26 Ağustos 2008 Salı

The Wire

Pek çok siyasi mesele dışında, ABD'nin Demokrat partili iki başkan adayı Hillary Clinton ve Barack Obama'yı birbirinden ayıran bir farklılık vardı: Clinton'ın en çok sevdiği televizyon dizisi Desperate Housewives, Obama'nınki ise çok daha az bilinen The Wire'dı. Ancak seyirci sayısının az olması, The Wire'ın gelmiş geçmiş en iyi televizyon dizisi olarak anılmasına engel değil... DiziMax'de sessiz sedasız hafta içi her gece 01.00'de gösterilen The Wire, aslında ABD dışında geç keşfedilen bir dizi. Terörle mücadele eden ajanların dünyasını anlatan 24 dizisi 2001 yılında, bindikleri uçak bir adaya düşen bir grup insanın hikâyesi üzerine kurulu Lost ise 2004'te başlamış ve dünya çapında hemen kendilerine milyonlarca seyirci bulmuşlardı. Geçtiğimiz mart ayında sona eren The Wire ise Avrupa'da hak ettiği ilgiyi yeni yeni görmeye başladı. Türkiye'de ise maalesef henüz çok az biliniyor.

ROMANCILARIN ESERİ
Bu durum dizinin ruhuna da aslında çok uygun. Son teknoloji ürünü cihazlar, gürültülü müzikler ve süper güzel oyuncular yerine The Wire'da cep telefonu dahi kullanmayı bilmeyen karakterler, hırsızlık yapmaktan geri durmayan polisler, bir telefonu dinleyebilmek için daktiloyla dilekçe yazan ve devlet dairelerinde koşuşturan dedektifler var. ABD'nin en önemli liman kentlerinden Baltimore'da geçen dizinin hiçbir sahnesinde (eğer ortamda biri dinlemiyorsa) müzik kullanılmıyor. Her bölüm yaklaşık 50 dakika sürüyor ve bu süre içinde pek az takip, bombalama veya duygusal tatmin sahnesi seyrediyoruz. Bunlar yerine The Wire bize farklı mesleklerde çalışan karakterlerin gündelik hayatını bütün incelikleriyle sunuyor. Bir grup Baltimore'lu polis, şehrin en büyük uyuşturucu çetelerinden birini çökertmek için bir araya geliyor ve özel bir izinle tuttukları ufak dairede dinleme cihazları da kullanarak uyuşturucu trafiğinin nasıl gerçekleştiğini çözmeye çalışıyor. Ama bunun için sabırlı olmaları gerekiyor, çünkü şebekenin bir numarasını yakalamak için uzun süre kimseyi tutuklamamak, bunun yerine bütün bağlantılar ortaya çıkana kadar beklemek şart. Dizide bir yandan polislerin hayatını izlerken, bir yandan da bütün tuhaflıkları, ritüelleri ve kendilerine özgü ahlaklarıyla yaşayan uyuşturucu satıcılarının hayatına tanıklık ediyoruz. The Wire'ın ikinci sezonunda olaylar şehrin liman işçileri üzerine odaklanıyor: Stelios Kazantzidis'in Efyge Efyge şarkısıyla biten bu sezonda (Kazantzidis hakkında bilgi için bkz. 8. sayfada Nuh Köklü'nün yazısı) iki Yunanlının öncülük ettiği ve Baltimore'a yabancı ülkelerden kaçak ürünler ve insan sokan bir şebekenin yaptıkları anlatılıyor, üçüncü sezon politika, dördüncü sezon okul sistemi ve beşinci sezon ise medya dünyasında geçiyordu. Her yeni sezonla The Wire, Baltimore şehrinin bilmediğimiz bir yanını gösteriyor, şehrin büyük bir resmini çizerek sona eriyordu. Dizinin başarısı biraz da hayatını Hollywood'dan uzakta geçirmiş kişiler tarafından yaratılmış olmasından geliyor. Pek çoğu az tanınmış kişilerden oluşan oyuncu kadrosu bu diziyle tanındı. The Wire'ın yaratıcısı David Simon, yıllar boyunca gazetecilik yapmış bir isim. Sokaklarda iş yapan suçluların hikâyesini anlattığı Homicide ve The Corner kitapları dizi haline getirilen Simon, iki kitap için de birer yıl boyunca Baltimore polisinin cinayet masası ve uyuşturucuyla mücadele birimlerinin yaptıklarına tanıklık etmiş. The Corner'ı birlikte yazdığı ve The Wire'ın ikinci önemli ismi olan Ed Burns ise zaten Baltimore Emniyeti'nde çalışan bir polismiş. Yedi yıl boyunca öğretmenlik de yapan Burns, bu iki deneyimini diziye aktarmış. Clockers'ın yazarı Richard Price, Mystic River'ın yaratıcısı Dennis Lehane ve The Night Gardener'a imza atan George Pelecanos, dizinin diğer yazarları.

RADİKAL GERÇEKÇİLİK
Barack Obama The Wire'da en çok eşcinsel uyuşturucu taciri Omar Little karakterini seviyormuş. Dizide ayrıca sık sık kafa çekip dibe vuran dedektif McNulty, kendini iktisat ilkeleri öğrenmeye ve adam öldürmeye adamış Stringer Bell ve muhbir Bubbles gibi pek çok ilginç karakter var. Ed Burns ve David Simon daha sonra, HBO kanalında gösterilen ve işgalci Amerikan güçleriyle birlikte Bağdat'a 'iliştirilmiş gazeteci' olarak giden bir Rolling Stone muhabirinin kitabından uyarladıkları; ABD askerlerini South Park'la büyümüş eğlenceli, tatlı cinayet makineleri olarak gösteren Generation Kill dizisinin yapımcılığını üstlendi. Son bölümü ABD'de yarın gösterilecek dizinin ardından ne yapacakları ise merakla bekleniyor. Henüz ülkemizde gösterilmeyen Generation Kill, gerçekçilik konusunda ikilinin daha radikal davranmaya eğilimli olduğunun bir kanıtı. Ama jeneriğindeki şarkı şu ahlaki sözlerle başlayan The Wire gibi bir diziyi kimsenin, bu arada onların da bir daha yaratamayacakları kesin: "When you walk through the garden, / You gotta watch your back / Well I beg your pardon / Walk the straight and narrow track / If you walk with Jesus / He's gonna save your soul / You gotta keep the devil / Way down in the hole..." ("Bahçeyi geçerken / Arkanı kolla derim sana / En düz ve dar yolu seçsen iyi edersin / Ve İsa'yla yürü iyisi mi / Ruhunu da kurtarmış olursun hem / Ama sen asıl şeytanı uzak tut kendinden / Bulunduğu delikten çıkmasın dışarı...")
KAYNAK:SABAH

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Tüm zamanların en hasılatlı film listesi---All-Time Worldwide Box office

