8 Aralık 2009 Salı

Al beni yar götür

Bulutlardı yağmuru getiren
Hüznüm bulut oldu
Yağmur oldu yasak sevdamız
İnatla gurbete doğdu
Acıya büyüdü sevgiler karanlıklar kentinde
Güneşi hiç göremeden
Oynadığımız bir oyundu
Al beni yar götür
Götür buralardan
Bıktım artık hep aynı varoluşlardan
Yitirmekten yitirilmekten
Korkudan korkmalardan
Aldatmadan aldatılışlardan
Hiç almadan hep vermelerden
Al beni yar götür
Götür buralardan
Bıktım artık hep aynı varoluşlardan
Yasaktı bize sevda yaşamak
Aramızda hep birileri oldu
Aramızda hep sende oldun
Ben yalnız seninle doğdum
Al beni yar götür
Götür buralardan
Bıktım artık hep aynı varoluşlardan

7 Aralık 2009 Pazartesi

Her şeyin korkutucu bir yasa olduğu yerde, kural tanımayan duygular ve tutkular ölüm fermanını imzalar.

Yazıları ve Gomorra adlı romanında, Napoli bölgesinin mafya örgütü camorra gerçeğini anlattığı için İtalya'da yer altı dünyasının bir numaralı hedefi haline gelen gazeteci Roberto Saviano, suç topraklarında kadın olmayı anlattı.

Suç topraklarında kadın olmak zordur. Karmaşık kurallar, katı ritüeller, koparılamayan bağlar… Esnek olmayan ve çoğu kez sonsuza dek aynı bir söz dizimi, mafya topraklarında kadın davranışını düzenler. Modernlik ve geleneksellik, ahlaki kafes ve iş konularında top yekun töresizlik arasında sürekli bir dengede kalmadır. Ölüm emri verebilirler, ama sevgili edinme ya da bir erkeği terk etme hakları yoktur. Piyasanın tüm sektörlerinde yatırım yapabilirler, ama erkekleri hapisteyken makyaj yapamazlar. Mahkemeler sırasında, halka ayrılan yerde oturan kadınlar görülür, parmaklıklar arkasındaki sanıklara öpücük veya selam gönderirler. Onların eşleridirler, ama çoğunlukla anneleri gibi dururlar. Eş hapisteyken şık giyinmek, makyaj yapmak ve oje sürmek; bunu başkaları için yaptığını ifade etmenin bir yoludur. Saç boyamak sessiz bir ihanet itirafıdır. Kadın sadece erkeğe bağlı olarak vardır. Onsuz, ruhsuz bir varlık gibidir. Yarım bir varlık… Bu nedenle, eşleri hapiste olan kadınların hepsi bakımsızdır. Bu, bir bağlılık ifadesidir. Bu, Campania bölgesi klanları, bazı 'ndrangheta** ve Cosa Nostra*** aileleri için geçerlidir.

Onları iyi giyinmiş, bakımlı, makyajlı görürseniz; bu demektir ki erkekleri yanlarında, serbest ve hükmediyor. Erkekler hükmederek güçlerini kadına yansıtırlar, kadının imajı üzerinden güç mesajını iletirler. Oysa hapisteki çete liderlerinin, görünmez olacak kadar 'renksiz' eşleri, çoğu kez vekilleri rolünde emir verendirler.
Suç topraklarındaki tüm öyküler birbirine benzer; trajik bir sonu olsa da normal seyirde gitse de. Genelde karı koca birbirlerini çocukluk yaşlarda tanırlar ve nikâhları 20-25 yaşlarında kıyılır. Küçük yaşta tanınan kızla evlenmek bakire olduğu sürece kural, temel koşuldur. Genelde erkeğin sevgilileri olmasına izin vardır. Ama son yıllarda eşlerinin koyduğu kısıtlama, sevgililerin Rus, Polonyalı, Rumen, Moldavyalı olması şartıdır. Mafya üyelerinin eşlerine göre, aile kurmaktan, çocukları gereği gibi eğitmekten aciz 'ikinci sınıf' kadınlardır bunlar. Buna karşılık İtalyan, daha da kötüsü kendi köyünden bir sevgili edinmek dengeyi bozacak ve cezalandırılması gereken bir harekettir. Mafya topraklarında bir erkekle bir kadının formasyonunun önemli bir kısmı cinsellikten geçer. "Bir kadının altında asla!" Erkekler bu emirle eğitilir.

