19 Ağustos 2009 Çarşamba

medya da tasfiye üzerine

Dönek mi, dalak mı
ERTUĞRUL ÖZKÖK

SIRTINIZA ille de şu iki etiketten biri yapıştırılacaksa, hangisini tercih ederdiniz?

"Dönek mi" olmak daha iyi yoksa "Dalak" mı?

Ahmet Hakan'ın durumuna baktıkça kendi halime şükrediyorum.

Bizim mahalle, öteki mahalleye göre çok daha insaflı.

Yani soldan gelip liberal veya serbest pazar ekonomisini savunan biri olursanız, size en fazla "Dönek" derler.

Biraz daha kızarlarsa diyecekleri de şu:

"Liboş."

Veya "İngiliz muhibbi".

Veya "Ali Kemal"...

Eh ağır ama dayanılmaz, taşınılmaz gibi değil.

Zaten bir süre sonra onu "kendimleştirir", hatta dalga geçmeye bile başlarsınız.

* * *

Öteki mahallede işler çok daha zalimce yapılıyor.

Ahmet Hakan'ın durumuna bir bakın.

Aman Allah'ım, birtakım insanlar neler yazıyorlar.

İşi, "Askere gitmemek için dalağını aldırdı" diyecek kadar pespayeleştirdiler.

Vallahi bizim mahallede en azından bugüne kadar böylesine zalim, böylesine pis bir iftira atılmadı.

Demek ki, ideolojik dönekliğin riski daha azmış.

Ahmet Hakan'la Hürriyet'e gelmesini konuşurken şunları söylemiştim.

"Bak Ahmetçiğim, Hürriyet, gururu da, dayağı da bol bir gazetedir. Burada yazmaya başlayınca, etkinin gücünü hemen anlayacaksın. Bu çok keyifli bir şeydir. Ama bu başarıyı insana kolay yedirmezler. Yazdığın her yazı için, hayatın boyunca yemediğin dayağı yiyeceksin. Hürriyet'te yazmanın bedeli vardır ve herkes bu bedeli öder."

Dediklerimin hepsi çıktı.

Hürriyet'te yazıp, bir de başarılı, herkesin konuştuğu bir yazar haline gelirseniz, vah başınıza gelene.

Babıali'nin yazar kovanına çomak soktuğunuzu hemen anlarsınız.

Bütün yabani arılar anında taarruza geçer.

Oranızı buranızı sokarlar.

Her akşam evinize, yüzünüz gözünüz şişmiş gidersiniz.

Önce lakap takarlar.

Tatmin olmazlar, ardından küfür gelir.

O da kesmez, iftira mangasına hücum emri verilir.

Kimi elinde dönerci bıçağı saldırıya geçer.

Kimi ise sessiz kalır, gizli gizli iftira mangasına destek verir.

Onlar da rahatsızdır.

Çünkü siz, okurun ezberini bozmuş, yuvarlanıp giden kalem erbabının ise huzurunu kaçırmışsınızdır.

* * *

Bütün bunlar çok doğal.

Çünkü Ahmet Hakan ve onun gibi yeni yazarlar, Babıali'nin kurulu düzenini sarsıyorlar.

Okunuyorlar, okutuyorlar, konuşturuyorlar.

Eski cemaatlerinin kapısını kırıp dışarı fırlayan bu insanlar, buldukları yeni formatlarla, yeni anlatım biçimleriyle, yeni başarı ölçüleri yaratıp, başarısız bir yazar neslini tasfiye etmeye başladılar.

Hangi yazar neslini?

Ağır ol da molla desinler erbabını.

Siyasetten başka konu bilmeyen, vasat fikirlerden ve inançlardan ibaret, 20 yıl önce ne yazdıysa hálá aynısını tekrarlayan karbon káğıdı neslini.