All-Time Worldwide Box office
Rank Title Worldwide Box Office
1. Titanic (1997) $1,835,300,000
2. The Lord of the Rings: The Return of the King (2003) $1,129,219,252
3. Pirates of the Caribbean: Dead Man's Chest (2006) $1,060,332,628
4. Harry Potter and the Sorcerer's Stone (2001) $968,657,891
5. Pirates of the Caribbean: At World's End (2007) $958,404,152
6. Harry Potter and the Order of the Phoenix (2007) $937,000,866
7. Star Wars: Episode I - The Phantom Menace (1999) $922,379,000
8. The Lord of the Rings: The Two Towers (2002) $921,600,000
9. Jurassic Park (1993) $919,700,000
10. Harry Potter and the Goblet of Fire (2005) $892,194,397
11. Spider-Man 3 (2007) $885,430,303
12. Shrek 2 (2004) $880,871,036
13. Harry Potter and the Chamber of Secrets (2002) $866,300,000
14. Finding Nemo (2003) $865,000,000
15. The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (2001) $860,700,000
16. Star Wars: Episode III - Revenge of the Sith (2005) $848,462,555
17. Independence Day (1996) $811,200,000
18. Spider-Man (2002) $806,700,000
19. Star Wars (1977) $797,900,000
20. Shrek the Third (2007) $791,106,665
21. Harry Potter and the Prisoner of Azkaban (2004) $789,458,727
22. Spider-Man 2 (2004) $783,577,893
23. The Lion King (1994) $783,400,000
24. Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull (2008) $776,249,809
25. The Da Vinci Code (2006) $757,236,138
26. E.T.: The Extra-Terrestrial (1982) $756,700,000
27. The Chronicles of Narnia: The Lion, the Witch and the Wardrobe (2005) $738,809,845
28. The Matrix Reloaded (2003) $735,600,000
29. The Dark Knight (2008) $714,988,386
30. Transformers (2007) $700,759,914
31. Forrest Gump (1994) $679,400,000
32. The Sixth Sense (1999) $661,500,000
33. Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl (2003) $653,200,000
34. Star Wars: Episode II - Attack of the Clones (2002) $648,200,000
35. The Incredibles (2004) $624,037,578
36. Ice Age: The Meltdown (2006) $623,829,763
37. Ratatouille (2007) $615,935,493
38. The Lost World: Jurassic Park (1997) $614,300,000
39. The Passion of the Christ (2004) $604,370,943
40. War of the Worlds (2005) $591,377,056
41. Casino Royale (2006) $587,607,184
42. Men in Black (1997) $587,200,000
43. I Am Legend (2007) $583,986,216
44. Star Wars: Episode VI - Return of the Jedi (1983) $572,700,000
45. Night at the Museum (2006) $571,063,268
46. Iron Man (2008) $568,668,817
47. Kung Fu Panda (2008) $558,855,837
48. Hancock (2008) $554,725,918
49. Armageddon (1998/I) $554,600,000
50. King Kong (2005) $547,051,260
51. Mission: Impossible II (2000) $545,300,000
52. Home Alone (1990) $533,800,000
53. Star Wars: Episode V - The Empire Strikes Back (1980) $533,800,000
54. Monsters, Inc. (2001) $528,900,000
55. The Day After Tomorrow (2004) $527,939,919
56. The Simpsons Movie (2007) $525,532,370
57. Ghost (1990) $517,600,000
58. Terminator 2: Judgment Day (1991) $516,800,000
59. Aladdin (1992) $501,900,000
60. Indiana Jones and the Last Crusade (1989) $494,800,000
61. Twister (1996) $494,700,000
62. Toy Story 2 (1999) $485,700,000
63. Troy (2004) $481,228,348
64. Saving Private Ryan (1998) $479,300,000
65. Charlie and the Chocolate Factory (2005) $471,856,431
66. Jaws (1975) $470,600,000
67. Pretty Woman (1990) $463,400,000
68. Bruce Almighty (2003) $458,900,000
69. 300 (2006) $456,592,590
70. The Matrix (1999) $456,300,000
71. Gladiator (2000) $456,200,000
72. X-Men: The Last Stand (2006) $455,260,014
73. Shrek (2001) $455,100,000
74. Cars (2006) $454,752,771
75. National Treasure: Book of Secrets (2007) $453,961,501
76. Mission: Impossible (1996) $452,500,000
77. Pearl Harbor (2001) $450,400,000
78. Ocean's Eleven (2001) $444,200,000
79. The Bourne Ultimatum (2007) $440,725,045
80. The Last Samurai (2003) $435,400,000
81. Tarzan (1999) $435,200,000
82. Meet the Fockers (2004) $432,667,575
83. Mr. & Mrs. Smith (2005) $427,936,103
84. Men in Black II (2002) $425,600,000
85. Die Another Day (2002) $424,700,000
86. Dances with Wolves (1990) $424,200,000
87. The Matrix Revolutions (2003) $424,000,000
88. Cast Away (2000) $424,000,000
89. Mrs. Doubtfire (1993) $423,200,000
90. The Mummy Returns (2001) $418,700,000
91. Terminator 3: Rise of the Machines (2003) $418,200,000
92. The Mummy (1999) $413,300,000
93. Batman (1989) $413,200,000
94. Rain Man (1988) $412,800,000
95. The Bodyguard (1992) $410,900,000
96. Signs (2002) $407,900,000
97. Madagascar (2005) $406,800,000
98. X2 (2003) $406,400,000
99. Mission: Impossible III (2006) $395,382,309
100. The Chronicles of Narnia: Prince Caspian (2008) $394,792,878
101. Gone with the Wind (1939) $390,500,000
102. Robin Hood: Prince of Thieves (1991) $390,500,000
103. Superman Returns (2006) $389,569,408
104. Sex and the City (2008) $388,078,341
105. Raiders of the Lost Ark (1981) $383,900,000
106. Grease (1978) $379,800,000
107. Happy Feet (2006) $378,992,827
108. Beauty and the Beast (1991) $378,300,000
109. Ice Age (2002) $378,300,000
110. Live Free or Die Hard (2007) $377,520,804
111. Godzilla (1998) $375,800,000
112. Click (2006/I) $373,040,146
113. What Women Want (2000) $370,800,000
114. The Fugitive (1993) $368,700,000
115. Hitch (2005/I) $367,600,000
116. True Lies (1994) $365,200,000
117. Die Hard: With a Vengeance (1995) $365,000,000
118. The Golden Compass (2007) $364,083,519
119. Notting Hill (1999) $363,000,000
120. Jurassic Park III (2001) $362,900,000
121. There's Something About Mary (1998) $360,000,000
122. Planet of the Apes (2001) $358,900,000
123. The Flintstones (1994) $358,500,000
124. Toy Story (1995) $358,100,000
125. Minority Report (2002) $358,000,000
126. A Bug's Life (1998) $357,900,000
127. Alvin and the Chipmunks (2007) $357,526,336
128. The Exorcist (1973) $357,500,000
129. My Big Fat Greek Wedding (2002) $356,500,000
130. Basic Instinct (1992) $352,700,000
131. The World Is Not Enough (1999) $352,000,000
132. Batman Begins (2005) $352,000,000
133. GoldenEye (1995) $351,500,000
134. Ocean's Twelve (2004) $351,331,634
135. Back to the Future (1985) $350,600,000
136. Se7en (1995) $350,100,000
137. Who Framed Roger Rabbit (1988) $349,200,000
138. Hannibal (2001) $349,200,000
139. Deep Impact (1998) $348,600,000
140. Dinosaur (2000) $347,800,000
141. Pocahontas (1995) $347,100,000
142. Tomorrow Never Dies (1997) $346,600,000
143. Top Gun (1986) $344,800,000
144. I, Robot (2004) $342,795,350
145. How the Grinch Stole Christmas (2000) $340,400,000
146. Enchanted (2007) $339,906,877
147. National Treasure (2004) $337,605,002
148. Catch Me If You Can (2002) $337,400,000
149. American Beauty (1999) $336,000,000
150. Batman Forever (1995) $335,000,000
151. Apollo 13 (1995) $334,100,000
152. WALL·E (2008) $333,434,786
153. Indiana Jones and the Temple of Doom (1984) $333,000,000
154. Back to the Future Part II (1989) $332,000,000
155. The Rock (1996) $330,500,000
156. Over the Hedge (2006) $329,619,340
157. Fantastic Four (2005) $329,295,569
158. Rush Hour 2 (2001) $329,100,000
159. Crocodile Dundee (1986) $328,000,000
160. The Perfect Storm (2000) $327,000,000
161. The Hunchback of Notre Dame (1996) $325,500,000
162. The Devil Wears Prada (2006) $324,432,962
163. Schindler's List (1993) $321,200,000
164. The Mask (1994) $320,900,000
165. Fatal Attraction (1987) $320,100,000
166. Lethal Weapon 3 (1992) $319,700,000
167. Beverly Hills Cop (1984) $316,400,000
168. Air Force One (1997) $315,000,000
169. As Good as It Gets (1997) $313,300,000
170. A Beautiful Mind (2001) $312,100,000
171. Ocean's Thirteen (2007) $311,144,465
172. Austin Powers: The Spy Who Shagged Me (1999) $309,600,000
173. Ransom (1996) $308,700,000
174. Runaway Bride (1999) $307,900,000
175. Chicago (2002) $306,400,000
176. Liar Liar (1997) $306,300,000
177. Shark Tale (2004) $306,162,022
178. 101 Dalmatians (1996) $304,200,000
179. Mulan (1998) $303,500,000
180. Hook (1991) $300,800,000
181. Rocky IV (1985) $300,400,000
182. Rambo: First Blood Part II (1985) $300,400,000
183. Beverly Hills Cop II (1987) $300,000,000
184. Close Encounters of the Third Kind (1977) $300,000,000
185. Chicken Little (2005) $298,181,507
186. The Pursuit of Happyness (2006) $297,986,036
187. Stuart Little (1999) $297,600,000
188. Look Who's Talking (1989) $297,100,000
189. Meet the Parents (2000) $295,500,000
190. Horton Hears a Who! (2008) $295,382,818
191. X-Men (2000) $294,100,000
192. Ghost Busters (1984) $291,600,000
193. Doctor Dolittle (1998) $290,100,000
194. Superman (1978) $289,400,000
195. The Departed (2006) $289,373,442
196. Shakespeare in Love (1998) $289,100,000
197. Austin Powers in Goldmember (2002) $289,000,000
198. Coming to America (1988) $288,800,000
199. My Best Friend's Wedding (1997) $286,900,000
200. Lethal Weapon 4 (1998) $284,700,000
201. Speed (1994/I) $283,200,000
202. Bee Movie (2007) $283,197,121
203. Batman Returns (1992) $282,800,000
204. Wedding Crashers (2005) $282,718,368
205. Casper (1995) $282,300,000
206. Mamma Mia! (2008) $281,954,480
207. Home Alone 2: Lost in New York (1992) $279,600,000
208. The Polar Express (2004) $277,810,096
209. 4: Rise of the Silver Surfer (2007) $277,520,333
210. American Pie 2 (2001) $276,400,000
211. What Lies Beneath (2000) $275,500,000
212. Van Helsing (2004) $275,025,245
213. Jerry Maguire (1996) $273,600,000
214. The Silence of the Lambs (1991) $272,700,000
215. The Bourne Supremacy (2004) $272,549,130
216. The Nutty Professor (1996) $269,300,000
217. 10,000 BC (2008) $269,070,548
218. The Green Mile (1999) $268,700,000
219. Bambi (1942) $268,000,000
220. Scooby-Doo (2002) $267,600,000
221. xXx (2002) $267,200,000
222. Indecent Proposal (1993) $266,600,000
223. American Gangster (2007) $264,627,620
224. Jumanji (1995) $264,600,000
225. The Fifth Element (1997) $263,600,000
226. Lilo & Stitch (2002) $262,700,000
227. The Firm (1993) $262,300,000
228. Bad Boys II (2003) $261,900,000
229. Total Recall (1990) $261,400,000
230. Borat: Cultural Learnings of America for Make Benefit Glorious Nation of Kazakhstan (2006) $260,405,958
231. Scary Movie (2000) $259,900,000
232. Sen to Chihiro no kamikakushi (2001) $259,200,000
233. Charlie's Angels (2000) $258,500,000
234. The Full Monty (1997) $256,900,000
235. Erin Brockovich (2000) $256,500,000
236. The Village (2004) $255,395,633
237. Waterworld (1995) $255,200,000
238. Cliffhanger (1993) $255,000,000
239. Bridget Jones's Diary (2001) $254,400,000
240. Wanted (2008) $253,203,470
241. Charlie's Angels: Full Throttle (2003) $252,500,000
242. Lara Croft: Tomb Raider (2001) $251,600,000
243. You've Got Mail (1998) $250,700,000
244. Hercules (1997) $250,600,000
245. The Truman Show (1998) $249,200,000
246. Babe (1995) $249,000,000
247. Unbreakable (2000) $248,900,000
248. Dumb & Dumber (1994) $246,200,000
249. Robots (2005) $245,600,000
250. The Incredible Hulk (2008) $245,344,335
251. Eragon (2006) $245,230,163
252. Rush Hour (1998) $245,200,000
253. Enemy of the State (1998) $245,100,000
254. The Godfather (1972) $244,900,000
255. Four Weddings and a Funeral (1994) $244,100,000
256. Back to the Future Part III (1990) $243,700,000
257. Wild Hogs (2007) $243,213,584
258. 8 Mile (2002) $242,300,000
259. Hulk (2003) $241,700,000
260. Face/Off (1997) $241,600,000
261. The Blair Witch Project (1999) $240,500,000
262. 'Crocodile' Dundee II (1988) $239,600,000
263. Out of Africa (1985) $239,500,000
264. Love Actually (2003) $239,200,000
265. Die Hard 2 (1990) $237,700,000
266. A Few Good Men (1992) $237,300,000
267. Batman & Robin (1997) $237,200,000
268. Saturday Night Fever (1977) $237,113,184
269. Dead Poets Society (1989) $235,900,000
270. 2 Fast 2 Furious (2003) $234,400,000
271. Eraser (1996) $234,400,000
272. Big Daddy (1999/I) $233,500,000
273. The Mask of Zorro (1998) $233,400,000
274. Bean (1997) $232,000,000
275. Hauru no ugoku shiro (2004) $231,710,455
276. The English Patient (1996) $231,700,000
277. Sister Act (1992) $231,600,000
278. American Wedding (2003) $230,700,000
279. Gone in Sixty Seconds (2000) $230,500,000
280. The Ring (2002) $230,100,000
281. Artificial Intelligence: AI (2001) $230,000,000
282. Constantine (2005) $229,500,000
283. Vita è bella, La (1997) $228,900,000
284. Bridget Jones: The Edge of Reason (2004) $228,203,020
285. Sleepless in Seattle (1993) $227,900,000
286. Something's Gotta Give (2003) $227,500,000
287. Lethal Weapon 2 (1989) $227,300,000
288. Juno (2007) $226,992,840
289. Brother Bear (2003) $226,029,248
290. Good Will Hunting (1997) $225,800,000
291. Space Jam (1996) $225,400,000
292. Rocky (1976) $225,000,000
293. One Hundred and One Dalmatians (1961) $224,000,000
294. Con Air (1997) $223,100,000
295. Honey, I Shrunk the Kids (1989) $222,700,000
296. The Little Mermaid (1989) $222,300,000
297. Jumper (2008) $221,970,146
298. Mr. Bean's Holiday (2007) $221,953,210
299. Presumed Innocent (1990) $221,300,000
300. Interview with the Vampire: The Vampire Chronicles (1994) $221,300,000
301. Fahrenheit 9/11 (2004) $220,078,393
302. Ghost Rider (2007) $219,702,596
303. Elf (2003) $219,700,000
304. Knocked Up (2007) $218,734,225
305. The Prince of Egypt (1998) $218,400,000
306. Flightplan (2005) $218,306,988
307. The Terminal (2004) $217,845,279
308. Wild Wild West (1999) $217,700,000
309. The Mummy: Tomb of the Dragon Emperor (2008) $217,647,745
310. Twins (1988/I) $216,600,000
311. Ghostbusters II (1989) $215,400,000
312. The Patriot (2000) $215,300,000
313. The Bourne Identity (2002) $213,500,000
314. Pulp Fiction (1994) $212,900,000
315. Ace Ventura: When Nature Calls (1995) $212,300,000
316. Vertical Limit (2000) $212,300,000
317. Disclosure (1994) $212,000,000
318. Entrapment (1999) $211,700,000
319. Master and Commander: The Far Side of the World (2003) $210,326,386
320. The Others (2001) $209,700,000
321. What Happens in Vegas (2008) $209,323,795
322. End of Days (1999) $209,300,000
323. Wo hu cang long (2000) $209,000,000
324. Jaws 2 (1978) $208,900,000
325. Red Dragon (2002) $208,600,000
326. Kingdom of Heaven (2005) $208,300,000
327. Collateral (2004) $208,003,492
328. Clear and Present Danger (1994) $207,500,000
329. Million Dollar Baby (2004) $207,400,000
330. Miss Congeniality (2000) $207,000,000
331. The Jungle Book (1967) $205,800,000
332. JFK (1991) $205,400,000
333. Traffic (2000) $204,800,000
334. Braveheart (1995) $204,000,000
335. Moonraker (1979) $202,700,000
336. The Break-Up (2006) $202,483,135
337. Sleepy Hollow (1999) $202,000,000
338. Kindergarten Cop (1990) $202,000,000
339. Teenage Mutant Ninja Turtles (1990) $201,900,000
340. American Pie (1999) $201,700,000
341. Philadelphia (1993) $201,300,000
342. Get Smart (2008) $201,077,637
343. Vanilla Sky (2001) $201,000,000

Last update: 14 August 2008

Titles in current release highlighted

KAYNAK:http://www.imdb.com/boxoffice/alltimegross?region=world-wide

CHICAGO TRIBUNE'DE 80 GAZETECİ İŞTEN ÇIKARILDI


ABD’nin saygın gazetelerinden Chicago Tribune’de, yıllık maliyeti düşürmek gerekçesiyle 80 gazetecinin işine son verildi.


