5 Ağustos 2008 Salı

Cesur Yeni Dünya


Cesur Yeni Dünya, Aldous Huxley'in bir romanı, magnum opus'udur. Brave New World romanın özgün adıdır.

Romanın kurgusu Londra'da 26. yüzyılda geçmektedir ve distopik bir atmosfer mevcuttur. Romanda üreme tekonolojisi, öjenik ve hipnopedi (uykuda öğretim) sayesinde toplum değiştirilmiştir. Aslında tanımlanan dünya bir ütopya olarak da gözükebilir, fakat ironik bir ütopya. Zira insanlık sağlıklı, teknolojik açıdan gelişmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiştir; tüm ırkların eşit olduğu ve herkesin mutlak olarak mutlu olduğu bir dünya vardır. Fakat, ironik biçimde, tüm bu gelişmeler birey için çok önemli olan birçok değerin yok edilmesi, kaldırılması ile başarılmıştır; aile, kültürel çeşitlilik, sanat, edebiyat, din ve felsefe artık yoktur. Ayrıca salt zevki önüne gelenle seks yapmada ve uyuşturucu kullanımında bulan toplum hazcı (hedonistik) bir topluma dönüşmüştür.

Romanın ismi, Shakespeare'in Fırtına isimli eserinden, perde V, sahne I'deki Miranda'nın konuşmasından alınmıştır:

“ O wonder!
How many goodly creatures are there here!
How beauteous mankind is!
O brave new world,
That has such people in't! ”


Türkçe çevirisi:

“ Bu kadar bunca yakışıklı varlık varıp gelmiş buraya
Ne güzel şeymiş meğer insanlık
Böyle dünyalıları olan
Yaşasın bu yaman, bu cesur yeni dünya ”


Çeviri : Can Yücel

Aldous Huxley romanı 1931'de İngiltere'de yaşarken kaleme aldı. Bu dönemde zaten başarılı bir yazar ve sosyal hicivci olarak tanınmaktaydı. Cesur Yeni Dünya, Huxley'in beşinci romanı ve ilk ütopya (veya anti-ütopya) denemesidir. Kitap, Yevgeni İvanoviç Zamyatin'in Mıy (Biz) isimli kara ütopyası'ndan oldukça etkilenmiştir (Bu kara ütopya George Orwell'in 1984 isimli eserini de etkilemiştir).


Bernard-Marx : Alfa-Artı psikoloğu. Önceden belirlenmiş rollerine seve seve razı olmaları için yetiştirilir ve eğitilirler. Fakat Marx Londra Kulukça ve şartlandırma merkesinde mutsuzdur.Yalnızlık için duyduğu özlem,zorunlu cinsel özgürlüğün bitmek bilmeyen hazlarından duyduğu hoşnutsuzluk,kaçma duygusunu güçlendirir. Bu yüzden eski,ilkel yaşama biçiminin hala sürdürüldüğü az sayıdaki vahşi ayrı bölgelerinden birine yapacağı ziyaret derdine çare olmasa da dönerken beraberinde Londra’ya getirdiği ‘Vahşi', teknik uygarlık’ı farklı bir gözle değerlendirir, onlara neleri kaybettirdiklerini hatırlatır.

John the Savage(Vahşi): Linda ve Thomas’ın oğlu. Savage’ın annesi Yeni Dünyalı olmasına rağmen bir gezide kazara orada unutulmuş ve yine kazara hamile kalıp, Savage’ı doğurmuş. Savage okuyabildiği tek kitap olan Shakespeare derlemesiyle yaşamını biçimlendiriyor, dünyaya ozanca bir algılamayla bakıyor ve sirk maymunu yapılması niyetiyle getirildiği Yeni Dünya’daki saçmalıklara soneler ve oyunlarla karşı durmaya çalışıyor. Ama Eski Dünya’da “ yabancı” olduğu için dışlanan, Yeni Dünya’da ise yaşam alanı bulamayan Vahşinin dünyası bu ağırlığı taşıyamıyor. Önce bir adada inzivaya çekiliyor, sonra da Vahşi, vazgeçiyor… Çünkü Cesur Yeni Dünya’da olmaması gereken şey duygudur.