Yatakta altta olmaya karar verirsen, günlük hayatta da boyun eğmeye razı oluyorsun demektir. Sadece zevk için yapmak, onların mantığında, seni boyun eğmeye mecbur eder. "Oral seks asla." Yaptırılır ama yapılmaz, yapmak köpek olmaktır ve "Kimsenin köpeği olmamalısın." Genç kuşağın hala riayet ettiği eski kurallar bunlar. İtalya dışında da çok daha katı kurallar geçerli. Londra ve New York'un birçok semtinde egemen Jamaykalı güçlü mafya Yardie, buna bir örnek. Ters ilişki de yasaktır. Pis ve eşcinsel bir şey olarak kabul edilir. (Jamayka mafya kültüründe eşcinseller ölüme mahkum ediliyor). Seks güçlü, erkeksi bir şey olmalı. Öpüşme yok. Dil içmeye yarar, gerçek bir erkek dilini sadece o amaç için kullanılır.
Çete üyelerinin tek saplantısı erkeklikleri değil, aynı zamanda onu nasıl kullanacaklarıdır: Katı kurallara göre seks yapmak, güçlerini tekrar gösterdikleri bir ritüele dönüşür.

'ndrangheta, camorra, mafya ve Sacra Corona Unita'nın**** egemen olduğu tüm bölgelerde o açık, değişmez kurallar geçerlidir. Ve bunlar, erkek egemen bir kültürün basit aynasından çok daha öte bir şeydir. Suç topraklarında hiçbir şeyin katı hiyerarşi, güç, ait olma kurallarından kaçınamadığını gösterir. Yaşam ve ölüm üzerinde güç. Her kim, bundan bağımsız olduğunu düşünüyorsa yanılıyor. Seksin kontrolü esastır. Kur yapmak da toprağa damga vurmaktır. Bir kadına yaklaşmak, bir toprak istilası riski anlamına gelir.

1994 yılında Casal di Principe köyünden Antonio Magliulo, yöreli bir erkeğin akrabası olan ve aynı köyden biriyle sözlü bir kıza kur yapmaya kalkmış. Kıza bir sürü hediye alıyormuş ve kızın nişanlısı ile evlenmek istemediğini düşünüp, ısrar ediyormuş. Kendisinden çok genç bu kıza gönlünü iyice kaptırmış ve kendi memleketinde adet olduğu gibi kur yapıyormuş. 14 Şubat'ta çikolata, Noel'de kürk yaka, normal günlerde iş yerinin önünde bekleme. Bir yaz günü Schiavone klanından bir grup onu konuşmak için Castelvolturno kayalıklarına çağırmış. Konuşmasına fırsat bile vermemişler. Maurizio Lavoro, Giuseppe Cecoro ve Guido Emilio çivili bir sopayla kafasına vurmuşlar, bağlamışlar ve ağzından burnundan içeri kum doldurmaya başlamışlar. Nefes almak için kumu yuttukça, daha çok kum tıkıyorlarmış. Tükürükle karışarak çimentolaşan kum boğazını tıkayınca boğulmuş. Önemli bir çete üyesinin akrabası olan, üstelik sözlü ve kendinden çok küçük bir kadına kur yaptığı için ölüme mahkûm edilmiş.