Editör Gerould Kern, çalışanlara gönderdiği iç yazışma notunda, ortalama tirajı 541 bin 663 olan Chicago kentinin en büyük günlük gazetesinde 80 gazetecinin işine son verildiğini, gazetede şimdi 480 gazetecinin çalıştığını belirtti.

Chicago Tribune gazetesinin geliri ve tirajı, okuyucuların gazeteyi internetten takip etmesi ve seri ilanların internete kaymasından sonra reklam gelirlerini kaybetmesi nedeniyle azaldı.

Yayımcı Bob Gremillion, geçen ay, 161 yıllık gazetede 8,8 milyon dolar tasarruf yapmak için muhtemelen bu ayın sonunda 80 gazetecinin işine son verileceğini açıkladı.

Açıklamadan bir hafta sonra editör Ann Marie, "Bu pozisyon bir zamanlar olduğu gibi uygun değil" diyerek, yedi yıldır bulunduğu görevinden istifa etti.

Marie’nin istifası, 30 yıldan sonra Chicago Tribune’den ayrılan gazetenin yazı işleri müdürü George de Lama’dan iki ay sonra geldi.

Geçen yıl Aralık ayında, milyarder emlakçı Sam Zell, Chicago Tribune gazetesinin yanı sıra Los Angeles Times, Orlando Sentinel ve The (Baltimore) Sun gazetelerini bünyesinde bulunduran Tribune şirketini 8,2 milyar dolara satın almıştı. AA MEDYATAVA

Altına Hücum


The Gold Rush 16 Ağustos 1925de gösterime girmiştir. Bugün yıldönümü diye analım dedim. Aslı sessiz olan film, 1942'de tekrar Charlie Chaplin tarafından seslendirilmiş.Filmde, Altına Hücüm döneminde bir altın arayıcısı olan küçük adamla Big Joe bir fırtınaya yakalanıyorlar. Başları beladan kurtulmaz.Fakat film sonradan, komünist sahneler içerdiği gerekçesi ile Charlie Chaplin'in, ABD'den sınırdışı edilmesine sebep olur.Kenan Evren Duman

Türk televizyon Tarihi Ömer Serim

Doktora çalışmam televizyon konusunda olduğu için İtalya'ya gitmeden alıp uçakta başladığım bir kitaptı. Sürükleyici,hoşbir dille yazılmış bir çalışma..Tüm iletişim araştırmacılarının, öğrencilerinin evinde olması gerekir. 80 lere 90 lara özlemle yakın tarihe dikkatle bakmak için derlenmiş.
KENAN EVREN DUMAN


Türk Televizyon Tarihi
Ömer Serim

Epsilon Yayınevi Etiket: 25,00 YTL
NetKitap Ederi: 20,00 YTL


1970'lerde evlerimize konuk olmaya başlayan televizyon, hayatımızda yarattığı değişimle Türkiye'de televizyon öncesi ve sonrası diye ayrılabilecek yeni bir dönemin kapılarını açtı. 54 yıl önce ilk kez İstanbul Teknik Üniversitesi stüdyolarında başlayan TV yayıncılığı, TRT ve daha sonraları da özel televizyonların katılımlarıyla yaşamımızın vazgeçilmez unsuru oldu. Ömer Serim'in Türk Televizyon Tarihi'ni anlattığı bu kitap, iyisiyle kötüsüyle televizyon yayıncılığı hakkında bilgi edinmek isteyenlere zengin bir kaynak sunuyor.

Olimpiyatlar ve Spor Medyası..Koş Elvan Koş..




İnsandır bazen halter kaldırılmaz güreşte hakem puan vermez ok hedefi vurmaz...Elvan atletizmde 10bin metrede gümüş alıyor ve bir gün sonraki spor medyasının ilk sayfaları..koş elvan koş...medyan seni bekliyor..Kenan Evren Duman

Ellerin Michael Phelps’i varsa...


Elvan'ımızın ikinciliğini en güzel bu başlık özetlemiş teşekkürler taraf gazetesi....
Kenan Evren Duman

15 Ağustos 2008 Cuma

Gürcü spiker canlı yayında böyle vuruldu

YAPRAK DÖKÜMÜ


Normalde anonim, begendim yazıları koyduğum blogumda ara sıra kendimde bir şeyler karalamak istiyordum. Nasip yaprak dökümüne imiş. İletişim Fakültesi dürtüsü medyatavadan günlük reyting listesinde bakarak güne başlarım...Havayı koklamak için. ..Yaprak Dökümü gözüme ilişti. Diziyi hiç izleyemedim desem yalan olmaz..Bir kez şehirler arası otobüsde bir otobüs dolusu yolcunun soluksuz izlediği yolculukta rastladım..O da göz ucuyla..Buraya konu olma sebebi ise farklı 13 Ağustos 2008 günü sabah yayınlanan tekrar bölümü gün birincisi olmuş. Dizinin başarısı açık şekilde ortada hazırlayanlara tebrikler...

Kenan Evren Duman

ÇOKLUK, İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi

Hardt ve Negri'nin İmparatorluk'u yayımlandığında, dünyadaki muhalif güçler uzun yılların ataletini yeni yeni kırmaya, küresel egemenliğin bu yeni biçimini sorgulamaya başlıyordu. Kitapta yazarlar, emperyalizm teriminin artık günümüzü açıklayamadığını, bunun yerine ulus-devletler kadar ulusüstü kurum, şirket ve STK'ları da içeren, her yere yayılan bir emperyal ağın var olduğunu savundular; bu yeni egemenlik biçimi karşısında ulusal ve yerel eksenli direnişlerin etkisiz kaldığını söyleyip yeni bir enternasyonalizm önerdiler. İmparatorluk'un tamamlayıcısı niteliğindeki Çokluk, Seattle'dan Irak Savaşı protestolarına kadar bu önerinin pratikte denendiği, birçok toplumsal eylemi ve meydan okudukları küresel sürekli savaş halini açıklıyor, bir mücadele perspektifi çiziyor.Artık düşmanı ve alanı belirsiz olan, sürekli bir küresel savaş hali içinde yaşıyoruz. Bu durum yaşamın her alanına yayılıp, demokrasinin süresiz askıya alınmasına zemin hazırladı. Bu savaş temelinde kurulan yeni sömürü ve ekonomik hiyerarşi topografyasının hatları, ulusal sınırların ötesinde belirginleşiyor: Küresel bir Apartheid düzenine giriyoruz; azınlığın zenginliği, çoğunluğun emeği ve yoksulluğu sayesinde sürüyor. Oysa son yıllardaki direniş dalgasının gösterdiği gibi, küreselleşme aynı zamanda, ülkeler ve kıtalar boyunca uzanan sayısız ortaklaşma biçimine de hayat verdi. Farklı farklı emek biçimleri tekilliklerini korudukları halde, birlikte ortak zeminler geliştiriyorlar ve bunlar her tür üretimin koşulu haline geliyor. Tekillikler, bu ortak payda temelinde etkileşiyor, farklılıklarından vazgeçmeden bir araya geliyor. Çokluk, işte bu tekillik ve ortaklık dinamiğinden doğan öznelliktir. Çokluk ne "halk" gibi türdeş bir bütün, ne de "kitleler" gibi parçalı bir yapıdır.Tekilliklerin hareketi, küresel kapitalist hiyerarşiler için sürekli bir tehdit artık. Onlar bariyerleri aşıyor, duvarların altını oyan bağlantı tünelleri kazıyor; yaratıcılık çizgilerinin her kesişiminde, toplumsal öznellikler daha melez, alaca hale geliyor, kontrolün tektipleştirici gücünden uzaklaşıyor. Özdeşlikler olmaktan çıkıp tekillikler oluyorlar. Etkileşip karışan diller tek ve birleşik bir dil değil, bir tekillikler çokluğunun bağrında ortak bir güç yaratıyor. Bu ağ tipi yeni örgütlenmeyi anlamak için yazarlar, geçmişin merkezi örgütlerinden gerilla hareketlerine, oradan da alternatif küreselleşme mücadelesine uzanan bir soykütüğü çıkarıyor ve örgütlenme biçimlerinin nasıl gittikçe demokratik ve açık hale geldiğini gösteriyor.Rüzgârı, denizi ve toprağı boyunduruk altına alamazsınız: Çokluk da emperyal egemenliğin elinden sürekli kayar, çünkü siyasal bir yapının doktriner, hiyerarşik ve disipliner organlarına tamamen hapsedilemez. Tarihte ilk kez mutlak demokrasi olanaklı hale geldi, her tür egemenlik biçimini yok etmek mümkün artık. Bu olanağı gerçekleştirmekse çokluğun projesi...- Çoklukİmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi[Multitude-War and Democracy in the Age of Empire], Michael Hardt & Antonio Negri, çev.: Barış Yıldırım, ISBN 975-539-433-8, 382 sayfa, 2004.

Üç Maymun Three Monkeys



Üç Maymun, 2008 Türkiye - Fransa - İtalya ortak yapımı Nuri Bilge Ceylan filmidir. Yönetmenin Uzak ve İklimler'den sonra Cannes Film Festivali'nin yarışmalı bölümüne kabul edilen üçüncü, toplamda ise beşinci uzun metrajlı filmidir.
Başrollerini Yavuz Bingöl, Hatice Aslan, Ahmet Rıfat Şungar ve Ercan Kesal'ın paylaştığı film, küçük zaafların büyük yalanları doğurmasıyla parçalanan bir ailenin, gerçeklerin üzerini örterek bir arada kalma çabasını anlatır. Filmin adı da, acı ve sorumluluklardan, gerçeği görmeyerek, duymayarak ve gerçekler hakkında konuşmayarak kaçmaya çalışan karakterlere göndermedir. Üç Maymun genel olarak, üç maymunu oynamanın gerçekleri ortadan kaldırıp kaldırmayacağını sorgular.[1]


Yaklaşan genel seçimlerde bir muhalefet partisinden aday olan işadamı Servet (Ercan Kesal), ıssız bir yolda olan ve ölüme yol açan bir trafik kazasının sorumluluğunu almamak için, o sırada araçta bulunmayan şoförü Eyüp’e (Yavuz Bingöl) para verip yalan söyleterek kendisinin yerine hapse girmeye ikna eder. Seçimde kaybeden Servet, hapisteki Eyüp'in karısı Hacer'le de (Hatice Aslan) ilişki kurar. Hacer'in durumu farkeden oğlu İsmail (Ahmet Rıfat Şungar), annesini suçlar. Bir yıl sonra hapisten çıkan Eyüp de olanları farkeder. İsmail ailenin "namusunu temizlemek" amacıyla Servet'i öldürünce Eyüp onun hapse girmesini önlemek için, daha önce patronunun kendisine yaptığı teklifi kimsesiz gariban bir gence yapacaktır.[2]

Film, Nuri Bilge Ceylan'ın önceki filmleri Uzak ve İklimler gibi Cannes Film Festivali'nin yarışmalı bölümüne kabul edildi. Böylece 61. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışma hakkı elde etti.
Cannes'da eleştirmenler için düzenlenen gösterimin ardından Türk eleştirmen Mehmet Basutçu, yönetmenin bu filmiyle Uzak'ı ve İklimler'i aştığını, "Nuri Bilge Ceylan sineması her geçen gün önemli aşamalar kaydediyor"[5] sözleriyle ifade etti ve filmin, yönetmenin "belki de en kişisel, en özgün filmi" olduğunu belirtti.[6] Vecdi Sayar da yönetmenin sinemasını her geçen gün daha yüksek bir noktaya getirdiğine dikkat çekerek, oyuncuların performansını övdü. Eleştirmenler, filmin festivalde ödül alabileceği görüşünü de dile getirdi.[7]
Nuri Bilge Ceylan, 25 Mayıs gecesi yapılan ödül töreninde En İyi Yönetmen Ödülü'ne değer görüldü. Ceylan ödülünü alırken, "Bu ödülü birisine ithaf etmek istiyorum... Tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkem Türkiye’ye..." ifadesini kullandı.[8][9]
STORY

IN ENGLISH:

A family dislocated when small failings blow up into extravagant lies battles against the odds to stay together by covering up the truth... In order to avoid hardship and responsibilities that would otherwise be impossible to endure, the family chooses to ignore the truth, not to see, hear or talk about it. But does playing “Three Monkeys” invalidate the truth of its existence?