Yazı yazmayı hakaret etmekten, küfretmekten ibaret sanan; yazacak konu bulamadığı için üç beş kişiye şahsi takıntısını fikri takip diye yutturmaya kalkışan; hayatını, başkalarının fikirleri ve yazıları üzerinden asalaklıkla kazanmaya çalışan; okunmayan, okutamayan, bedavacı, rantiye bir yazar kuşağı, silkeleseniz düşecek vaziyette.

Tabiatıyla korkuyorlar.

O yüzden, yeni gelen herkese, renkli olan her şeye, farklı olan her duruşa ifrit oluyorlar.

Ahmet Hakan'ın başına gelen budur.

Yani vasat kafaların, sıradan ruhların, korkanların ve kıskananların recim ayini.

Bir nevi "uzun bıçaklılar" gecesi...

* * *

Ama kaçış yok.

Bir gün her vasat bu ricadı tanıyacak.

Ahmet Hakan'lar, onun gibi cüretliler, farklılar, renkliler, meydan okuyanlar, yenilik getirenler, ezber bozanlar kalacak.

Fitneciler, iftiracılar, bohçasında alelade fikirden başka satacak tek şeyi olmayanlar, cümbür cemaat gidecekler.

Görüyorum, söylüyorum.

Babıali'de hicret zamanı geliyor

HÜRRİYET

Ya sev, ya tasfiye ol Ertuğrul Özkök Raunt 3

Madem böyle tasfiye listeleri hazırlanmaya başladı.


Hadi gelin hep birlikte, bir “memlekette kalabilecekler listesi” hazırlayalım.


Kimin koluna sarı yıldız pazubendi takılacak hep birlikte tayin edelim.


* Ülkenin demokratikleşmesi için sadece askeri vesayetin kalkmasının yeterli olacağına inananlar kalacak. Askeri vesayetin yerine başka vesayet türleri geçiyor diyenler tasfiye edilecek.


* Ergenekon davasındaki uygulamaları kayıtsız şartsız, hiç “amasız” destekleyenler, bir yıldır içerde yatan insanlar, hayatını kaybeden insanlar için, “Canım geçmişte bize de yapılmıştı” diyenler kalacak. İnsan hakları ihlalleri var, hukuk ihlal ediliyor diye eleştiri getirenler tasfiye edilecek.


* Demokrasiyi tarif etme hakkını sadece kendinde gören, kendinden başka kimseye yaşama hakkı tanımayan güya liberaller kalacak. Demokrasi sadece sizin tarifinizden ibaret değil diyenler tasfiye olacak.


* “Tasfiye edilecek” insanlarla ilgili her tür sözde belgeyi, sızdırılmış ifadeyi vicdanı sızlamadan manşetine koyanlar, yüzlerce yeni ‘andıç’a imza atanlar kalacak. Ama “Şuraya da dikkat etmek gerekir” diyen gazeteciler tasfiye edilecek.


* İktidara kayıtsız şartsız destek verenler kalacak. Haklı bile olsa itiraz etmek için parmağını kaldırma cesareti gösterenler tasfiye edilecek.


* Muhafazakârlar kalacak, olmayanlar veya kendine muhafazakâr diyenlerin, muhafazakârlık lisansı vermedikleri tasfiye edilecek.

* * *

Bir ülkede böyle çeteleler tutulmaya, tasfiye listeleri hazırlanmaya başladığı zaman, bunun bir adım ötesi kapı işaretlemektir.


Zaten bazı meslektaşlarımız şimdiden kapı işaretlemeye başladılar.


Gammazlama mevsimi çoktan açıldı.


İşte böyle kapı işaretleye işaretleye, tasfiye listeleri hazırlaya hazırlaya, bazı isimlerin karşısına çarpı koya koya demokrasi açılımı yapıyoruz.


Muhafazakâr demokrasinin altın çağı başlıyor.


Hayırlara vesile olsun...