Epsilon: Okuyup yazamayacak kadar aptaldırlar...O şekilde yetiştirilirler.

Epsilon-Eksi: Ayak işlerini yapmak üzere tasarlanmış olan yarı moronlar

Henry Foster: Hatchery’nin yöneticisi ve Lenina’nın partneri

Lenina Crowne: Beta-Artı Embriyo çalışanı, John’un sevdiği kız

Mustapha Mond:Doğu Avrupa Dünya Kontrollörü, Kader Yönetici asistanı Fanny Crowne: Beta Embriyo çalışanı, Lenina’nın arkadaşı

Benito Hoover: Lenina’nın Alfa-artı arkadaşı, Bernard’dan hiç hoşlanmayan kişi

Helmholtz Watson: Alfa-artı insanı. Duygusal Mühendislik Kolejin de doçent, friend and confidant of Bernard Marx ve John the Savage in güvenip,sırrını paylaştıkları insan, Üretim hatası bir insan (Nesne!)

Linda: John'un annesi, daha öncesinde Londra'da beta-eksi Embriyo işçisiydi

Kothlu: Kiakime ile evli kişi

Yaşlı Mitsima: John’a indian’ı öğreten kişi

Popé: Linda'nın sevgilisi. John’un öldürmeyi denediği kişi

CHOMSKY: Dev küçük adam


Prof. Dr. Ayhan SEZER
Mersin Ünv. Fen - Edebiyat Fakültesi Dekanı


Bugün 21. yüzyılın başında dilbilim tepesine çıkıp baktığımızda ne görüyoruz? Beğenen için de beğenmeyen için de bütün ufku kaplayan kişi Yahudi Noam Avram Chomsky'dir. Noam Avram Chomsky, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, çağımızın en önemli isimlerinden birisidir. Bu yargıyı kanıtlamak için üç temel gözlemi belirtmek yeterli olacaktır: Birincisi, Noam Avram Chomsky, İncil ve Karl Marks’ın da olduğu bir listede en çok atıf alan sekizinci isimdir. Günümüzde yaşayan kişiler arasında ise açık ara birinci isimdir. Chomsky’nin önemini vurgulayan ikinci gerçek de, Chomsky’e karşı olanların de kendi yerlerini belirlerken daha çok Chomsky’nin konumuna dayanır görünmeleridir. Üçüncü gerçek ise, Chomsky’i bilimsel açıdan eleştirenlerin kendilerine bir konuşma ya da yazma zemini bulmalarının hemen hemen olanaksız olmasıdır. Bu zemin bulunsa bile, seslerini çok az sayıda kişiye duyurabilmektedirler.
Hiç kuşku yok ki Chomsky çağımızın en önemli isimlerinin başında gelmektedir. O, büyük kitleler için tartışmasız dilbilimin dahi ismidir. O, tartışmasız ABD karşıtı isimlerin başında gelmektedir. Onlarca kitabı, yüzlerce yazısı, sayısız söyleşileri vardır. Onun bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi, neredeyse insanüstü ölçülere varmış gibidir. Yahudi Noam Avram Chomsky, yüzyıla damgasını vurmayı başarmıştır. İnternet arama motorlarından “alltheweb.com” ile “Avram Noam Chomsky” arandığında 63.100, “Noam Chomsky+Linguistics” arandığında 422.000, sadece “Noam Chomsky” arandığında 15.300.000 (on beş milyon üç yüz bin) adres verilmektedir (16.09.2007). Böylesine bir devin adının dilbilim ile birlikte anılması, dilbilimin bilimsel saygınlığını artırıyor mu acaba, diye düşünmemek elde değildir. Öyle ya, günümüzde başka hiçbir bilim, Chomsky çapında bir temsilciye sahip değilmiş gibi görünmektedir.
Günümüzde dilbilimcilerin en rahatlıkla ve güvenle yapacakları işlerden biri Chomsky çizgisinde ilerlemek olacaktır. Zaten öyle de oluyor. Dünyanın dört bir köşesinde binlerce dilbilimci, Chomsky’nin 1960’tan beri, aşağı yukarı her on yılda bir kendilerine çizdiği kulvarlarda çalışmalar yapmaktadırlar. Chomsky’nin havuzunda yüzmek güvenli, dışarı çıkmak tehlikelidir. Öyle ki kimileri artık Chomsky’i “Dilbilimin Mesihi” olarak görmekte ve ona kayıtsız şartsız biat etmektedirler. Binlerce dilbilimci, söz konusu Chomsky olunca ne akıllarının ne de dilbilimsel sezgilerinin süzgecini kullanmadan onun izinde gitmektedirler. Chomsky bugün sadece dilbilimciler tarafından değil, bütün dünya tarafından efsane bir isim olarak tanınmaktadır. Bir yerlerde birileri dünyanın yaşayan dâhilerini seçmeye kalktıklarında, o listeye Chomsky mutlaka dahil edilmektedir. Bu Chomsky'nin görülen, belki daha doğru bir deyişle, gösterilen yüzüdür. Chomsky'nin ikinci bir yüzü olduğu gerçeği, hiç olmazsa olasılığı, çok az kimse tarafından dile getirilebilmektedir. Chomsky'nin görülmeyen ya da gösterilmeyen yüzünde ne var, diye düşünenlerin çok azı bu düşüncelerini seslendirmeye cesaret edebilmektedir. Chomsky'e yöneltilen eleştirilerin içinde temelsiz, dayanaksız olanları, doğrudan onun Amerikan karşıtı söylemi nedeniyle yapılmış olanları var. Ama eleştirilerin içinde haklı olanları da yok değil. Hatta bu eleştirilerin kimileri Chomsky’nin tahtını sarsacak niteliktedir.
Eğer Chomsky’e dâhi denilecekse, dâhiliği burada, yani bilimselliğinden çok, kendisine politik eleştirilerle sağladığı ünle dilbilimciğini sarsılmaz kılmasında yatmaktadır. Chomsky'nin görünmez yüzüne biraz ışık tutulunca, bu dâhinin tezatlarla dolu bir abide görüntüsüne büründüğü görülüyor.

