulmasını kesinlikle istemiyorlardı. Bu nedenle İtalya'da da BR hareketine ilişkin böyle bir baskı uyguladılar.
- Eski İtalya Başbakanı Romano Prodi, Moro'nun nerede tutulduğuyla ilgili doğru bir bilgi vermişti. Bu bilgiyi nereden edinmiş olabilir?
Olay şöyle gelişiyor: Bolonya'dan Prodi ve diğer genç profesörler bir "ruh çağırma" seansına katılıyor. Bu seansta "Gradoli" ismi ortaya çıkıyor. Moro'nun Gradoli'de olduğu ihtimalinde karar kılınıyor. Prodi de bu bilgiyi devlete bildiriyor. Ancak Gradoli bir bölge zannedilip, Via Gradoli bölgesinde çok kapsamlı bir araştırma yapılsa da bir şey bulunamıyor çün-
kü Moro Roma'da Via Gradoli isimli bir semtte tutuluyor. Roma'da bu semti araştırmak polisin aklına gelmiyor yani.
- Serbest bırakılsaydı Moro'nun hükümete ve politikacılara zarar vereceği iddia ediliyor. Sizce Moro salıverilseydi devlet için sorun olabilir miydi?
Belki bu durum politika ve güç dengelerinde birçok şeyi değiştirirdi, bunu bilemeyiz. Ancak İtalyan partilerinin büyük bir geçmişi var. Bence Moro'nun tek başına tüm bu partilere karşı bir gücü olmazdı.
- Moro'nun rehin olduğu sırada hükümete yönelik mektuplarında yazdığı gibi "Aldo Moro olayı İtalyan siyasetinin üzerinde bir kara leke olarak" kaldı mı gerçekten?
İtalyan siyasetçiler Moro'yu kurtarmayı başaramadılar. Bu açıdan baktığımızda evet öyle. Moro'nun ölmesi İtalyan politik dünyası açısından bir utançtır.
-14 Mart'ta Ferrara Üniversitesi'nde Aldo Moro hakkında bir konferans gerçekleştirildi. Moro İtalyan politikası için neden hâlâ bu denli önemli?
Önemli çünkü Moro'dan sonra İtalyan politikası bir daha değişmedi. Moro'yla birlikte önemli bir fırsat kaçırılmış oldu.
"BR, FKÖ'den roket aldı!"
- İsrail gizli servisi Mossad'ın BR'yi desteklediğine yönelik görüşler var. Bu doğru mu?
1970'li yılların başında Brigadist Alberto Franceschini, BR'nin Mossad'la iletişime geçmesini öneriyor ancak bu fikir BR içinde kabul görmüyor.
-İtalyan politikacı ve yazar Leonardo Sciascia"Moro Olayı" adlı kitabında BR'in İtalyan mafyasını andıran bir yapılanması olduğunu söylüyor. Bunda bir gerçeklik payı var mı sizce?
BR silahlı bir politik sol örgüttü. Hedefi siyasaldı ve İtalya'da proletarya devrimiyle siyasal iktidarı ele geçirmek istiyordu. BR kaybetti ve devlet tarafından yok edildi. Mafya ise illegal, kara para yoluyla uyuşturucu ve silah ticareti yapan bir örgüt. Mafya İtalya'da hâlâ mevcut, devlet mafyayı hiçbir zaman için tümüyle elimine etmedi.
- BR'nin Bulgaristan, Çekoslovakya ve Lübnan'ın gizli devlet örgütleriyle ilişkileri var mıydı?
BR'nin FKÖ, IRA, ETA ve diğer sol örgütlerle politik kontakları vardı ancak devletler ve gizli örgütlerle bir bağlantısı olmamıştı.
- Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) ile BR'nin ortak eylemleri oldu mu? FKÖ'yle BR'nin Lübnan'da silah alışverişi olmuş muydu?
RAF ile 1986-87 yıllarında kısa süreli bir ortaklık oldu. Bu çok önemli bir siyasal ortaklık değildi. BR, FKÖ'den Lübnan yakınlarında roket aldı. Ancak bu roketleri İtalya'da hiç kullanamadı.
- BR'de silah çekenler kimlerdi?
BR üyelerinin çoğu silahlı eylemlere katılmamıştı. Bu tür eylemlere katılanlar örgütte en fazla sorumluluk taşıyanlardı. Mario Moretti çok büyük sorumluluğa sahipti ve hemen hemen tüm silahlı eylemlere katılmıştı. Aldo Moro'nun öldürülmesinde de Mario Moretti'nin tetiği çeken kişi olmasındaki neden budur.
- BR'den itirafçılar oldu mu?
Dikkate alınacak kadar çok sayıda değil. İtirafçılardan ikisi yeni kimlikleriyle, biri de gerçek kimliğiyle yaşantılarına devam ediyor.
- Kaç Brigadist serbest, kaçı hâlâ hapiste? Mario Moretti dışında ömür boyu hapis cezası alan var mı?
Bugün serbest olan Brigadistler 70'li yılların ortalarında tutuklananlar. Diğerlerinin durumu ise birbirinden oldukça farklı. Hâlâ hapiste olan bir kısmının, dışarıda çalışma hakları var ancak geceyi hapishanede geçirmeleri gerekiyor. Serbest olan ancak belli bir şehirde yaşamaları zorunlu olanlar var. Genele baktığınızda çoğu ya hapiste ya da bir şekilde hapishaneye bağlı yaşamak zorundalar. Çoğu ömür boyu ceza almış durumda.
- BR'den kaç politik mülteci var?
Çok yok. BR, Autonomia ve diğer gruplarla ilişkisi olan 200 kadar kişi var. Bunlar şu anda Fransa'da yaşıyor. Aralarında en ünlüleri de yazar Cesare Battisti.