Ayakta kalacak gazete(ci)ler listesi Ekrem Dumanlı raunt 2

Geçen hafta bu sütunda 'Tasfiye olacak gazete(ci)ler listesi' yayınlamıştık. Ana başlıklar şöyleydi: Hakaret ederek gazetecilik yapanlar, bilgiye dayalı gazetecilik yapmayanlar, yalan yazmayı alışkanlık haline getirenler, kendini yenileyemeyenler, gazeteciliği tekebbürle yapanlar, gazeteciliği 'businessman' olarak icra edenler.
Şahsîleştirmeden yaptığımız bu listede isim verme yerine vasıfları sıralamayı tercih etmiştik. Aslında yazı bugünkü yanlışlardan yola çıkarak yakın gelecekte gazete(ci)leri bekleyen tehlikeye işaret ediyordu. Bozulanlar oldu, darılanlar çıktı, hatta endişeye kapılana bile rastlandı. Kabil-i hitap olmayan, ne dememi bekliyordu ki 'yalana devam, tekebbüre devam, hakarete devam vs.' gibi bir laf mı bekliyorlardı? İllüzyon bitti. Hem bu mesleği adam gibi yapmayanların bu meslekte kalıcı olma gibi bir niyetleri olamaz ki! Her neyse.

Affınıza sığınarak bu hafta da yeni bir liste yapmak isterim. Bu da geleceği kucaklayacak gazete(ci)ler listesi. Tabii ki herkes bir gün bu mesleği bırakacak; dolayısıyla meseleye kişisel kaprislerle yaklaşmak doğru değil. Önemli olan, hangi gazete(ci) tiplerinin gelecek on yıllarda hayatta kalma hakkına sahip olduğunu yakalayabilmektir. Müsaadenizle uzun listenin hülasasını sizlerle paylaşmak istiyorum:

DAİMA DOĞRU PEŞİNDE KOŞAN VE DOĞRUYU YAZANLAR:

Gazete(ci)lerin asıl sermayeleri doğruluktur, dürüstlüktür. Bu sermaye, bilgi kirliliğinin toplumu esir alacak hale geldiği bugünlerde daha da önem kazandı. Yalan dolanla bir yere gelenlerin tepetaklak devrileceği günler çok yakın. Çünkü yalancının mumu yatsıya kalmadan sönüveriyor; sönecek de.

Daha ötesi de var: Bir bilginin özünde doğru olması da yetmez; o doğru bilginin abartılarak verilmesi bile bir meslek hatasıdır. Çünkü abartı da gerçek üzerinde yapılan bir çeşit tahrifattır. 'Mübalağa zımni (gizli) bir yalandır' sözü meslek ahlâkı içinde kulaklara küpe olacak kadar paha biçilmez bir muhkem kaziyedir.

Gazetecilikte bilgi hatası olmaz mı? Tabii ki olur. Ancak sehven yapılan (kasten değil! Kasten yapılırsa iftira edilmiş olur.) hataların düzeltilmesi evrensel standartlara bağlıdır. Her gazetede düzeltmeler (corrections) bölümünün bulunması şarttır. İcap ediyorsa her gün; değilse ihtiyaç duyuldukça; üstelik hep aynı yerde hatalar düzeltilmeli ve hatadan dolayı okurdan özür dilenmeli. 'Biz yazarız; mağdur mahkeme mahkeme dolaşıp kendini aklasın' mantığıyla yapılan gazetecilik çağ dışı kalmıştır.

HERKESİN KONUMUNA SAYGI DUYANLAR:

Hiçbir ülkede bizdeki kadar halkını aşağılayan, onu dövmeyi bir maharet sayan mağrur gazeteci tipi yoktur. Maalesef bu hoyrat bakışın özünde halkın inancını içine sindirememe gibi bir talihsizlik de yatmaktadır. Kendini gazeteci olarak tanıtan bazı kişilere göre halk kime oy vereceğini bilmez, nasıl yaşaması gerektiğine karar veremez, dostunu düşmanından ayırt edemez... Bu nedenle halkın tercihini daima yanlış görür, hatta halkın sevdiği herkesten nefret ederler. Bu nedenle lakap uydururlar, yalan yanlış bilgilerle insanların özgürlük alanlarını daraltmaya yeltenirler.