Sezer, Ayhan, "Chomsky: Dev Küçük Adam (Chomsky'ye Eleştirel Bir Bakış, Bilim ve Ütopya Dergisi]

Kişisel hakaret içeren siteler yargı kararı olmadan kapatılacak


Telekominikasyon Kurumu ’nun hazırladığı yeni yasal düzenlemeye göre, kişisel hakaret içeren internet siteleri, mahkeme kararına gerek duyulmaksızın kapatılacak.

Bu tür sitelerin kapatılabilmesi için, kendi arzusu olmadan hakkında site açılan ve o sitede kendisine hakaret edilen kişinin başvurusu yeterli sayılacak. Kendi adına site açıldığını ve buradan hakaret içeren yayınlar yapıldığını ispat eden kişilerin kapatma talebi, mahkeme kararı beklenmeksizin yerine getirilecek. TK, yeni düzenlemeyle hızla gelişen bilişim teknolojisinin, kanuni altyapının yetersizliğini fırsat bilenler tarafından kötü amaçlarla kullanılmasının önüne geçmeyi amaçlıyor.

Düzenleme, sadece kişisel hakaret içerikli siteleri kapsamayacak. İnternet üzerinden korumasız bilgisayarlara girerek verileri alan kötü amaçlı kullanıcılarla, zombi adı verilen hackerlar da nasibini alacak. 3 ay içinde tamamlanması öngörülen yasal düzenleme, Ulaştırma Bakanlığı'nın izniyle uygulanmaya başlanacak.

Kurum başkanı Tayfun Acarer, Ankara Bilişim Muhabirleri Topluluğu tarafından düzenlenen sohbet toplantısında, kişisel hakaret içeren internet siteleri için yasal düzenleme yapacaklarını açıkladı. Bu konuda en çok sanatçılar ve siyasetçilerden şikayet geldiğini belirten Acarer, sorunun çözümü için gayret sarf ettiklerini söyledi.