aktüel dergisi
Röportaj: Güneş Koç

9 Şubat 2010 Salı

Facebook blogları vurdu!

Sosyal ağlara yönelen gençler internet günlüğü tutmaktan uzaklaşıyor. Ayrıca medyada adı çokça geçen Twitter, Facebook'un aksine, gençler arasında o kadar da popüler değil.ABD’de yapılan araştırmaya göre kişisel blog (internet günlüğü) tutan gençlerin oranı üç yılda yarı yarıya geriledi. Bunun nedeniyse gençlerin Facebook ve MySpace gibi sosyal ağlarda varolmayı tercih etmesi. Bir diğer ilginç sonuç da kamuoyunda yüksek bilinirliğe sahip olan Twitter’ın gençler arasında sanıldığı kadar popüler olmaması.

Pew Internet and American Life projesi kapsamında yürütülen araştırma, internet kullanan Amerikalı gençlerin yüzde 14’ünün blog tuttuğunu gösteriyor. Bu oran 2006’da yüzde 28’di. Öte yandan gençler arasında Twitter kullanma oranı da sadece yüzde 8 olarak belirlendi.

Araştırma ekibinden Aaron Smith, kişisel bloglardaki düşüşü Facebook gibi sosyal ağların hızla yayılmasına bağlıyor. Elde edilen sonuçlara göre 12-17 yaş grubundaki Amerikalı gençlerin yüzde 73’ü her hangi bir sosyal ağa üye ve sıklıkla durumunu güncelliyor.

Yenilikleri herkesten önce benimseyen gençlerin Twitter’a aynı ilgiyi göstermemesi ise araştırmadan çıkan ilginç sonuçlardan. Adını bilse de gençlerin sadece yüzde 8’i Twitter kullanıyor. Smith’e göre bunun nedeni mikroblogging sitesinin ‘ünlüler’ veya şirketler için bir duyuru platformu olarak görülmesi. Gençler, düşünce veya eylemlerini Twitter’da kamuoyuna anlatmak yerine Facebook’ta kendi sosyal çevresine anlatmayı tercih ediyor.

Ayrıca gençlerin interneti, artan oranda mobil cihazlarındaki tarayıcılar veya kısa mesajlar yoluyla kullandığı da elde edilen diğer sonuçlardan.

Araştırmaya göre 12-17 yaş aralığındaki gençlerle 18-29 arasındaki genç yetişkinler blog tutmaktan uzaklaşsa da, yaşı 30’un üstünde olanların sayısında bir değişme gözlenmiyor.

ntv

George Orwell'ın günlükleri


The TLS reviews George Orwell's diaries:

Diaries brings together the eleven individual journals that George Orwell compiled between 1931 and 1949. The final entry, written in September 1949, describes the daily routines of University College Hospital, where he was to die of advanced tuberculosis early in 1950. All were published in the monumental twenty-volume Complete Works (1998), but now appear consecutively for the first time. There is certainly a twelfth diary, and possibly even a thirteenth, among the items taken from a Barcelona hotel room in June 1937 by Soviet agents and now gathering dust somewhere in the NKVD archive in Moscow. In his introduction, Peter Davison reveals that he once met a man – Miklos Kun, grandson of the Hungarian Communist leader Béla Kun – who had tracked down Orwell’s NKVD file, but was unable to fillet it before the archive shut its doors to the public.