Bu, hastalıklı bir gazete yaklaşımıydı; alternatifsizlik içinde bir zaman sürdürüldü. Artık bu yolun sonuna gelindi. Herkes, 'öteki'nin hayat tarzına, inanç ve değer manzumesine saygı duymaya mecbur. Kimsenin haddine değil ki falan partiye oy verdi diye insanlara 'Bidon kafa' diyebilsin. Bu saatten sonra hiç kimse başını örttüğü için bir hanımefendiye hakaret amacıyla 'Sıkma baş' diyemez; tıpkı başını açan bir hanımefendiye hakaret amacıyla en küçük bir söz söylenemeyeceği gibi. Modern hukuk, iki insanlık suçunu gündemimize taşıyacak; taşımak zorunda: Ayrımcılık (discrimination) ve nefret suçu (hate crime). Gazete(ci)ler de bu iki suçu işlememek için tir tir titremek zorunda. İnsana saygı bunu gerektirir çünkü. Sorumlu yayıncılık bunu gerektirir çünkü... Zaten başkasına saygı duyan kendine saygı duymuş demektir; başkasına saygısızlık yapan kendisine karşı saygısızlık yapmaktadır...

DEMOKRASİYE YÜREKTEN BAĞLI OLANLAR:

Hiçbir mazeret demokrasinin kesintiye uğramasını, cuntacılığın meşru kılınmasını, halk iradesinin askıya alınmasını haklı gösteremez. Türk medyasında güçlü bir faşizm geleneği var maalesef. Sağcılık, solculuk, ulusalcılık, laikçilik gibi kılıflar içinde e diktatorya özleyenlerin sayısı hiç de az değil. Yüzlerce el bombası yakalatan, LAW silahları, suikast planları vs. bulunan örgütlere bile sempatiyle bakmak dünyanın neresinde rastlanabilir bir hadise? Bizde koca koca adamlar cuntacıların gönüllü avukatlığını yapıyor. Niçin? Çünkü halkın demokratik yolla seçtiği hükümetlerin bir şekilde alaşağı edilmesini (bu arada gerekirse Silahlı Kuvvetler'in devreye girmesini) meşru görüyor da ondan. Hâlbuki sandıkla gelen sandıkla gider. Demokrasinin en temel geleneği budur.

Bu ülkede nasıl yürüyor işler? Muhtıra verilir, medya alkış tutar, yargı yetkisini aşarak Meclis'in yetkilerini gasp etmeye kalkar; medyadan coşkun bir tezahürat yükselir, darbeciler cuntacılar suçüstü yakalanır; medya 'Ne var bunda canım' havasında vahim hadiseleri örtbas etmeye yeltenir. Bu böyle devam ettirilebilir mi? Tabii ki hayır! Cumhuriyet'imizin ve demokrasimizin bütün kazanımları halk tarafından bu kadar içselleştirildikten sonra medyanın antidemokratik yollardan medet umması tabii ki beyhude bir gayrettir...

DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE DESTEK VERENLER:

Çok sesli, çok renkli bir dünyada yaşıyoruz. Daha da renklenecek dünyamız. Farklı düşünceler, farklı öneriler, farklı projeler çıkacak karşımıza. Sivil toplum kuruluşları (ama gerçekten sivil olan ve psikolojik harp daireleri tarafından yönetilmeyen kuruluşlar) daha etkin hale gelecek. Bireyin hakları genişledikçe bireylerin örgütlenme bilinci de artacak. Şiddet ve cebir içermeyen çalışmalar, toplumdaki çok sesliliğe yeni boyutlar katacak.