IN TURKISH:

Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek herşeye rağmen birarada kalma çabası. Altından kalkamayacağı acılara ya da sorumluluklara maruz kalmamak adına gerçeği bilmek istememek, onu görmemek, duymamak, hakkında konuşmamak ya da günümüz tabiriyle “Üç Maymun”u oynamak, onun varolduğu gerçeğini ortadan kaldırır mı?

CAST

Yavuz Bingöl (Eyüp)

Hatice Aslan (Hacer)

Ahmet Rıfat Şungar (İsmail)

Ercan Kesal (Servet)

Cafer Köse (Bayram)

Gürkan Aydın (The child)



FILMMAKERS

Director : Nuri Bilge Ceylan

Producer : Zeynep Özbatur

Co-producers: Fabienne Vonier
Valerio De Paolis
Cemal Noyan
Nuri Bilge Ceylan

Scriptwriters : Ebru Ceylan
Ercan Kesal
Nuri Bilge Ceylan

Director of Photography : Gökhan Tiryaki

Editors : Ayhan Ergürsel
Bora Gökşingöl
Nuri Bilge Ceylan

Art Director : Ebru Ceylan

Sound Engineer : Murat Şenürkmez

Sound Editor : Umut Şenyol

Sound Mixer : Olivier Goinard


Foley Artist : Jack Stew

HD Conforming : Bora Gökşingöl

Color Grading : Bora Gökşingöl

Avid Nitris Special Effects : Bora Gökşingöl


Inferno Special Effects Coordination : Tijen Pal

Inferno Special Effects Supervisor : Burak Balkan

Inferno Special Effects : Burak Balkan
Daniel Sanders
Michael Harrison
Okan Düzalan
Yaman Derbent
Alp Enuysal
Ömer Şerif Bilsel

Production Coordination : Arda Topaloglu

1. Assistant Director : Ayla Karlı Tezgören
2. Assistant Director : Eser Erzurum

Focus Puller : Serkan Gülgüler

Make up artist : Gülcan Bayar Öge

Location Scouts : Yalçın Şen
Eser Erzurum

IL DIVO Paolo Sorrentino




IL DIVO: Paolo Sorrentino’nin yönettiği “Il Divo”, İtalyan politikacı Giulio Andreotti’nin hayatını anlatıyor. Andreotti’yi filmde Toni Servillo canlandırıyor. Yedi kez başbakanlık yapan, daha sonra mafyayla ilişkisi olduğu ortaya çıkan 88 yaşındaki Andreotti filmin kendi ölümünün ardından gösterime girmesi için çok ısrar etmiş, Sorrentino bunu kabul etmemişti. Sorrentino, filmini Cannes’daki ilk gösteriminin bir hafta sonra İtalya’da vizyona sokuyor. 1970 doğumlu genç bir yönetmen olan Paolo Sorrentino, bir önceki filmi “L’Amico di Famiglia-Aile Dostu”yla da 59. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye”ye aday gösterilmişti…

kliptube.com da kapatıldı

Türkiye'den youtube.com ve dailymotion sitelerinden sonra kliptube.com sitesi de İnternet kullanıcıların erişimine kapatıldı.
İnternet'teki en büyük video paylaşım sitesi YouTube.com'un üç aydır Türkiye'den erişilemezdi. Bir süre önce buna dailymotion.com sitesi eklendi.

"Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir"
Son olarak da yine bir video paylaşım sitesi olan kliptube.com de yargı kararıyla erişilmez kılındı. Ancak siteyle ilgili nasıl, ne zaman ve hangi gerekçeyle işlem yapıldığını öğrenmek, site sayfasına gidilince bilinemiyor.

Sayfayı ziyaret edenler sadece, "Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir" yazısıyla karşılaşıyorlar" yazısıyla karşılaşıyorlar. Aynı işlem Ağustos başından dailymotion sitesi için gerçekleştirilmişti.

bia medyatava

Aydemir OKAY,Ayla OKAY - Halkla İlişkiler ve Medya

Kurumların medyayla ilişkiler kurma sürecinde kullandıkları yöntemlerden en uygun olanını seçerken dikkat etmeleri gereken "gerekli ayrıntılar" bulunmaktadır.
Bu ayrıntılar gözetildiği sürece kuramların medya tarafından kaale alınma ve daha da önemlisi saygı görme katsayısı sürekli olarak artacaktır.
İstanbul Üniversitesi İletişim fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Aydemir Okay ve Yrd. Doç. Dr. Ayla Okay, halkla ilişkiler ve medya arasındaki ilişkiyi, halkla ilişkiler cephesinden ele alarak kuruluşların medyayla ilişkileri boyutunda kılavuz görevi görecek bir kitaba imza attılar: Halkla İlişkiler ve Medya.



Yazar : Aydemir Okay,Ayla Okay
Yayınevi : Mediacat Kitapları
ISBN : 975837872-4
Baskı Tarihi : 01.10.2002

James Lull - Medya İletişim Kültür

Son yıllarda iletişim çalışmalarının, sosyal bilimler içerisindeki yerinin çarpıcı biçimde önem kazandığı gözlenmektedir. İletişim alanı, bir yandan disiplinler arası bir alan olarak dikkat çekerken diğer yandan da üzerine temellendiği kuramsal ve yöntembilimsel yaklaşımlarla başlıbaşına bir alan haline de gelmiş bulunmaktadır. Genel olarak göz atıldığında, iletişim alanında ortaya konulan çalışmaların ekonomiden tarihe, sosyolojiden siyasetbilimine, sosyal psikolojiden psikolojiye, dilbilimine, antropolojiye hatta güzel sanatlara kadar uzanan çok geniş bir perspektife yayıldığı gözlenmektedir. Terminolojik açıdan da iletişim ile sosyal bilimlerin diğer disiplinleri arasında önemli kesişme alanları dikkati çekmektedir.


Yazar : James Lull
Yayınevi : Vadi Yayınları
ISBN : 975676829-0
Baskı Tarihi : 01.09.2001
Sayfa Sayısı : 248
Düzenleyen : Ercan ŞEN
Çeviri : Nazife GÜNGÖR
Kapak Dizaynı : Uğur ERBAŞ
Kapak Cinsi : Karton Kapak
Kağıt Cinsi : 2. Hamur Kağıt

Dizi adı : Toplum Dizisi

Walter J. Ong - Sözlü ve Yazılı Kültür

Son Yıllarda sözlü kültürler ile yazı yazma alışkanlığının derinden etkilediği kültürlerin bilgi kullanımı ve bu bilgiyi sözelleştirme yöntemleri arasındaki bazı temel farklar keşfedilmiş, bu keşiflerden çıkan sonuçlar da çok şaşırtıcı olmuştur. Edebiyatta, felsefede, bilimde, hatta okuryazarların sözlü iletişiminde düşünme ve anlatım biçimiyle ilgili, sorgulamadan kabul ettiğimiz pek çok niteliğin, insanoğlunun kendi doğasından değil, yazı teknolojisinin bilincimize sunduğu olanaklardan kaynaklandığını anlayınca, insan kimliği kavramımızı yeni baştan irdelemek zorunda kalmış bulunmaktayız


Yazar : Walter J. Ong
Yayınevi : Metis Yayıncılık
ISBN : 9753420749
Baskı Tarihi : 01.11.1999
Sayfa Sayısı : 230
Çeviri : Sema POSTACIOĞLU BANON
Kapak Dizaynı : Semih SÖKMEN
Kapak Cinsi : Karton Kapak
Kağıt Cinsi : 2. Hamur Kağıt

Harold Innis

Kanadalı ekonomist, aynı zamanda önde gelen bir ekonomi ve iletişim tarihçisi. Toplumsal dönüşümün belirleyici unsurunun iletişim biçimlerindeki gelişme olduğuna inanır. Yeni iletişim biçimleri egemen olmaya başladıkça toplumun doğası, bu gelişmeye uyum sağlamak için temelden değişime uğrar. Buna göre, örneğin sözlü kültürlerin, doğası yazının gelişimiyle önemli bir dönüşüme uğramıştır. Yazıya dayalı kültürlerin toplumlarını yapılandırma biçimi söze dayalı öncüllerininkinden temelli farklıdır. Innis, öğrencisi Marshall McLuhan’ın tersine yazılı kültürden elektronik kültüre geçiş konusunda son derece karamsardır. Innis'in iletişim teorisi medyayı iki yönde inceler: Zamana bağlı medya ve mekana bağlı medya. Elyazmaları ve sözlü iletişim gibi zamana bağlı medya sınırlı bir dağılım potansiyeline sahiptir. Carey’e göre (1992) zamana bağlı medya "görece kapalı toplumları, batıl inançları ve geleneksel otoriteyi yeğler" (p. 134). Yazılı ve elektronik medya gibi mekana bağlı medya ise yayılma ve kontrolü elinde tutma özelliklerine sahiptir. Yine Carey’e göre, mekana bağlı medya "ticaretin, imparartorluğun ve dolayısıyla teknokrasinin yerleşmesini yeğlemiştir " (p. 134). Innis’e göre modern batı tarihi zamansal bir örgütlenmeyle başlamış ve mekansal bir örgütlenmeyle sonlanmıştır. 7/98http://www.regent.edu/acad/schcom/rojc/mdic/innis3.html:

k.i.s.s Ponopticon’s Author Index

Genel Kaynaklar:
Harold Innis

Harold Innis (k.i.s.s.)

"Communications and the materialist conception of history: Marx, Innis and technology" - Sut Jhally

"Dependency/space/policy: an introduction to a dialogue with Harold Innis" - Ian Angus and Brian Shoesmith

"Empire, history, and communications viewed from the margins: the legacies of Gordon Childe and Harold Innis" - Paul Heyer

"Harold Innis and Canadian cultural policy in the 1940s" - Alison Beale

"Introducing Innis/McLuhan concluding: The Innis in McLuhan's 'System'" - Roman Onufrijchuk

"Margins at the centre: Innis' concept of bias and the development of Aboriginal media" - Hart Cohen

"Orality in the twilight of humanism: a critique of the communication theory of Harold Innis - Ian Angus

http://www.medyakronik.net/akademi/kuramcilar/harold.htm

George Gerbner

Profesör George Gerbner, Temple Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Pennsylvania Üniversitesi bünyesindeki Annenberg İletişim Okulunun eski dekanı olan Gerbner, 1967’den bu yana, prime-time televizyon programları üzerine gözlemler ve analizler yapan Kültürel Göstergeler Projesi’nin (Cultural Indicators Project) müdürü, Kültürel Çevre Hareketi’nin (Cultural Environment Movement) kurucusu ve başkanıdır. Gerbner, medya endüstrilerinin gittikçe tekelci hale gelen yapıları üzerine yürüttüğü çalışmalarla, bu alanda tam bir otorite haline gelmiştir.

Gerbner, başlattığı Kültürel Göstergeler Projesi ile iletişim çalışmalarına çok önemli katkılarda bulunmuştur. 1967’den beri devam eden bu proje çerçevesinde, görsel-işitsel medyanın kültürel çevremizi nasıl etkilediğini ve şekillendirdiğini anlamaya ve eleştirmeye yönelik çalışmalar yürütülmektedir. Örneğin Gerbner’e göre medyada sürekli olarak cinsellik ve şiddete dayalı programlar üretilmektedir (Sahil Güvenlik, Zeyna, Herkül vs) çünkü bu konular diyalogdan çok imaja dayanmaktadırlar ve dünyanın her yerinde anlaşılabilir niteliktedirler. Gerbner, imaja dayalı programların üretilme nedenini, bu türden yapımların yabancı televizyonlara kolayca pazarlanabilmesi ile açıklamaktadır. 1996’da Gerbner birkaç kişiyle bir araya gelip ‘Kültürel Çevre Hareket’ini başlatmıştır. Bu girişimle amaçlanan, yurttaşlara sadece tüketerek yurttaş olunamayacağını anlatmak ve zihinleri çevreleyen kültür endüstrilerine karşı yurttaşları harekete geçirmektir.