Handsomely produced, illustrated with Orwell’s own pencil sketches and footnoted with Davison’s customary élan, this latest wave in the repackager’s tide invites two questions. Why did Orwell write diaries? And what do they tell us about him? Most writers’ diaries are self-conscious affairs, where the reader ends up with a sneaking feeling that the real audience is only a remote posterity. Orwell’s are notably unvarnished, often no more than a mundane domestic record, and yet this doesn’t make them personally revealing. There is, for example, almost nothing in them about Orwell’s literary techniques. Neither is there very much in the way of confidential remarks. When he notes in 1941, out of nowhere, that he is “thinking always of my island in the Hebrides, which I suppose I shall never possess, nor even see”, there is a sudden glimpse of all kinds of things not often associated with Orwell – frustrated yearnings, sequestered retreats, the deepest of romantic chasms.


D. J. Taylor, 'George Orwell's days'

Times Literary Supplement, 13 January 2010

George Orwell, Diaries, edited by Peter Davison. ,

8 Şubat 2010 Pazartesi

Sebastian Pinera'nın sırrı


Futbol takımları ve medyadaki yatırımları ile Berlusconi'ye benzetilen Şili'nin en zengin üçüncü adamı Sebastian Pinera 20 yıllık sol iktidarına ağır darbe indirdi. Gündemde devletin gelir kapısı bakır üreticisi Codelco'nun özelleştirilmesi var.

1973'te Augusto Pinochet'nin askeri darbesi ile 17 yıl dikta yönetimi yaşayan, 1990'dan sonra ise hep solcu iktidarların göreve geldiği Şili'de sağ, 20 yılın ardından ilk kez zafer ilan etti. Geçen hafta pazar günü yapılan devlet başkanlığı seçimlerinde merkez sağda yer alan Ulusal Yenilenme Partisi'nin (NRP) lideri Sebastian Pinera iktidardaki Eduardo Frei'yı oyların yüzde 52'sini alarak koltuğundan indirdi. Bu, Latin Amerika'da Venezüella'dan Brezilya'ya kadar son 2 yıldır esen sol eğilimli rüzgâra ve ülkede yıllardır iktidarı elinde tutan sol koalisyona büyük bir darbe olarak görülüyor. Pinera'nın zaferi aynı zamanda 3 binden fazla insanın siyasi çatışmalarda öldürüldüğü, 28 bin kadar kişinin ise işkence gördüğü Pinochet devrinin halk üzerinde yarattığı "sağ" algısının da değiştiğinin bir işareti olarak görülüyor. Sağ yönlü siyaset 20 yılı aşkın süredir Şililerin gözünde insan haklarını ihlal edilmesiyle ilişkilendiriliyordu. Pinera, seçimi kazanmasının ardından yaptığı konuşmada, Şili'nin büyük, zengin ve çok güçlü bir ülke olmadığını, ancak dünyadaki "en iyi ülke" olabileceklerini, kaybedecek bir dakikaları bile bulunmadığını söyledi. Pinera'nın devlet başkanlığı görevini mart ayında resmen devralması bekleniyor.
Dünyanın en büyük bakır ihracatçısı olmasının avantajıyla Latin Amerika'nın en hızlı büyüyen ekonomisi olan Şili'nin yeni devlet başkanı Pinera aslında milyarder bir işadamı. 60 yaşındaki Pinera, Şili'yi kredi kartıyla tanıştıran adam olarak da biliniyor. Pinera, kredi kartı pazarlaması ile başladığı işhayatında zamanla başarı bir işadamına dönüştü. Şu anda 1.2 milyar dolarlık serveti ile ülkenin en zengin üçünü insanı olan Pinera, seçimlere "Şili'yi dünyanın en iyi ülkesi yapacağı" vaadiyle katıldı. Pinera, seçim kampanyasında bir milyon kişiye iş alanı açılması ve 12 bin dolar olan kişi başına düşen milli gelirin yılda yüzde 6 oranında artacağı gibi vaatlerde bulunmuştu. Pinera'nın iktidarda kalacağı 4 yıl boyunca en büyük avantajı yüksek bakır fiyatları ile şu ana kadar elde edilen yüklü döviz rezervi olacak. Şili borsasının da sermaye yanlısı Pinera'nın zaferi ile gaza basması bekleniyor.