Daha açıkçası düşünce özgürlüğü yetmeyecek; çünkü düşünmek zaten özgürlüğü kısıtlanamayan bir eylem. Onca baskıcı rejim geldi de insanların düşünmesine engel olabildi mi? Olamaz! Çağımızda düşünce özgürlüğünün ötesi talep edilmekte; yani ifade özgürlüğü esas alınmakta. İnsanlar inandıkları fikirleri rahatlıkla dile getirecek. Tabii ki bu yapılırken başkalarının hukukuna riayet edilecek; ancak bu asırda yaşayan herkes şu sosyal gerçeği içine sindirecek: Hiç kimse tek tip insan ya da tek tip toplum önerisini bir başkasına dayatamaz. Medya, bu konuda da büyük hatalar yaptı ve halen de yapıyor. Lakin artık bu mantık iflas etti. Çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi içine sindiremeyen medya, toplumdaki özgürlük paylaşım bilinci altında ezilecek...

KENDİNİ AŞANLAR, ÇAĞI YAKALAYANLAR:

Gazetecilik, bazı insanların gururunu haddinden fazla okşayabiliyor. Görünme duygusu, beğenilme arzusu, takdir edilme talebi gibi beklentiler, zaman içinde psikolojik bir rahatsızlığa da dönüşebiliyor. İnsan kendi asli mahiyetini unutunca hayatın anlamını da yitirir; mesleğin getirdiği ağır sorumluluğu da. Maalesef bu ülkede gazetecilik bazen 'Küçük dağları ben yarattım' yanılgısıyla yapılıyor. Hal böyle olunca insanlar, kendi gölgelerinin esiri haline gelebiliyor. Benlik duygusu firavunları bile geride bırakacak kadar şişirilen insanların toplumsal gerçekleri görmesi, onu yüreğinde duyması mümkün mü? Tabii ki hayır. Toplumdan tamamen tecrit olmuş bir fantezi grubuyla sürekli fitne fesat kaynatmak, sürekli dedikodu üretmek, mesleğini şerefiyle yapanlara çamur atmak ve bataklığa saplanıp kalmak gazetecilik sayılabilir mi?

Kendini beğenen, başkasını beğenmez. Bütün hadiseleri kendi egosu üzerine kuranların doğru bir tahlil yapması da mümkün değildir; kendilerini yenilemesi de. Zaman hızla geçiyor. Gelecek yıllar, kendine tapınan kişileri sorumlu olmaya mecbur kılacak. Sadece teknolojik gelişmeleri takip etmek yetmez; zihniyet itibarıyla hakperestliğe, dürüstlüğe, kadirşinaslığa değer vermeyen gazeteciler silinip gidecek. Modern toplum sorumluluk şuurunu dayattıkça fantezici ekibin 'kafe gazeteciliği' de iğrenilecek bir tarz haline gelecek...

SÖZÜN ÖZÜ:

Kızmaya, küsmeye, alınıp darılmaya gerek yok. Dünya değişiyor; Türkiye de aynı hızla değişim içinde. Toplum, denetim ve eleştiri hakkını daha etkin kullanacak. Haliyle daha özgürlükçü, daha saygılı, daha kaliteli bir medya talep edecek. Bu talebi karşılamayanlar yok olup gidecek! Bu gerçek söylendiğinde panik ve endişeye kapılanlar, aynaya bakma yerine 'küfretmeye devam' derlerse akıbetleri çok hazin olacak. Bir an önce mesleğin namusuna, ciddiyetine, mesuliyetine dönmek gerekiyor. Bu gerçeğe sırt çevirenlerin ayakta kalma hakkı da yok, şansı da...