George Gerbner C.V.: http://myprofile.cos.com/GERBNER

Genel Kaynaklar:

Kültürel Çevre Hareketi

http://www.cemnet.org/

http://www.disinfo.com/pages/dossier/id349/pg1.html


Kültürel Göstergeler Araştırma Projesi

http://nimbus.ocis.temple.edu/~ggerbner/ci.html

Bibliography Of Publications Relating To Cultural Indicators

Future Media

George Gerbner

George Gerbner Series: Study Guide

The Man Who Counts the Killings

Gerbner's communication model

Audience Research: Cultivation Analysis

George Gerbner Bios

Critical Crunching

Makaleler:

Reclaiming Our Cultural Mythology


New Television Rating System Is Extremely Flawed

Current Online | Why public broadcasting?

George Gerbner: New television-rating system is extremely ...


SAG Diversity

BOBBI'S PLACE: The Problem is the Problem

Röportajlar:

Saving Our Cultural Environment: Putting The 'Vision' Back Into Television


How Television Skews Our View of Society, and Ourselves: An Interview
of George Gerbner: http://home.earthlink.net/~dbjensen1/gerbner.html

Todd Gitlin ile Televizyondaki Şiddetin Eleştirisi Üzerine Bir Tartışma:

Is Media Violence Free Speech?

Haber 6

1990'lı yıllarda Türkiye'nin ilk ve önde gelen özel kanallarından biriydi. Ahmet Özal'ın kurduğu ancak sonradan defalarca el değiştiren Kanal 6 son olarak eski logosuyla yayına başlamıştı. Önce Mehmet Kurt'a sonra Hayyam Garipoğlu'na geçen Kanal 6, tartışmalı bir biçimde yeniden Ahmet Özal'ın olmuştu. Son olarak kablo tv'de de ekranı kararan Kanal 6 artık tamamen karardı. KANAL 6'nın temmuz 2007 de açılacağı haberleri internet ve medya dergilerin de önemli bir manşet almıştı.
Haber 6 Türksat uydusunda 11846 V 3333 frekansında test yayınına başlamıştır. Tv Türkçe, İngilizce, Arapça ve Rusça Dillerinde yayına geçince bünyesinde bulunan 6News Logosunu da tüm dünyada kullanacak.

KENAN AKIN 6 NEWS'DA

Kenan Akın ile Medya, haftada bir ünlü konuklarla 6 News ekranlarında olacak. Fehmi Koru 6 News’un konuğu olması beklenen ilk isim.

Türkçe dışında İngilizce, Arapça ve Rusça yayın yapan 6 News Tv’de Başkan Danışmanı da olan Kenan Akın, İngilizce ve Arapça bilmekte.

Dünyanın en ünlü liderleriyle özel ropörtajlar yapan Kenan Akın Türk Basın tarihine geçmiş başarılı gazatecilerden. Kaddafi, Kastro, Saddam Hüseyin, Kral Fahd, Enver Sedat, Yaser Arafat, İdi Amin bu isimlerden bir kaçı.

Kenan Akın Kimdir?

1959’da yılında gazeteciliğe başlayan Kenan Akın Tercüman’da aralıksız 20 yıl çalıştı.

1986’da Türkiye Gazetesi’ne Genel Yayın Danışmanı olarak girdi. Daha sonra Genel Yayın Koordinatörü en sonunda da Genel Yayın Müdürlüğü görevlerin de bulundu.

Bu arada İngilizce yayınlanan Middle – East Rewiev Dergisi’nin Editörlüğü’nü yaptı. İngilizce – Türkçe olarak hazırlanan Middle - East ve Türkiye Ekonomi dergilerini yayınladı.

2001’de TV8 Yönetim Kurulu Başkanvekili oldu.

Akın, 12 yıl Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde “Güncel Gazetecilik” dersleri verdi.

1996’dan beri İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde çeşitli Gazetecilik dersleri veriyor.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyesi.

Basın İlan Kurumu Genel Kurul ve Yönetim Kurulu Üyesi.

Basın Konseyi Yüksek Kurul Üyesi.

Basılmış 7 eseri var.

Başta “Türkiye Gazeteciler Cemiyeti” olmak üzere çeşitli basın kuruluşlarından 14 ödül sahibi. Sedat Simavi Vakfı Jüri Üyeliğinde12 , Muammer Yaşar Ödülleri Jüri Üyeliğinde de 3 yıl bulundu.

Evli , iki çocuk babası ve iki torun sahibi.
medyatava
http://www.medyatava.com/haber.asp?id=46674

14 Ağustos 2008 Perşembe

İshak gidiyoruz savaş gazeteciliği kanal d canlı yayını

Türk gazetecilerin aracı böyle tarandı video savaş gazeteciliği


Gürcistan'da saldırıya uğrayan Kanaltürk muhabiri Levent Öztürk ve kameraman Güray Ervin ile NTV ekibi, Türkiye'ye döndü.

Gürcistan ile Güney Osetya bölgesinde meydana gelen çatışmaları izlerken saldırıya uğrayan 4 Türk gazeteci bu gece Kuzey Osetya'nın başkenti Vladikavkaz'dan İstanbul'a geldi. Gazetecilerin gelişiyle birlikte, Cumhur Çatkaya’nın kaydettiği saldırı anının sıcak görüntüleri de NTV’de yayınlandı.

ÜZERLERİNE KURŞUN YAĞDI!..

Gürcistan'da saldırıya uğrayan Kanaltürk muhabiri Levent Öztürk ve kameraman Güray Ervin ile NTV ekibi, Türkiye'ye döndü.

Gürcistan ile Güney Osetya bölgesinde meydana gelen çatışmaları izlerken saldırıya uğrayan 4 Türk gazeteci bu gece Kuzey Osetya'nın başkenti Vladikavkaz'dan İstanbul'a geldi. Gazetecilerin gelişiyle birlikte, Cumhur Çatkaya’nın kaydettiği saldırı anının sıcak görüntüleri de NTV’de yayınlandı.

Saldırıda başından yaralanan Levent Öztürk, "Yaşadıklarımıza takdiri ilahi diyorum. Verilmiş sadakamız varmış. Vurulduktan sonra bilincimizi kaybetmemeye çalıştık. Ne yapabileceğimizi düşündük. Arkadaşlar bana olay yerinde ilk müdahaleyi yaptı" diye konuştu.

Hilmi Hacaloğlu ise "Saldırı sırasında ben hemen eğildiğimi hatırlıyorum. Ölüme daha önce bu kadar yaklaşmamıştım. Güray gömleğini sallamaya başladı. Press diye bağırmaya başladık. Saldırmak amacıyla orada olmadığımızı anlatmaya çalıştık. Daha sonra bizi hastaneye götürdüler. Hastanede iyi davranıldı. İfademizi aldılar" dedi.

Cumhur Çatkaya ise saldırı sırasında kayıtta olduğunu söyleyerek, "Yolda ilerlediğimiz sırada ben kayıttaydım. Birden kurşunlar gelmeye başladı. Kameramın arkasına saklandım. 2-3 kurşun kamerama isabet etti" dedi.

Yaralı gazeteciler Atatürk Havalimanı Genel Havacılık Terminali'nden ambulanslara alınarak çıkartıldı. Saldırıda yaralanan Öztürk ve Ervin ambulansla Alman Hastanesi'ne kaldırıldı. Sağlık durumu ciddiyetini koruyan Öztürk halen yoğun bakımda tedavi altında bulunuyor.

Gazeteciliğe barış katmak

Gazetelerde Erzincan'da ölen askerlerin hayat hikayelerinden parçalar var. Yoksulluk ve yoksunluk anlatılıyor. Ama eşitlik, barış için değil. Çerçeve yeniden öfke yaratma üzerine kurulu.

Erzincan'da PKK'nin patlayıcıyla saldırısında ölen dokuz askerle ilgili haberlerde, Yarbay Mikdat Şamdancı'nın "evlatlık" olarak büyüdüğü, er Murat Atsen'in altı yaşındayken annesini kaybettiği, uzman çavuş Selim Kabataş'ın iki hafta önce evini arayıp sınava giren kardeşine başarılar dilediği, erler Abdullah Aydın Emer'in, Önder Muratoğlu'nun ve Abdurrahman Bolat'ın üç ay sonra askerlik sürelerinin biteceği, Barış Demir'in ailesinin bayramda evine izne gelmesini beklediği, uzman çavuş Gökhan Kuvat'ın annesinin haberi alınca kalp spazmı geçirdiği bilgileri var.

Bu haberler bize insanların hangi koşullarda, nasıl yaşadıklarını, yoksulluklarını, yoksunluklarını anlatır gibi görünüyor, ama aslında söz ettiği bütün bu yapısal şiddet ve çatışma ortamının yaşamları nasıl etkilediği değil. Bu bilgiler, acı üzerinden "şehitlik"i yüceltiyor, militarizme katkıda bulunuyor.

Haberlerde sorgulanmayan, en başından varlığı kabul edilen bir durum var oysa: Savaşın, çatışmanın kendisi. Bu haliyle bu haberler, ne kadar insancıl görünürlerse görünsünler yeniden öfke biriktirmeye, yeniden savaş alanına dönmeye hizmet ediyorlar. Yani gazeteciler, savaş gazeteciliği yapıyor. "Neden çatışma var" sorusu ve "çatışmanın olmayabileceği" zihnin dışında bırakılıyor.

Gazeteciliğe barış katmak
"Barış gazeteciliği" kavramını kullanan Profesör Johan Galtung, "gazeteciliğin içine barış katmanın yollarını aramak"tan söz ediyordu.

Barış gazeteciliği üzerine çalışan ve gazetecilere eğitim veren Annabel McGoldrick ve Jake Lynch'in kılavuzundan birkaç maddeyi anımsayalım:

Bir şiddet eyleminin, şiddet politikasının değerini yalnızca görünürdeki etkileriyle ölçmekten kaçının. Bunun yerine görünmeyen etkileri haberleştirmeye çalışın. Örneğin, travma ve psikolojik hasarın, etkilenenlerde diğer insanlara, gruplara ya da ülkelere karşı şiddet gösterme olasılığının artması gibi yarattığı uzun vadeli sonuçları.

Yalnızca şiddeti haberleştirip "korkunç olanı" tarif etmekten kaçının. Diğer her şeyi dışarıda bırakırsanız şiddetin tek açıklamasının bir önceki şiddet (öç) ve tek çözümün daha fazla şiddet (baskı/cezalandırma) olduğunu önermiş olursunuz. Bunun yerine şiddetin açıklaması olarak insanların gündelik yaşamlarında nasıl engellenmiş, hüsrana uğramış ve yoksun bırakılmış olduğunu gösterin.

Yalnızca bir tarafın acılarına, korkularına, dertlerine münhasıran odaklanmaktan kaçının. Bu tarafları "kötüler" ve "kurbanlar" olarak böler ve "kötüler"i bastırıp cezalandırmayı bir çözüm olarak önerir. Bunun yerine haber değeri olduğunca bütün tarafların acılarına, korkularına ve dertlerine eşit davranın.

Tarafların kendilerini, liderlerinin bildik açıklamalarını ya da konumlarını tekrarlayarak ifade etmelerine izin vermekten kaçının. Bunun yerine, daha derine inin:

Sahadaki insanlar gündelik yaşamlarında anlaşmazlıktan nasıl etkileniyorlar?
Neyin değişmesini istiyorlar?
Liderlerinin dile getirdiği konum, istedikleri değişikliklerin gerçekleşmesini sağlayacak tek veya en iyi yol mu?
Bu, tarafları hedeflerini dile getirmek için güçlendirebilir ve daha yaratıcı çıktıların olasılığını artırır.
Bize yalnızca bir grup insana ne yapıldığını ve o insanlar için ne yapılabileceğini söyleyen "zavallı", "mahvolmuş", "harap olmuş", "savunmasız", "acıklı", "dokunaklı", "trajedi" gibi "kurbanlaştırıcı" bir dil kullanmaktan kaçının. Bu insanları güçsüzleştirir ve değişim olanaklarını sınırlar. Bunun yerine insanlara ne yapıldığına ve insanların ne yapabileceğine dair haber yapın. Yalnızca ne hissettiklerini sormayın, hayatlarını nasıl sürdürdüklerini ve ne düşündüklerini de sorun. Herhangi bir çözüm önerebiliyorlar mı?