Ulusal tahvil projesi ve Codelco'nun satışı
Serbest piyasa politikalarını sürdürmesi beklenen Pinera, özel sektörü ekonomiyi kalkındıracak ana motor olarak görüyor. Pinera'nın iktidarı süresince yapmayı planladığı önemli projelerden biri de Şili'nin uluslararası platformlarda yatırımcılara sunulmak üzere devlet tahvili ihraç etmesi olacak. Şili'nin yabancı yatırımcıya ulaşması ise daha fazla döviz anlamına geliyor. Pinera'nın gündeminde devlete ait bakır üreticisi Codelco'nun daha verimli olması amacıyla özelleştirilmesi de var. Ancka bu konuda Kongre şimdiden ikiye bölünmüş durumda. Uzmanlar Pinera'nın Codelco özelleştirmesi için yasa tasarısına karşı çıkan merkez sol muhalefet ile uzlaşmaya varmak için epey ter dökeceğini belirtiyor. Pinera ayrıca iş hayatını gözeten daha esnek düzenlemeler konusunda da solcularla ve sendikalarla karşı karşıya gelecek. Codelco'yu satmaya kalkışırsa büyük olasılıkla zaten bir süredir grev ve protesto tehditleri savuran maden işçileri sendikaları ayaklanacak. Kongredeki karşıtlar ise devletin en büyük gelir kapısı olan hatta krizde uygulanan teşvik programlarının finansmanını sağlayan Codelco'yu sattırmamamak için Pinera'yı iyice zorlayacak.

2008'de bakır sayesinde 42 milyar dolar fazla verdi
Askeri diktatörlükten serbest piyasacı bir anlayışı benimseyen yeni devlet başkanına kadar geçen sürede Şili ekonomisi düşük yolsuzluk oranının da sayesinde hızlı bir kalkınma sürecine girdi. Pinochet görevinden ayrıldığında yüzde 39'larda olan işsizlik oranı bugünlerde yüzde 14'lere kadar gerilemiş durumda. Oran hâlâ yüksek ama bu, Latin Amerika'da işsizlik oranında görülen en hızlı düşüş. 2005 ila 2008 yılları arasında ise Şili başta bakır olmak üzere emtia ihracatı sayesinde yüklü döviz çekmeyi başardı ve 42 milyar dolar mali fazla bile verdi. Bu rakam ülke GSYİH'sının yüzde 26'sına tekabül ediyordu. Dönemin devlet başkanı Bachelet bu parayı tam da ihtiyaçları olduğu zaman küresel krizin olumsuz etkilerini bertaraf etmek için kullandı. Yani Şili, ABD'den Avrupa ve Asya'ya kadar bir çok ekonomiyi vuran küresel kredi krizi sırasında önceden hazırlamış olduğu döviz silahı sayesinde nispeten daha az yara aldı. 2009'un mart ayında açılan risk iştahı sonrası küresel likidite gelişmekte olan piyasalar ile emtiaya akmaya başlayınca ise bakır fiyatlarındaki yükseliş tırmandı. Hatta 2009'un yüzde 50'nin üzerindeki getirisiyle en fazla kazandıran emtia ürünü de bakır olarak gösteriliyor. Dolayısıyla uzmanlar önümüzdeki dönemi Şili için "parlak" olarak nitelendiriyor. Ülkenin ihracat gelirlerinin yarısından fazlası bakır ihracatından sağlanıyor. Bu anlamda bakır ihracatına bir anlmada bağımlı olan Şili, bu ay içinde "zenginler klübü" olarak da bilinen Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'ne (OECD) de üye olan ilk Latin Amerika ülkesi oldu.

BERLUSCONI'NİN ŞİLİ VERSİYONU
Şili'nin yeni devlet başkanı Pinera'nın başını en fazla ağrıtacak konulardan biri kişisel serveti olacak. Yaklaşık 1.2 milyar dolarlık bir servet sahibi olan Pinera'nın bu varlığının büyük bir bölümünü ulusal havayolu şirketi LAN'da sahip olduğu hisse senetleri oluşturuyor. Seçilmeden önce yaptığı propagandalarda başkan olursa bu hisseleri satacağını söyleyen Pinera'nın atacağı adımlar önem taşıyacak. Pinera'nın sadece LAN'da değil Şili'de yayın yapan bir televizyon kanalında ve ülkenin en başarılı futbol takımında da hisse sahipliği bulunuyor. Bu nedenle de tıpkı kendisi gibi medya ve futbol sektörlerinde yatırımları bulunan İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ile özdeşleştiriliyor. Ancak Pinera, Berlusconi'nin popülistliği ile uzaktan yakından alakalı olmadığı gibi kamuoyunca bazen "hantal" bir figür olarak bile görünüyor. 60 yaşında evli ve 4 çocuklu olması da Berlusconi'nin Playboy kızlarıyla yaptığı villa partileri ve çapkınlıklarıyla dolu özel yaşantısı ile kıyaslanacak gibi değil. Pinochet'nin askeri darbeyle iktidara geldiği 1973 yılında Harvard Üniversitesi'nde ekonomi eğitimi almakta olan Pinera, darbeden 3 yıl sonra yurda dönmüştü. Sıkı bir Pinochet karşıtı olarak bilinmesine rağmen Pinera'nın kardeşi 1989 yılındaki geçiş hükümeti sırasında Pinochet'nin kabinesinden aday olmuştu.