Acarer, "Bu konuda yapılacak yasal düzenlemeyle birlikte herhangi bir kişinin, hakkında hakaret içeren site ya da içeriği kanıtlaması durumunda mahkeme kararı gerekmeksizin siteye erişimi engelleyeceğiz. Nasıl ki cep kaybeden ya da çaldıran kişi bize müracaat ettiğinde o telefonu görüşmeye kapatıyorsak, aynı şekilde söz konusu internet sitelerini de müracaat ve kimlik tespitiyle kapatacağız." dedi. Mevcut düzenlemeye göre kişinin, hakkında açılan ve hakaret içeren siteyi kapattırabilmesi için mahkemeden karar çıkması gerekiyor. Ancak bu süreç uzun sürüyor.

Acarer, internet üzerinden gönderilen bir program aracılığıyla kişilerin bilgisayarına habersizce yerleşen ve bilgisayardaki tüm bilgilere ulaşabilen 'hackerlar' için de yasal çalışma yaptıklarını aktardı. Bilgi hırsızlığının önüne geçmek istediklerini dile getiren kurum başkanı, "İnternet açıkken birisi bilgisayarınıza giriyor ve kontrol altına alıyor. Zararlı içerikler, sizin bilgisayarınızda haberiniz olmadan depolanabiliyor." diye konuştu. Acarer, cep telefonundan görüntülü iletişime imkan sağlayan üçüncü nesil (3N) ihalesinin sonuçlanmasının ise 2009 ortalarını bulacağını sözlerine ekledi

4 Ağustos 2008 Pazartesi

bir reklam

Cüneyt Abi'siz Olimpiyat olmazdı


Yapı Kredi Kültür Merkezi Kazım Taşkent Sanat Galerisi, 2008 Pekin Olimpiyatları öncesinde, hayatını olimpiyatlara ve Türk atletizminin gelişmesine adamış olan tanınmış gazeteci, yazar ve spor adamı Cüneyt E. Koryürek'in sergisine ev sahipliği yapıyor. 'Atletizme Adanmış Bir Yaşam: Cüneyt E. Koryürek, Türkiye'nin Olimpiyad Serüveni' adlı sergi, atletizm ve olimpiyat uzmanı Koryürek'in vefatı ardından Yapı Kredi Kültür Merkezi, Koç Üniversitesi ve Coca-Cola'nın işbirliğiyle hazırlandı. Sergi kapsamında ziyaretçiler Koryürek'in gözünden Türkiye'de atletizmin gelişimini ve Türkiye'nin 100 yıllık Olimpiyat serüvenini inceleme fırsatı bulacak. Titiz bir atletizm uzmanı ve 100 metre tutkunu olan Koryürek'in atletizm çalışmaları, istatistikler, dünyanın önde gelen atletleriyle ilgili araştırmaları, Türkiye'de atletizmin gelişmesi için planları, serginin atletizm bölümünü oluşturacak. Olimpiyatlarda kazandığımız madalyalar, olimpiyat meşaleleri, olimpiyatlarla ilgili belgeseller, hiçbir yerde yayınlanmamış özel fotoğraflar ve İstanbul'un Olimpiyat adaylığına ilişkin günışığına çıkmamış belgeler de sergide incelenebilecek. Diğer yandan, İstanbul dışındaki Olimpiyat ve atletizm meraklılarının da sergiyi gezebilmeleri için www.100yillikolimpiyatseruveni .com sitesi kurulmuş durumda. Web sitesi de sergiyle aynı tarihte açıldı. Bilgi: www.ykykultur.com.tr Tel: (0212) 252 47 00 / 466

Nerede o eski Vogue?