Belki de, her gazetecilik eyleminin bir "müdahale" olduğunu bilerek, anımsanması gereken en önemli soru şu: "Kendi müdahalemle barış olasılıklarını geliştirmek için ne yapabilirim?" (TK)
http://bianet.org/bianet/kategori/bianet/108962/gazeteci-yoksul-askerlerin-olumlerini-anlatirken-neden-baristan-soz-etmez

TOLGA KORKUT BİA

13 Ağustos 2008 Çarşamba

'Yandaşız Ulan! Ahlaksız Değiliz'


Kimler ahlaksız, kimler yandaş. Star Gazetesi yazarı Hadi Özışık, yazısında ahlaksızığın tarifini yaptı.
Ergenekon medyayı ikiye böldü. Ergenekon'u yazanlar "yandaş" yazmayanlar daha doğrusu Ergenekon'u "safsata" olarak tanımlayanlar ise başka başka isimlerle gruplandırılıyor.

Bu kutuplaşma öyle bir hal aldı ki, gazeteciler birbirlerini tehdit etme noktasına geldi. Hadi Özışık'ın 09 Ağustos 2008 tarihli "Ahlaksız olmaktansa 'yandaş' olmayı tercih ediyorum!" yazısında bu konuyu okurlarıyla paylaşıyor:

"Ahlaksız değiliz ya, bırakın "yandaş" olalım! Bilgisayarımızın klavyesinden iğrençlik akmasın da, bırakın bize "yandaş" desinler!
Dahası var; iki yüzlü olmayalım da...
"Yandaş" olalım...
Bize "yandaş" diyenlere bakın!
Hınçları akıllarını başından almış bunların. Ne Allah korkusu, ne de vicdan kalmış bunlarda!.. Yazdıkları yetmiyor, gazetecilikten başka hiçbir işi olmayan meslektaşlarını tehdit ediyorlar!
Çalıştıkları gazeteler boy boy, Ergenekon iddianamesi yayınlarken, onlar "iftiraname" diyerek, dışarıya celalleniyorlar! Veli Küçük ağzıyla konuşan bu zevat, Ertuğrul Özkök'ü, Sedat Ergin'i, İsmet Berkan'ı da arasın ya!
Arayamazlar!
Kuyrukları ismini saydığım kişilerin ayaklarının altında çünkü!
"Özgürlük" denilince mangalda kül bırakmayan "Bay Ergenekon"cular, meslektaşlarının "özel hayat"larını deşifre edecek kadar, alçalıyorlar!
Niye?
Ondan değil diye!
Onun gibi düşünmüyor diye...
Onun davasına hizmet etmiyor diye...
"Sen iftira atıyorsun!" diyerek, ekrandaki haberleri okuyan bir meslektaşını hem yazılı, hem de sözlü tehdit etmenin başka bir izahı varsa, siz söyleyin!
Ondan sonra da biz "yandaş" oluyoruz!
"Yandaş"ız ulan...
Senin gibi "Ahlaksız" olmaktansa, "yandaş" olmayı tercih ederim!

Ahlaksızlığın tarifi!

"Ahlaksız"ın Türk Dil Kurumu'ndaki karşılığı şöyle:
-Dürüst davranmayan, kötü huylu, terbiyesiz.
Şimdi soruyorum:
BİR- Düne kadar, baştacı ettiğiniz, "Laikliğin tek teminatı" olarak övdüğünüz, "AK Parti iktidarının korkulu rüyası" olarak tarif ettiğiniz, Orgenerel Yaşar Büyükanıt'la ilgili, son bir haftada yazılanlar ve konuşulanlar ahlaki mi?
İKİ- Hayatınızda bir kez bile karşılaşmadığınız, arkasından sürekli küfür ettiğiniz Fethullah Gülen'le fikirleriniz uyuşmuyor diye, ona "Fetoş" veya "sümüklü" diyerek, hakaret etmeniz terbiyesizlik değil mi?
ÜÇ- Ankara'da masabaşı haber yapmak yerine, araştıran, soruşturan ve sürekli bilgi toplayan meslektaşınız Şamil Tayyar'ı, alkışlamak yerine onu "devletin gizli ajanı" ilan etmeniz ahlaksızlık değil mi?
DÖRT- Bu gazetenin genel yayın yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, Erkenekon'daki pislikleri deşifre etmek yerine, Ergenekon'a hizmet eden yayınlar yapsaydı, Başbakan Erdoğan'ın "üvey evladı" mı olacaktı? Bir gazeteciye, "Başbakan'ın manevi evladı" yakıştırmasında bulunmak, ahlaksızlıktan da öte bir şey değil mi?"
Star gazetesi

Fatih Altaylı'dan Dinç Bilgin ve Aydın Doğan'a ağır eleştiri


Ciner Grubu'nda gazete hazırlıklarını sürdüren Fatih Altaylı, Zaman gazetesinde çıkan Dinç Bilgin röportajına ağır eleştiri getirdi. Habertürk sitesinde yeralan yazıda şu ifadeler yeraldı,''Erol Simavi gibi hakiki bir gazeteci patron Dinç Bilgin"in yöntemlerine ayak uyduramadığı için bu sektörden çıkmak zorunda kaldı. Aydın Doğan onun sayesinde “Büyük gazete patronu” olabildi. Medya eliyle güç simsarlığını Dinç Bilgin başlattı, Aydın Doğan daha iyisini yaptı. Aydın Doğan"ın medya genetiğinde Dinç Bilgin kromozomları vardır. Dinç Bilgin"in Türkiye"ye nelere mal olduğunu hiç ama hiç unutmayın''
FAtih Altaylı'nın yazısı şöyle:

Türk medyasını çürüten genler

Dinç Bilgin Efendi, yine sağda solda röportajlar veriyor.
Şirinlikler yapıyor.
Sahte belgelerle Sabah’a el koyulmasına neden olan ve TMSF’ye verdiği belgeler sahte çıktığı için İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nın hakkında “Sahtecilikten” 8 yıl hapis istemiyle dava açtığı Dinç Bilgin.
Ama tabii yine de iyi bir hizmet yaptı.
Sahte belgelerle de olsa, Sabah’ı iktidara kazandırdı.
Bu nedenle olsa gerek, borçlarında indirim yapılacakmış.
Bir dönem “Kara gün dostu” dediği adama sahte belgelerle kazık attı.
Şimdi bir zamanlar “O... çocukları” dediği adamlarla birlikte.
Yarın onlarla da kanlı bıçaklı olacağından kimsenin şüphesi yok.
Dinç Bilgin’in şahsiyeti hakkında en iyi bilgiyi eski bir avukatından aldım aslında. Bir gün avukatıyla birlikte TMSF’ye gidiyorlar.
Dinç Bilgin yol boyunca TMSF Başkanı'na ve yöneticilerine sövüp duruyor.
Binaya girerlerken avukatı uyarıyor, “Dinç Bey, içerde böyle davranırsanız ben çıkar giderim. Sonuçta siz bu adamlara borçlusunuz.”
Dinç Bilgin TMSF’cilere bir küfür daha savuruyor ve avukatına “Merak etmeyin” diyor. Ahmet Ertürk’ün odasına girdikleri zaman Dinç Bilgin’de müthiş bir değişim.
Boynu hafif bükük. Ezik, zavallı bir adam. Konuşurken gözlerinde yaşlar oluşuyor. İçinde bulunduğu sıkıntıları anlatıyor, ne kadar hatalı olduğunu, kandırıldığını söylüyor. Aman diliyor.
Görüşme bitiyor. Çıkıyorlar.
Dinç Bilgin avukatına dönüyor, “İyi miydim?” diye soruyor.
Avukat şaşkın “Çok iyiydiniz. Şaşırdım” diyor.
Dinç Bilgin gerçeği açıklıyor, “Ben İngiltere’de iki yıl drama dersi aldım. Yönetim biliminin bir parçası olarak. Çok iyi oynarım” diyor.
Dinç Bilgin’in özü bu.
Yavuz Semerci’nin dediği gibi elinden tutan herkesi satmış, kullanıp atmış birisi. Şimdi yine ortalıkta.
Büyük ihtimalle Aydın Doğan’ın Rekabet Kurulu kararı gereği elinden çıkarmak zorunda olduğu Vatan’a yeni paravan olacak.
Onun hazırlığını yapıyor.
Hiç unutulmasın ki, Türk basınında yozlaşma, ahlaki değerlerin erozyonu Dinç Bilgin’le başladı.
Erol Simavi gibi hakiki bir gazeteci patron Dinç Bilgin’in yöntemlerine ayak uyduramadığı için bu sektörden çıkmak zorunda kaldı.
Aydın Doğan onun sayesinde “Büyük gazete patronu” olabildi.
Medya eliyle güç simsarlığını Dinç Bilgin başlattı, Aydın Doğan daha iyisini yaptı.
Aydın Doğan’ın medya genetiğinde Dinç Bilgin kromozomları vardır.
Dinç Bilgin’in Türkiye’ye nelere mal olduğunu hiç ama hiç unutmayın.
netgazete

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Orhan Erinç'ten yalan haberlere tepki



Dedikodu haberciliğinin kurbanları arasında yer aldığını belirten Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Erinç, “Gerçekleri öğrenmenin o kadar zor olmadığını” yazdı.

Gazeteciliğin Donkişotları

Öyle günler oluyor ki.. Babıâli’de 52’nci yılıma girmiş olmama karşın, hâlâ daha gazeteciliği öğrenememiş olduğum, ya da bize öğretilenlerin yanlış olduğu kanısına kapılmaktan kendimi alamıyorum.

Eskiden gazetelerde, doğruluğu kesinleştirilememiş haberlerin ya da haber değeri taşıyan söylentilerin yayımlandığı özel bölümler vardı.

Gazeteciler, önemli sayılan, ama haberde bulunması gereken kesinlikten yoksun olduğu için haber gibi yazılamayanları, bu özel köşelerde değerlendirirlerdi.

Bu alanın pirinin, “Sabiha Deren” takma adıyla Yeni Sabah gazetesindeki köşede başlatan ustalarımızdan Genel Yayın Yönetmenim Hakkı Devrim olduğunu söyleyebilirim.

Cumhuriyet’e gelmeden önceki çalıştığım Yeni Sabah’ta, arada ben de bu köşeye yazılar önerirdim. Köşeye girdiğinde sevinirdim. Çünkü söylenti düzeyinde bile olsa ince eleyip sık dokuyan bir gazeteciydi Devrim.

Yıllar sonra aynı işi, 5 yıl kadar Hürriyet’te ben üstlendim. “Bir Günün Hikâyesi” köşesinin editörlüğünü yaptım. Kulakları çınlasın, köşenin en velud yazarı da siyasetin nabzını tutma ustası Sezai Bayar’dı.

Hiçbir yöneticinin aklına o tür yazıları değil manşet yapmak tek sütun başlıkla bile haber sayfalarına aktarmak gelmezdi.

Ne yazık ki bugün, benzer bir meslek duyarlığından söz etmek mümkün değil.

***

Cumhuriyet, bildim bileli yayın ilkelerinden rahatsız olanların hedef tahtasıdır.

Brüt 45 yıllık Cumhuriyetçilik yaşamımda Cumhuriyet’e kızanlar önceleri kaba kuvvete başvururlardı. Gün geçmezdi ki Komünizmle Mücadele Derneği, Ülkü Ocakları, kendilerini solcu sanan öğrenci örgütü temsilcileri gazeteye kadar gelip bizleri tehdit etmesin, yalanlar uydurup karalamaya çalışmasın...

Yıllar geçince yöntemler de değişti. Kızanlar artık dedikodular uydurmaya, uydurulan dedikoduları manşetlere taşıyarak saldırmaya başladılar.

Böyle bir yönteme başvurma zorunluluğunu duyuyorlar. Çünkü gerçekleri yazarlarsa Cumhuriyet’i yıpratamayacaklarını anladılar. Bu nedenle de kendilerine tek yol olarak iftira kaldı.

***

Hedef tahtasının 12’sinde gazetemizin İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk var. Gün geçmiyor ki, laik Cumhuriyet’ten rahatsızlık duyanların yayın organlığını üstlenmiş gazetelerde manşet olmasın...