EKREM DUMANLI
ZAMAN

Tasfiye edilecek gazete(ci)ler savaşı 1. raunt E. Dumanlı

Tasfiye edilecek gazete(ci)ler listesi

Evet, aynen öyle! Başlıkta sehven yazılmış bir şey yok. Yakın bir gelecekte bazı gazeteler ve gazeteciler tasfiye olacak. Daha doğrusu, mesleği çağdışı metotlarla devam ettirmeye çalışan bir zihniyet topyekûn çökecek; bazılarının bugünkü şaşaalı tahtlarından eser kalmayacak. Kim mi yapacak bu tasfiyeyi?
Toplum! Hani şu aşağılanan, hor ve hakir görülen, adam etmek için hakkında yazılar yazılan, tepeden bakılan, göbeğini kaşıyor diye yakıştırmalar yapılan, bidon kafa diye ti'ye alınan sade vatandaş yapacak bu köklü değişimi. Siyasette yaptığı gibi yapacak, ticarette yaptığı gibi yapacak... Bu müstakbel değişimden kurtulmak mümkün değil. Zira dünya değişiyor. Türkiye de değişiyor. Toplumun gazeteden ve gazeteciden beklentisi de değişiyor; değişecek. Bilgi çağının göbeğinde yaşayıp da insanları mağara devrine çağıranların vay haline! Toplumsal dinamizmi ve onun modern iletişim araçlarıyla irtibatını görmeyip kendi dar ve tecrit edilmiş lüks dünyasından kurtulamayanlar çok yakında çok çetin günler yaşayacak. Okunmayacaklar, dinlenmeyecekler, dikkate alınmayacaklar...

'Kimler bu tasfiyeden kurtulamayacak?' derseniz; isim zikretmektense genel özellikleri belirtmeyi tercih ederim. Zira prensipler herkesi kapsar. Dilerseniz siz boş bırakılan satırlara kendi öngörülerinizi kaydedebilirsiniz. Alınıp darılmaya gerek yok; çünkü böyle liste yapmak her şeyden önce bu yazıyı yazanı bağlar. Allah kimseyi şaşırtmasın. Ayrıca kim bilir şu an tasfiye yolunda son sürat ilerleyenler de silkinip kendine gelir ve bir uçurumun kenarından dönüverirler...

HAKARET EDEREK GAZETECİLİK YAPANLAR:

İnsanlara hakaret ediyorlar, lakap takıyorlar, ağzı bozuk yazılar yazıyorlar; sonra da büyük bir pişkinlikle hiçbir hata yapmamış gibi gazetecilik jargonlarının arkasına gizleniyorlar. Böyle yaparak dikkat çektiklerini, okunduklarını düşünüyorlar. Aldıkları tepkilerle de tuhaf bir mutluluk duyuyorlar. Başkalarına (özellikle de toplumun saygı duyduğu insanlara) hakaret ederek egolarını şişirip tatmin oluyorlar. En azından dikkat çektiklerine inanıyorlar. Bu tipler, gündemden düşünce acıtıcı yazılar yazar. Adlarından söz edilemez hale mi gelindi, bazı insanları aşağılayarak yazı kaleme alırlar. Siyasi ve sosyal olayları zamanında doğru çözümleyememenin ezikliğini mi hissediyorlar, kurtuluşu birilerine saldırmakta ararlar. Meslek kariyerini yaptığı hakaretlere borçlu gazeteciler ve gazeteler var bu ülkede. Ama bu dönem bitti. Ne adına yapılırsa yapılsın, artık nezaket sınırlarını aşarak yazılan yazılarla ayakta durmak imkânsız. Çünkü milleti aşağılayanlar aslında kendilerini aşağılamış oluyor...

BİLGİYE DAYALI GAZETECİLİK YAPMAYANLAR:

Gazeteler enformatik iletişim araçlarıdır; eğlencelik kâğıt parçaları değil. Vakıa, gazetelerin eğlencelik yanları da vardır; ama o özellik gazetelerin ana karakterini oluşturmaz. Bilgi bombardımanına maruz kalınan çağımızda kaliteli gazetelerin ana vasfı doğru bilgi, güçlü analizdir. Dolayısıyla 'fındık- fıstık- yastık' mantığıyla ne etkili bir gazete çıkarılabilir ne de yol gösteren köşe yazarlığı yapılabilir. Otur televizyonun başına, incir çekirdeğini doldurmayan olayları izle, oradaki izlenimlerinle bol bol cerbeze yap; sonra bunun adına da köşe yazısı de. Türk basını artık derinlikli haberden nasipsiz bir mantıkla yoluna devam edemez. Kelimelerin sağını solunu mıncıklayarak zekâ testinden geçtiğini sananlar aldanıyor. Yazmak, okumaktan beslenir. İki satır okumadan her gün yazı yazmaya kalkanların yapacağı tek şey vardır: laf ebeliği. Lafı eveleyip geveleyerek fıkra yazarlığı yaptığını sananlar hem öykündükleri fıkra üstatlarının ruhunu incitiyor; hem de bu mesleği kör dövüşüne mahkûm ediyor. Bu cambazlığın sonu geldi...