Sabahları kıyafetinin nasıl durduğunu görmek için aynaya bakan herhangi birinin Vogue adını duymamış olmasına imkân var mı? Hiç sanmıyorum. 1892 yılında yayımlanmaya başlayan bu efsanevi dergi, inanın bana Coca Cola markası kadar güçlü! Aralarında Hindistan, Çin ve Portekiz'in de bulunduğu dünya genelinde 17 ülkede aynı grup tarafından yayımlanan, içerik olarak birbirinden bağımsız bu derginin en güçlü ve en çok satanı tahmin edersiniz ki Amerikan Vogue'u. Her ne kadar modayla ilgilenenler fazlasıyla yaratıcı olan İtalyan Vogue'unu ve sansasyonel Fransız Vogue'unu takip etseler de derginin Amerika baskısı yıllardır tüm dünyada basılan dergilerden çok daha güçlü. En azından öyleydi. Çünkü bir dönem satış rakamları dünya genelinde 1.5 milyon adedi aştığı iddia edilen ve 3 milyon okuyucuya ulaştığı söylenen Amerikan Vogue'u ciddi bir sarsıntı geçiriyormuş. Ben satış rakamlarının bir de sektörde yapılan dedikoduların yalancısıyım! Devil Wears Prada (Şeytan Marka Giyer) filminde Meryl Streep tarafından canlandırılan Miranda Priestly karakterinin aslında Amerikan Vogue'unun efsane yayın yönetmeni Anna Wintour olduğu bir sır değil. Kendisine bir dönem asistanlık yapan Lauren Weisberger tarafından kaleme alınan hikâyede dergisinin başarısı ve koltuğu için her şeyi yapan cadı patronun sektördeki gücü konu ediliyordu. Anna Wintour'un fazlasıyla hırslı olduğu bir gerçek. 1988 yılında evli olan Wintour'un İngiliz Vogue'undan derginin Amerikan basımına getirilmesi, Conde Nast grubunun patronu Si Newhouse ile yaşadığı ilişkiye bağlanmıştı. Fakat Bayan Vogue, dergisinin satışlarını iki katına katlayarak o kadar da ucuz olmadığını kanıtlamıştı.

EFSANENİN SONU
Burnu havada Vogue dergisinin kapağına ilk kez jean pantolon giyen modeller koyarak biraz daha halka indiren ve inanılmaz satış rakamlarına ulaşan Wintour, tarihin en büyük reklam kazancını da koparmayı başarmıştı. Dediğim gibi ta ki üzerinde Alman model Gisele Bundchen ile ünlü basketbolcu LeBron James'in olduğu 'Shape' yani vücut sayısını yayımlayana kadar. Rakamlar gösteriyor ki nisan ayında piyasaya çıkan bu sayı, sadece 350 bin satmış. Conde Nast grubu bu rakamın 2001'den beri en kötü nisan satışı olduğunu doğruladı ve geçen sene bu zamandaki satış rakamının 425 bin 207 olduğunu açıkladı. Vogue'un nisan sayısı, büyük tartışmaları da beraberinde getirdi. Kapak pozunda LeBron James, Gisele Bundchen'in beline kolunu dolamış, kükrerken poz veriyor. Birçok kişi onun bu pozunu, 1933 yapımı King Kong filminin afişine benzetti. Gazeteler James'in dişlerini göstererek gürleyen görüntüsünün bir gorile benzediğini yazdı. James'in Vogue'un tarihi boyunca dergiye kapak olan ilk siyahi olması bile bunun ırkçı bir tavır olarak görülmesine yol açtı. İş arkadaşları tarafından pek de sevilmeyen Anna Wintour'un hayatındaki bu ilk düşüş tahmin edersiniz ki sektörde bir bayram havası yarattı. Kimileri bu rakamların sebebi olarak Wintour'un kendini yenileyememesini ve okuyucuyu sıktığını gösterdi. Bazıları ise Amerika'daki kriz ortamında kimsenin gözünün 'lüks' görecek hali olmadığını savundu. Bana sorarsanız en çok satan gazetenin tirajları 800 bini geçemeyen, dergiler ise 5 binli rakamlara ulaştığında editörleri havalara giren bir ülkede Anna Wintour'a hiçbir şey olmayacağı görüşündeyim. Kim ne derse desin Wintour işinin hakkını fazlasıyla veriyor. Biliyor musunuz bu kadın işine öyle saygılı ki 'En havalı en geç gider' kuralının 'kanun' olduğu defilerlerde, asistan ve öğrencilerle birlikte en önce o yerini alıyor.
Ayşe Ferhangil
SABAH GAZETESİ