Kısa bir süre önce bir de baktım ki dedikodu haberciliğinin kurbanları arasına ben de katılmışım.

15 yıl önceki bir dedikodu, 1963 Ekimi’nde muhabir olarak geldiğim Cumhuriyet’ten 1981’de yazı işleri müdürü iken yönetim değişikliği nedeniyle ayrılmış olmamı da es geçerek 1993’te dönüşüme kulp takma aracı yapılmış.

Uğur Mumcu, İlhan Selçuk’la gazeteden çıkarılacak(!) 85 gazeteci için kavga etmiş, kararı kolayca uygulamak için de Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Orhan Erinç işe alınacakmış!

Söz konusu dönemde Cumhuriyet’te olan Hikmet Çetinkaya ile Şükran Soner, gerçek tanıklıklarını anlattılar. Ben yalnızca şunu ekleyeyim.

26 Mayıs 1981’de ayrıldığım Cumhuriyet’e Genel Yayın Danışmanı olarak 17 Şubat 1993’te döndüğümde TGS ile gazete arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri devam ediyordu. Anlaşma olmayınca 14 Ocak 1994 günü grev başlatılması kararı alındı. Ben de 13 Ocak’ta Cumhuriyet’ten ikinci kez istifa edip eşyalarımı alarak çıktım.

14 Ocak sabahı da kolumuzun altına “Bu iş yerinde grev vardır” afişini koyup Cumhuriyet’e geldik. Ama grev uygulanmadı. Araya girenler sayesinde imzalar atıldı.

Cumhuriyet’teki görevime de, niye gazeteye gelmediğimi merak eden arkadaşlarımın girişimiyle döndüm.

***

Anlattıklarım basit bir gazetecilik çabasıyla öğrenilebilecek şeyler. Öncelikle bir gazetecinin 15 yıl önceki dedikoduyu aktarırken “Acaba 85 gazeteciye ne oldu?” sorusunu aklına getirmemiş olmasını yadırgadığımı belirtmeliyim.

Giderek yaygınlaşan benzer gazetecilik anlayışı, gazeteciliği daha da küçümsetiyor. İşin daha da kötüsü, böyle gazetecilik yapmaktan mutluluk duyanların sayısı da ne yazık ki artıyor... Cumhuriyet’e saldıranlar sanırım Basın Tarihi’mizde “Gazeteciliğin Donkişotları” olarak özel bir yere sahip olacaklar...

Orhan Erinç / Cumhuriyet - 9 Ağustos 2008

Thelma ve Louise’i hatırlarken


Bonneville’i seyretmeye hazırlanırken aklınıza o kadar çok ‘Thelma & Louise’ çağrışımı geliyor ki filmi seyretmeye başladığınızda iki filmin ne kadar farklı olduğunu görüp içinize garip bir rahatlık çöküyor. Kendilerini hayatın akışına bırakmış üç kadın arkadaş, üstü açık bir araba ve uçsuz bucaksız Amerika yolları, doğal olarak kadın ve yol filmleri arasında özel bir yere sahip ‘Thelma & Louise’i hatırlatıyor. Bu karışıma seksi otostopçuyu da eklerseniz, bir tür ‘Arvilla, Margene & Carol’ beklentisiyle izlemeye başlıyorsunuz ‘Bonneville’i.

İkinci filmiyle yönetmen Christopher N. Rowley ve yazar Daniel D. Davis, ‘Thelma & Louise’deki gibi kadının toplumsal konumuyla ilgili büyük şeyler söylemekten çok, 50’li yaşlarını geçmiş üç kadının arkadaşlığını ve belirli bir yaş dönümündeki değişimlerini mütevazı bir şekilde anlatma niyetiyle bu eski arabayı yollara düşürüyorlar. Özlediğimiz Jessica Lange’in canlandırdığı Arvilla’nın kocası Joe’nun cenazesiyle başlıyor ‘Bonneville.’ Arvilla’dan pek hazzetmeyen, Joe’nun ilk eşinden olan kızı Francine (Christine Baranski), kocasının küllerini doğaya bırakmaya kararlı Arvilla’ya ya külleri babasının cenazesine getirmesini ya da yaşadığı evi terk etmesini söylüyor.

ÜÇ KADININ DEĞİŞİMİ

Ne yapacağı konusunda bir süre gidip gelen Arvilla, sonunda iki yakın arkadaşını alarak Idaho’dan cenazenin yapılacağı Santa Barbara’ya gitmeye karar veriyor. 1966 model Bonneville marka arabaya atlayan üç kadın, her biri farklı kişisel değişim yaşayacakları uzun bir yolculukta buluyorlar kendilerini. Kathy Bates enerjisi yüksek, neşeli ve uzun süredir bir erkeğin eksikliğini hisseden Margene’i, Joan Allen ise dinine bağlı, tutucu Mormon Carol’ı canlandırıyor. Babasını arayan genç otostopçu Bo (Victor Rasuk) ve kır saçlı TIR şoförü Emmett (Tom Skerritt) gibi farklı erkek tiplerini karşılarına çıkaran bu yolculuk, Arvilla’nın kocasının ölümüyle yüzleşmesine yardımcı olurken, üç kadının arkadaşlığını da bir ileri boyuta taşıyor.

‘Bonneville’ sıradan senaryosu ve tahmin edebileceğiniz hikaye döngüleriyle, sinemada çığır açmayan ama televizyonda rastlasanız takılıp kalacağınız filmlerden. Özellikle de üç büyük oyuncunun içinizi açan performansları filmin aksaklıklarını ve kimi zaman düzleşen anlatımını hoş görmenizi sağlıyor. Kadın ve yol filmlerini seven seyirci için ise yalnızca üç büyük üstadı Bonneville’in içinde yolculuk yaparken seyretmek bile uzun süredir özledikleri bir deneyim için yeterli oluyor.
KAYNAK:EMRAH GÜLER
AKŞAM GAZETESİ

Veee Müzik Atak


Televizyon kanallar? aras?nda şöyle izlemeye doyum olmayan bir müzik programı bulmak o kadar zor ki! Henüz 20’li yaşlara gelmemişken ‘Pop Saati’ ve ‘Rock Market’ hayatımızı kurtarıyormuş meğer (aylar önce Rock Market’in programcısı Dr. Şener Yıldız ile bir röportaj yapmıştım. Nedense metal müzik dinleyicisi bana çok kızıp birtakım ‘yuhhhh sana’ mailleri yollamıştı). Tabii müzik kanallarını bu müzik programı doyumsuzluğunun dışında tutuyorum.

Aslında başlayalı birkaç hafta oldu ama sonunda benim de izlediğim bir müzik programından bahsetmenin peşindeyim… Cumartesi geceleri 21.15’te Haberturk’te yayınlanmaya başlayan ‘Müzik Atak’, televizyonda doyurucu müzik programı izlemek için yanıp tutuşan, en azından yeni seçenekler arayanlar için çare oldu.

Rolling Stone Dergisi Yayın Yönetmeni Mehmet Tez (eski iş arkadaşım olan Mehmet’e arşivi ve müzik zevki konusunda hayranım. Ben de kendi müzik keşiflerimi ona anlattığımda beğenirse değmeyin keyfime. Mesela bundan yıllar önce Lali Puna’yı ona da sevdirdim ya hâlâ kendimi bir şey sanıyorum!) ve Milliyet Gazetesi moda yazarı Melis Alphan’ın birlikte hazırladığı Müzik Atak sahiden pek eğlenceli. Özellikle ‘Hayatımı Değiştiren 5 Şarkı’ bölümünde, bir şekilde müzikle bağlantılı insanların hayatının 5 şarkısını anlatması… Röportajlar ve listeler de bir müzik programının olmazsa olmazları kontenjanından Müzik Atak’taki yerlerini alıyor elbette.

Geçen hafta programda ‘Hayvanlar’ adlı ilk albümü vesilesiyle Yasemin Mori ile bir röportaj yapmıştı Melis. “Şarkılarının MySpace’te bu kadar patlamasını bekliyor muydun?” diye sorunca Mori’nin verdiği cevap beni düşünmeye itti! Zira MySpace o ya da bu şekilde müzik yapan insanların keşfedilip patlamayı beklediği bir ortam. Mori, oraya koyduğu şarkıları sadece eş-dost dinler sanmış!

Ya internetin nimetlerini tam olarak algılayamamış ya da ‘naif’likten öyle diyor. Bilemedim…

KAYNAK:
SELİN ÖZAVCI

AKŞAM

10 Ağustos 2008 Pazar

İTÜ'LÜ HOCALAR MEDYAYI SINIFTA BIRAKTI


Cumhurbaşkanı Gül 21 üniversitenin rektörünü atadı, haber merkezlerinin flaş haber yarışı başladı. Önce kimler birinci sıradaydı, kimler Cumhurbaşkanı'nın takdiriyle atandı haberleri girdi, ertesi gün de gözler üniversitelere çevrildi.

Ekranlarda son dakikalar yanıp sönüyor, hepsinde aynı hata:
"Rektör atamalarına tepki - İTÜ'de deprem - 12 öğretim görevlisi istifa etti - Yeni rektöre istifalı karşılama"

Oysa İTÜ'de deprem falan yoktu. İstifalar tepki için değil, teamülendi. Birimiz merak edip araştırmış olsak, rahatlıkla bu bilgiye ulaşacaktık.


"Mutlaka tepki gelecektir" beklentisiyle güne başlamış olmanın yanısıra her zaman yapılan bir başka hata daha var:

X kanalı verdi, gerisinde kalmayalım, onlar nasıl olsa doğrulatmıştır zihniyeti..

Araştırmadan yaptığımız habercilikle ne denli büyük bir hataya imza attığımızı
anlamak için İTÜ'den yapılan açıklamaya göz atalım..

"İstanbul Teknik Üniversitesinden (İTÜ) yapılan açıklamada, üniversiteden istifa eden herhangi bir öğretim üyesi bulunmadığı, ''atamaları doğrudan rektör tarafından yapılan enstitü müdürlerinin, yüksekokul müdürlerinin değişen rektörle birlikte istifalarının ise üniversitelerde yıllardır var olan teamülün gereği'' olduğu bildirildi.

Görevlerinden istifa ettiği belirtilen öğretim üyelerinin, rektör değişimi sonucu görevleri otomatik olarak sonra eren 3 rektör yardımcısı,
rektör danışmanları ile görev süreleri sona ermiş ve görevlerini vekaleten eski rektörün görev süresince uzatılmış olarak yürüten dekan vekilleri
olduğu ifade edildi."

İTÜ haberi son örneğiydi, geride bıraktığımız hareketli gündemde "En hızlı biz verelim" acelesiyle çok daha vahim hatalar da yapıldı.

Tüm haber kanallarını takip etme olanağı olanlar izlesin, birine son dakika girdiğinde saniyeler sonra hepsinde aynı yazılar arka arkaya dönmeye
başlıyor. Ne zaman doğrulandı, kimden bilgi alındı anlamak mümkün değil.

İTÜ'de rektör atamasına tepki için 12 öğretim görevlisinin istifa ettiğini yanıp sönen flaş haber ve son dakika bantlarıyla verdiniz, izleyicilerinin
hafızalarına kazıdınız. Peki bu haberin yanlış çıktığını niye aynı büyüklükte vermediniz? Sokağa çıkıp sorsanız hemen herkes "İTÜ'de deprem oldu"
zannetmeye devam ediyor.

Türkiye'nin önde gelen mühendislerini yetiştiren İTÜ'lü hocalar, medyaya da bu olayla büyük bir ders verdi. Bir daha kimse sınıfta kalmasın diye,
dersi kaçıranlarla notlarımızı paylaşalım istedik..

HABERTURK.COM

Fashion in the Mirror: Self Reflection in Fashion Photography MODA FOTOĞRAFÇILIĞI








'Fashion in the Mirror: Self Reflection in Fashion Photography'
bu hafta sabah gazetesinde Ayşe Ferhangil imzalı yazıda gördüm gayet güzel bir sergi..önce haberi verelim...fotoğraflar da cabası..