YALAN YAZMAYI ALIŞKANLIK HALİNE GETİRENLER:

Yalan yazıyorlar. Yazdıklarının yalan olduğu gün yüzüne çıkıyor, yer yerinden oynuyor; ama onlar tınmıyor. Daha kötüsü araştırmadan kaleme aldıkları yazılardaki (manşetlerdeki, haberlerdeki) hatalardan dolayı özür de dilemiyorlar; mahkeme kararlarına rağmen yalanda, yanlışta ısrar ediyorlar. Bu alışkanlığın sonsuza kadar sürmesi mümkün mü? Tabii ki hayır, ama adamlar ısrar ediyor. Mesela 424 el bombası, 57 LAW silahı, 175 tabancası ve daha bilmem ne Allah'ın belası mühimmatı yakalatan bir örgütün davasını sulandırmak için var gücüyle çalışıyorlar, onların durumunu 'masumiyet karinesi'ne sığınarak müdafaa ediyorlar. Aynı kitle bir sürü yalan ve iftiranın senelerce mahkeme edildiğini ve davanın beraatla sonuçlandığını görmezden gelerek insanları zan altında bırakıyorlar. Yalandan medet umarak bazı iddiaları tekrar tekrar yazıyorlar. Karşılık verince de elinden oyuncağı alınmış yaramaz çocuklar gibi mızıkçılık yapıyorlar. Bu böyle devam edebilir mi? Buna ne gazetecilik ahlakı müsaade eder ne kamu vicdanı...

KENDİNİ YENİLEYEMEYENLER, SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ GAZETECİLİĞİ YAPANLAR:

Soğuk savaş döneminde gazetecilik iki maksat için yapılırdı: Kendi militanlarının eylemlerini devam ettirmek ve karşıt görüşteki kişileri düşman sayıp onlara sürekli hücum etmek. Buna bir de derin devletin emrine amade olmayı eklemek lazım belki de. Soğuk savaş çoktan bitti, lakin bu ülkenin bazı eski tüfekleri aynı metotta ısrar ediyor; tıpkı cuntacılık yaparak ülkeyi ele geçirmek için güya devrim yapmak fikrinde ısrar ettikleri gibi... Oysa çağdaş gazetecilik eski püskü ne varsa hepsini sildi süpürdü attı. Bu saatten sonra grupçuluk, mezhepçilik, cemaatçilik, aşiretçilik, ırkçılık yaparak ne beyin yıkamak mümkün ne de 'öteki' üzerinden düşmanlık aşılayarak kendine bir avantaj sağlamak ve değer biçmek mümkün. Tek çare var: Herkesin birbirine saygı duyması, hayatı paylaşması. Diyalogdan kim zarar görmüş? Efendilikten, kibarlıktan, hakperestlikten hiç kötülük sadır olmuş mu? Toplum beyhude kavgalar istemiyor artık. Haklı da! Canı yandı, bölündü parçalandı; ne geçti eline? Sağcı-solcu, Alevi-Sünni, laik-antilaik, dinci-dinsiz.. Herkesin konumuna saygı duymak kadar çağdaş ve demokratik bir yol varken haber ve yorumlarla taciz ateşi açmak kime yarar sağlayabilir ki?!