gördüğünüz aslında medyanın gösterdiğidir Wag the Dog

Bir gazetenin güven katsayısı, o gazetenin yazı işleri kalitesiyle hesaplanır


Bir gazetenin güven katsayısı, o gazetenin yazı işleri kalitesiyle hesaplanır. Okurların gazeteyle kurduğu iletişimde eleştirilerin hemen tümünde nihai adres "mutfak"tır. Haberde kalite için "kapıcı" editörlere büyük iş düşüyor.
Bunca yıllık okur temsilciliği tecrübesi, diğer ülkelerde benzer işleri yapan kişilerin tecrübesiyle şu noktada buluşur:
Gazetelerdeki hataların asıl sorumlusu editörlerdir.
Yani gazetenin "mutfağında" oturup, günlük yemek mönüsünü hazırlayan ahçı ekibi.
Yazı işleri tayfası.
Sayfaların içeriğine, sağına soluna, altına üstüne hükmeden ekip.
Esas kararları bu ekip mensupları verir.
Her sabah, erken saatlerden itibaren kapı önüne yığılmaya başlayan haberlerin hangilerinin "içeri" alınıp hangilerinin alınmayacağı, onların işidir.
Buna İngilizce meslek jargonunda, bu yüzden "gatekeeper" (kapıcı, kapı muhafızı) diyoruz.
"Kapıcı"ların tecrübe birikimi, ilkelere bağlılığı, birden fazla dil bilmesi; ulusal ve uluslararası basını izleme alışkanlığı, bağımsız düşünme ve cesaretle bunları savunma melekeleri her türlü şüphenin üzerinde olmalıdır.
"Kapıcı"ların günlük çalışma kriterleri nettir:
Haber doğru mu? Kaynakları zengin mi?
Saklı kimlikli kaynak varsa bunlara ne kadar güven duyulmalı?
Sağlamlık için başka yerlere doğrulatılması gerekiyor mu?
Haberde "denge" yerli yerinde mi? Söz hakkı tanınması gerekenlere ulaşılmış veya ulaşılmaya çalışılmış mı? Haber bütününde hakkaniyetli, adil yaklaşımın damgası var mı?
Kurgu düzgün mü? Metin kendisini düzgün dil ve cazip bir üslupla okutuyor mu, yoksa aksıyor mu? Dil yersiz unsur, abur cubur içeriyor mu?
Muhabir habere kendi yorumunu katmaya kalkmış mı?
Haber herhangi bir kişi veya kurumun reklam veya propaganda niyetlerine açık veya gizli biçimde hizmet ediyor mu?
Okuru "dolduruşa getirici" manipülasyon var mı?
Bunlar ve benzerleri, "kapıcı" editörlerin gündelik "olmazsa olmaz"ları.
Bunlara uymayan haberler, kapıcıların yeterli şüphe ve titizlikle çalıştığı her gazetede "kapı dışı" kalırlar.
Onlara tanınan yetkiler, gazetenin hatasız ve güvenilir olup olmadığında kilit unsurlardır. "Kapıcı" editörler, temel mesleki kriterlerin emrettiği ölçüde acımasız davranırlar. Ama bu acımasızlık, tahakküm amaçlı olamaz. Editör, haberin daha iyi "pişirilmesi" için direktif vermek yerine, servislerin şefleri ve muhabirlerle doğrudan iletişim kurarak, "tartışarak" yol göstermelidir. Böylesi davranış, onların tecrübelerinin gazetenin diğer hücrelerine de eğitici amaçlı olarak akmasına yol açar.
Bunları ne için yazıyorum? Okurlarla gazetenin bağında yazı işleri "kapıcıları" ne kadar hayati bir kavşak noktasında, onu anlatmak için. Gazetenin kimliğini, algılanmasını çok büyük ölçüde onun yazı işleri tayin eder. (Bunu sadece köşe yazarlarının kimliğine, kompozisyonuna mal etmek onlara haksızlık olabilir.)
Kriz dönemleri, haberciliğin sorunlarının daha çok teşhir edildiği, tartışmaya açıldığı dönemler. Ve, tavukyumurta misali, kalitesiz habercilik, "misyoner" gazetecilik ve köklü hatalarda ısrar, yeni krizleri körüklüyor, onları besliyor.
Türkiye'de basının da o gerilerde kalmış istikrara kavuşması için başlanacak bir nokta, belki de, "kapıcı" editörlerin kalitesine, bağımsızlığına odaklanmak.