Londra'daki The Photographers' Gallery'de açılan bir sergide, moda fotoğrafçılarının doğru kareleri yakalamak için katlandıkları trajikomik durumların fotoğrafları derlenmiş... Siz giydiğiniz yüksek topukluları, dar pantolonları moda uğruna yaptığınız fedakârlıklar olarak görüyorsanız daha hiçbir şey bilmiyorsunuz. Ben ve benim gibi moda dünyası içinde kariyer yapmak gibi 'yüksek' bir idealle yanıp tutuşanların kariyerlerinin başlangıcında neler çektiğini okuyunca topuklularınızı öpüp başınıza koyacaksınız. Hikâyeler o kadar acı verici, o kadar aşağılayıcı ve o kadar yorucu ki modanın rezillikleri Londra'da bir galeriye ilham kaynağı oldu. Photographers' Gallery'de 18 Temmuz tarihinde açılan 'Fashion in the Mirror: Self Reflection in Fashion Photography' (Aynadaki Moda: Moda Fotoğrafçılığının Kendi Yansıması) adlı sergide moda fotoğrafçıları ve onların ekibinin doğru kareleri yakalamak için katlandıkları trajikomik durumların fotoğrafları derlenmiş. Kaprisleri bitmeyen süper modeller (bakınız Naomi Campbell: Kendi asistanının kafasına cep telefonu atan size ne yapar bir düşünün), istekleri mantık sınırını zorlayan moda fotoğrafçıları (bakınız Annie Leibovitz: İngiliz Kraliçesi Elizabeth'in başındaki tacı çıkartmaya çalışan kadının kolay beğeneceğini düşünmüyorsunuz, değil mi?), memnuniyetsiz genel yayın yönetmenleri (bakınız Anna Wintour: Asistanına kan kusturan kadın olarak da biliniyor), hesap verilmesi gerken modaevleri ve tüm bunlar için züğürt tesellisi maaşlar. İşte şaşaalı moda dünyasına girdiği gün kendini makaleler yazarken, defilelerde ön sıralarda otururken, modacılardan pahalı hediyeler alırken hayal eden genç kızların (ve tabii erkeklerin) ümitlerinin yerle bir olma sebeplerinden bazıları.

HER ŞEY MODA İÇİN
Londra'da moda gazeteciği mastırı yaparken ben de tam bunları yaşamıştım. Defilelere girebilmek için saatlerce sıra beklemiş, kapı görevlilerine binlerce yalan uydurmuş, rüşvet vermiş, sahne arkaları için korumalara saatlerce yalvarmış, defileleri itiş kakış ayakta izlemiş, hatta kazara fotoğrafçı bölümüne girdiğim için dışarı atılmıştım. Fakat yukarıda size sözünü ettiğim sergiyi görünce yaşadıklarımın hiçbir şey olmadığını anladım. Sergide benim gözüme ilk çarpan resim, doğru ışığı yakalamak isteyen bir fotoğrafçı için elinde reflektörü tutan adam. "Ne var bunda?" diyeceksiniz. Bu adam elindeki dev reflektörü denizin ortasında dalgalarla savaşarak tutuyor. Emin olun 2003 yılında L'Officiel için yapılan çekimde fotoğrafçı Jonathan de Villiers'nin ekibinde yer alan bu adamcağızın yaşadığı şey şıklık ve şaşaadan çok uzak. 1950'lerden günümüze birçok trajikomik fotoğrafa yer verilen sergide mükemmeliyetçi Karl Lagerfeld'li bir çekim de var. Fiziğiyle barışık olmadığı rivayet edilen ve bir dönem bulimiyanın pençesine düşen Alman modacıyla yapılan Harper's Bazaar çekiminde, fotoğrafçı William Klein doğru pozu yakalayana kadar ellerinde modacının resimlerini tutan asistanlar epeyce terlemiş. Sergide modeli daha iyi bir açıdan çekmek için çukur kazıp içine giren fotoğrafçılardan kafasına dekor düşen modellere ve sıralarının gelmesi için saatlerce ayakta bekleyenlere kadar pek çok fotoğraf mevcut. Mario Testino, Juergen Teller, Steven Klein, Helmut Newton, Harri Peccinotti ve Tim Walker gibi fotoğrafçıların çekim anlarından enstantanelerin bulunduğu sergide en talepkâr fotoğraflar tahmin edeceğiniz üzere Vogue dergisi için yapılmış olanlar. Örneğin Tim Walker, Vogue'un yeni yıl çekimleri için 20 balerin, 17 kaz, 250 deve kuşu yumurtası (altın renge boyanmış), bir kutu plastik el, bir oda dolusu beyaz şemsiye, 20 çam ağacı, bir kurt kostümü, dev bir bal kabağı, bir gümüş kaplama zırh, altın renge boyanmış bir at, yüzlerce gaz lambası ve kıyafetlerle dolu uçsuz bucaksız askılar istemiş. Şimdi kendinizi bunları kısa bir zaman içinde temin etmesi gereken asistanların yerine bir koyun. Hadi bunları buldunuz, bir de altın renge boyanması gereken atı spreylediğinizi gözünüzün önüne getirin. İçiniz sıkıldı değil mi? Moda dünyasının neden yüzü hiç gülmeyen, negatif insanlarla dolu olduğunu anlamışsınızdır. Bu arada sergi Londra'da, 14 Eylül tarihine kadar açık.
KAYNAK:AYŞE FERHANGİL/SABAH GAZETESİ

Yasak nasıl delinir? youtube


İnternetin önündeki engelleri kaldırma çağrısı yapan Akgül bu arzusunda yalnız değil. YouTube ve Dailymotion sitelerinin yanı sıra wordpress.com, geocities.com, alibaba.com, groups.google.com gibi sitelerde de hâlâ süren yasaklar, kullanıcıları İran, Çin ve çeşitli Arap ülkelerindeki muhaliflere sunulan imkânlara yöneltti. Türkiye'de bugün tek bir şikayet yüzünden koca bir internet sitesini kapatma gücüne sahip olan 900 mahkeme var; 2005'te 153, 2006'da 886, 2007'de 549, 2008'in ilk altı ayında ise 420 site bu mahkemelerden gelen emirle kapatıldı. Site kapatmanın gerekçesi ise muhtelif: Korsan müzik dosyaları, her tür pornografi ve yasadışı yayın yapan site tek bir şikayetle kapatılabiliyor. 1 Mayıs gösterilerinde polisin göstericilere karşı tutumu ve en son önerilen pornografik yayınları ancak TC Kimlik Numarası'yla satın alabilme uygulaması gibi durumlarla birleştiğinde, Avrupa basını da internet yasaklarını baskıcı bir dalganın parçası olarak görüyor. Ne AKP ne de CHP'nin itiraz ettiği, hatta kendi görüşlerine muhalif yayınların kapatılmasını sağladığı için desteklediği yasaklardan kurtulmak için kullanıcılar Anonymizer (www.anonymizer.com) gibi aracı programlara veya OpenDNS (www.opendns.com) gibi teknik çözümlere başvuruyor. Anonymizer, kullanıcıların kimliğine ulaşmak için incelenmesi muhtemel IP numaralarını gizleyerek kendi sitesi aracılığıyla internetteki bütün sitelere ulaşmayı mümkün kılıyor. OpenDNS ise yine özellikle Çin gibi düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde büyük engellerin olduğu ülkelerde kullanılan bir teknolojiyle internete bağlanırken kullanılan ve DNS olarak adlandırılan geçit bilgilerini kendi üzerine alıyor, böylece kullanıcılar her tür yasaktan bağımsız olarak internete sörf yapabiliyor.

you tube yasağı! internet sansürü

İnternet dünyasının en popüler video paylaşım sitesi YouTube'a (www.youtube.com) getirilen yasak üçüncü ayını doldurdu. Atatürk'e hakaret içeren videolar nedeniyle yasaklanan sitenin Türkiye'den görünen bölümünden ilgili görüntülerin kaldırılmasına rağmen yasak sürüyor. Yasağın bu kadar uzun sürmesinin sebebi, dünyadaki tüm servis sağlayıcılardan, Türkiye'de temsilci bulundurmalarının ve Faaliyet Belgesi sunmalarının istenmesi. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, daha önce YouTube'un Türkiye`de ofis açmadığı ve resmi bir temsilci atamak istemediği için muhatap bulamamaktan şikayet etmişti. YouTube ile Telekomünikasyon Kurumu arasında yapılan görüşmeler sonucunda YouTube'a 'com.tr' uzantısıyla sağlanacak erişimde zararlı içeriğin ayıklanması kararlaştırılmıştı. Yasağın ne zaman kaldırılacağı ise henüz bilinmiyor. YouTube'a erişim yasağı 5 Mayıs 2008'de başladı. Yasağa gerekçe olarak Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret ettiği söylenen bir video gösterildi. Önce 24 Nisan'da Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, ardından 30 Nisan'da Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi ve nihayet 5 Mayıs'ta Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi kararıyla YouTube yasaklandı. 599 ve 402 numaralı mahkeme kararları gerekçe gösterilerek kapatılan site, geçtiğimiz yıl mart ayında yine yasaklanmış, ancak iki gün süren yasaktan sonra YouTube açılmıştı. Siteye ikinci yasak ise 2008 Ocak ayında geldi. World Socialist Web Site'ın (www.wsws.org) haberine göre YouTube'un yasaklanmasına sebep olan video, eşcinselliğin Yunanistan'da başladığı ve bütün Yunanlı erkeklerin eşcinsel olduğunu söyleyen bir videoya cevap olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün de eşcinsel olduğunu öne sürüyordu. Türk medyasının infialiyle olay manşetlere taşındı, YouTube'a yüzbinlerce eposta gönderildi.

TEK YASAK YOUTUBE'A DEĞİL
YouTube yasağına ara formül ile bir çözüm yolu bulma çalışmaları sürerken, bir başka video paylaşım sitesi olan Dailymotion sitesine de (www.dailymotion.com) mahkeme kararıyla yasak geldi. Yasağın gerekçesi, diğer erişim engelleme uygulamalarında olduğu gibi bilinmiyor. Türkiye'nin dünya internetine tek başına kural getirmeye çalıştığını öne süren Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi ve Türkiye'de internetin kurucularından Prof. Dr. Mustafa Akgül, "Bir başka deyişle, Türkiye ve ABD gazeteleri, Brezilya dergileri, Fransa'da kitapları yasaklamaya kalkıyor görüntüsü veriyor," diyor ve devam ediyor, "Türkiye bu konuda ısrarla dünyaya 'önder olma çabasını' sürdürüyor. Tüm dünyanın uğraştığı bazı marjinal sorunları, gazete ve kitap yayıncılığında edinilen refleksleriyle yasaklayarak sorunu çözmeye çalışan, bu arada ülkeye zarar veren ve iletişim özgürlüğüne, hukuk devleti ilkelerini çiğneyen bir ülke görüntüsü veriyoruz. Aslında, sadece sakıncalı bulunan nesneleri yasaklamak mümkün. Niye bir kitap nedeniyle koca bir kütüphaneyi yasaklamakta ısrar ediliyor? Bir suçluyu yasaklamak için, suçsuz insanları cezalandırmanın; Türk vatandaşlarını zararlı içerikten korumak adına, Türkiye'ye zarar veren uygulamaları ısrarla sürdürmenin anlamı ne?" Yasaklanan sitelerden Wordpress.com'da 3.5 milyon web günlüğü (blog) bulunuyor ve bir günlükte yer alan tek bir yazı nedeniyle 3.5 milyon günlük sahibi ve bu sayfaların okurlarının mağdur edilmesi gibi tuhaf bir durum ortaya çıkmış oluyor. Akgül bu yasaklamaların hukuk devletiyle bağdaşmadığını, özellikle de bir bilgi toplumu olmaya çalışan Türkiye'ye hiç yakışmadığını anlatıyor: "Yasaklamaya neden olan videolar, internetin Türkiye'den görünen boyutundan çoktan kaldırıldı. Peki niye yasak hâlâ sürüyor? Çünkü, Türkiye dünya internetine tek başına kurallar getirmeye çalışıyor. Bir yandan, dünyadaki tüm yer sağlayıcılardan, Türkiye'de temsilci bulundurmaları ve 'Faaliyet Belgesi' alması isteniyor. Öte yandan, Türk mahkemelerinin yasaklama kararının tüm ülkelerde geçerli olması bekleniyor. Savunma almadan, tedbir kararının, uluslararası teamüllere uyulmadan uygulanmak istenmesi ne kadar gerçekci ve anlamlı?"