GAZETECİLİĞİ TEKEBBÜRLE YAPANLAR:

Gazetecilik güzel, faydalı bir meslek bunda şüphe yok. Haber gibi kutsal bir emaneti taşıyorsunuz omuzlarınızda. Araştırıyorsunuz, öğreniyorsunuz; sonra da bunu halkla paylaşıyorsunuz. Bir bakıma halka doğrudan hizmet ediyorsunuz. Hal böyleyken kâh çalıştığınız gazetenin marka değeriyle tekebbür yapıyorsunuz kâh o markanın size verdiği kimlikle. Oysa o gazete markaları halkın teveccühüyle oluşmuştur. Sizin yazınız da o markanın altında bir değer kazanmaktadır. Kerameti kendinden menkul bazı kibir abidelerinin yazarlığı bıraktıktan sonra nasıl bir düşüş yaşadığı yüzlerce örnekle sabittir. Buna rağmen bazı yazarların ve yöneticilerin kendini dev aynasında görmesi; hatta kendilerine 'Tanrı yazar' gibi bir muamele yapması herkesin malumu. Güneşi arkasına alıp, uzayan gölgesine secde eden hiçbir kişi hayatın manasına da vâkıf olamaz; temiz kalplerde iz de bırakamaz. 'Birey olmak' Firavun olmak anlamına gelmez; tam aksine kendini bilmek, haddini bilmektir. Bu gerçeği içine sindirmeden gazetecilik yapanları zor günler bekliyor; çünkü sihirbazların hokus pokusları Firavunları bile tatmin etmiyor artık; kitleleri nasıl tatmin etsin!?

GAZETECİLİK MESLEĞİNİ "BUSINESSMAN" OLARAK İCRA EDENLER:

Gazetecilerden bazıları bir eli yağda bir eli balda yaşıyorsa, küplerini doldurmuşsa, habercilik gibi kutsal bir vazifeyi pazarlama ve satış taktiklerine feda edecek hale gelmişse vs. gazete(ci)lere güven kalmaz. Biz gazeteciler işadamı değiliz; gazeteler de iş kotarmak için kullanılan bir silah değil. Gazetecilik yaparken büyük paralar kazananlar, transfer ücreti alanlar, han-hamam sahibi olanlar, o noktadan sonra gazetelerine (hatta patronlarına) verecekleri zararı da umursamaz. Nasıl olsa ununu elemiş eleğini asmıştır. Yazdıklarıyla toplumda kutuplaşmalara yol açsalar bile kendini "businessman"(işadamı) olarak görenler aldırış etmez. Yatlarına katlarına zarar gelemediğine göre, servetlerine servet eklendiğine göre, o piyasadan bu piyasaya çekirge rolleri sürdüğüne göre toplumdaki çatlamaların ne önemi olabilir ki(!) Bu maceracı yolun da sonuna gelinmiştir aslında. Toplum, ticarî ilişkiler ağında kararsız kalmış gazeteciler değil; gücünü halktan alan ve sosyal sorumluluk duygusuyla dopdolu yaşayan medya mensupları talep ediyor; edecek de. Çünkü aradaki güven ancak bu şekilde temin edilebilecek... e.dumanli@zaman.com.tr
EKREM DUMANLI

kaynak: zaman

18 Ağustos 2009 Salı

Bravo kız, Manşetlik haber yakalamışsın!!!


Cumhuriyet gazetesinde, yorumsuz bir Turhan Selçuk klasiği

Hakan abi, bunu koyarsan tek koyarsın, koymayacaksan da sıradaki iki yazıyı beraber koyarsın..


Maç nedeniyle gazete masama gece 3 gibi ulaştı. Yorum sayfasına anca sabah evde baktım. Dedim iyice uykusuz kaldım yanlış görüyorum yada Spinoza töz, nitelik vs. iyice şaşırdım..hayır yanılmıyordum yukarı başlıkta aynen bular yazıyordu "Hakan abi, bunu koyarsan tek koyarsın, koymayacaksan da sıradaki iki yazıyı beraber koyarsın..."

Radikal gazetesi yorum bölümü ne yapsa kabul ederiz Türk gazeteciliğinin şu döneminde düşük tiraja rağmen en değerli gazete sayfası durumunda..göze geldiler diyelim..