SABAH GAZETESİOKUR TEMSİLCİSİ KÖŞESİ
4 TEMMUZ 2008
KAYNAK LİNK:http://www.sabah.com.tr/2008/07/28/haber,4C80CAAEAD2F4D6393C8C6707B573DF5.html

OLAY MEDYA SENDİKALI OLDU


TMSF tarafından el konulan Bursa'daki Olay Medya bünyesinde Olay Radyo-TV Yayıncılık ve Olay Basın ve Yayıncılık şirketlerinde, sendika üyeliğinde çoğunluk sağlandı.


TMSF tarafından el konulan Bursa'daki Olay Medya bünyesinde Olay Radyo-TV Yayıncılık ve Olay Basın ve Yayıncılık şirketlerinde, sendika üyeliğinde çoğunluk sağlanıp, dün itibarı ile TGS tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na yetki başvurusunda bulunuldu.
MEDYATAVA

LOST'A RAKİP GELİYOR



Türkiye'de de çok sayıda müdavimi bulunan 'Lost' dizisine rakip olabilecek yeni bir proje için Amerikan NBC televizyonu çalışmalarına başladı.

NBC, Daniel Defoe'nin ölümsüz eseri Robenson Crusoe'yu dizi olarak ekrana getirmeye hazırlanıyor.

Milliyet Televizyon'un haberine göre; 13 bölümden oluşacak dizi için NBC eş başkanı Ben Silverman; "Dizide yer yer 'Mc Gayver' yer yer komedi, yer yer 'Karayip Korsanları' biraz da 'Surviver' tadı taşıyacak" dedi.

Ayrıca fantastik unsurlardan da yararlanılacakmış. Anlattıklarına bakılırsa çılgın bir karışım olmuş. Siverman'a göre Crusoe'nun orjinal hikayesinin sınırlarını oldukça zorlamışlar ve 'Lost'takinden daha zengin hikayelere ulaşmışlar.

Son elli yıldır ilk kez bir Amerikan kanalına iş yapacak olan İngiliz yapım şirketi Universal Media tarafından çekilecek dizinin yapım şirketine 35 milyon dolara mal olacağı hesaplanıyor.

'Crusoe'nun ilk bölümü NBC'nin kendi imkanlarını devreye sokmasıyla 10 milyon dolara çekilmiş. 'Lost'un iki saatlik pliot bölümü de 10-12 milyon dolara malolmuştu.

Dizide, Cuma'yı Tongayi, Santana'yı Joaquim De Almeida, Olivia'yı Mia Maestro, Robinson Crusoe'yu ise Philip Winchester canlandıracak. Ayrıca Crusoe'nin babasını da Sean Bean oynayacak.

Dizinin ilk bölümü 17 Ekim'de..

H2

3 Ağustos 2008 Pazar


Yuzhou'daki kömür madeninde sıkışan madencileri arama çalışmalarına katılan bir kurtarma görevlisi

pazar akşamları

Şimdi kılıksızım, fakat
Borçlarımı ödedikten sonra
İhtimal bir kat da yeni esvabım olacak
Ve ihtimal sen
Yine beni sevmeyeceksin.
Bununla beraber pazar akşamları
Sizin mahalleden geçerken
Süslenmiş olarak
Zannediyor musun ki ben de sana
Şimdiki kadar kıymet vereceğim?

~~PAZAR AKŞAMLARI ~~orhan veli