Kur yapmak, randevu istemek, bir gece birlikte olmak risktir, sorumluluktur. Valentino Galati, 26 Aralık 2006'da Filadelfia'dan (masonların kurduğu Vibo Valentia'nın bir köyü) kaybolduğunda 19 yaşındaydı. Bölgeye hükmeden bir çeteye yakın bir gençti. 'ndranghetista kanı vardı ve dolayısıyla 'ndranghetista oldu. Çete lideri Rocco Anello için çalışırdı. Anello rüşvet suçundan hapse girdiğinde, eşi Angela işleri yürütmek için yardıma ihtiyaç duydu. Alışveriş, ev temizliği, çocukları okula göndermek… Seçilenlerden biri Valentino'ydu. Zaman içinde Angela Bartucca ile ilişkiye girdi. Cezalandırmak elzemdi ve hiç kimse onun artık sokaklarda görünmediğine şaşırmadı. Çete liderinin eşiyle birlikte olduğu için ölüme mahkum edildi. Sadece annesi Anna inanmak istemiyor. Oğlunun çete liderinin karısının sevgilisi olması imkansız: O henüz çok küçük! Angela'nın evlerine kahve içmeye geldiğini kabul ediyor ve oğlu ortadan kaybolduğundan beri ortalarda gözükmediğini de. Ama Valentio'nun annesi için bu bir şey ifade etmiyor: "Oğlumun bu işle ilgisi yok." Başka nedenler olduğu konusunda ısrarlı, ama anti mafya savcıları için öyle değil. Anna uzun süre kanepede uyudu, çünkü telefon yakınındaydı ve oğlunun aramasını beliyordu. Yatak odasında telefonun sesini duyamayacağından korkarak. Sonunda omerta***** suskunluğuna saygı duyan bir acının sessizliğine kapandı. Ama reddetmeyi hep sürdürdü.

Aynı kaderi, 2002'de öldürülen Lamezia Terme köyünden Santo Panzarella paylaştı. Santo dört yıl önce Angela Bartucca'ya aşık olmuştu. Yine aynı kadın. Üzerine bir şarjör boşalttılar, öldüğünden emin olup bagaja koydular. Ama Santo Panzarella ölmemişti. Bagajın içinde tekme atıyordu. Son yolculuğunu tekme atarak yapmaması için bacaklarını kırdılar. Sonra da başına bir kurşun sıktılar. Sadece köprücük kemiği bulundu ve bu kemik soruşturmayı başlattı. O da yanlış kadına dokunduğu için ölüme mahkum edilmişti. Dolayısıyla Valentino başına gelecekleri biliyordu belki de, ama yasak kadınla ilişkiye girmekten çekinmedi.
Angela Bartucca fatal bir kadın olarak düşünülür, gazetelerin tanımıyla bir peygamber devesi (seksten sonra erkeği mideye indirir), cazibesiyle ölüm korkusunu bile yok eden biri. Seven ve severek ölüme mahkum eden bir kadın. Aslında gördüğünüzde hiç de öyle değil. Fotoğraflarda, bütün suçu yaşama isteği olan güzelce bir kızın yüzü görülüyor.

Kocasının cezaevinde olması kadın için total 'perhiz' demektir. Sevgi ve tutku perhizi. Sadece yaşlı çete liderleri, çok genç kadınlarla evlilerse, eşlerinin yerlerini alacak biriyle evlenmelerine razı olabilirler. Genellikle köyün rahibi veya bir erkek kardeş, bir kuzen, bir akraba tercih edilir. Asla liderin kanından olmayan bir köy sakini seçilmez. Çünkü farklı kandan biri, bu kadınla ilişkisinden yararlanıp, karizma yansıması yaşayabilir ve liderin yerini alabilir.

Çoğu kadın siyah giyinir ve hep. Öldürülen kocanın matemi için. Çocuğun matemi. Bir erkek kardeş, bir yeğen, bir komşu öldürüldüğü için matem. Bir iş arkadaşının kocası öldürüldüğü için matem, uzak bir akrabanın oğlu öldürüldüğü için matem. Siyah elbise giymek için her zaman bir neden vardır. Ve siyah elbisenin altında hep kırmızı bir şey giyilir. Yaşlı kadınlar, intikamı alınacak kanı hatırlamak için kırmızı renk bir bluz giyerlerdi, genç kadınlar kırmızı iç çamaşırı giyiyorlar. Acının unutturmadığı kanın kalıcı bir anısı, hatta siyah, intikamın mahrem rengini daha da ortaya çıkarıyor.

Suç topraklarında dul kalmak kadın kimliğini tamamen yitirmek ve sadece anne kimliğini üstlenmek demektir. Dul kalırsan sadece erkek çocukların izni ile yeniden evlenebilirsin. Ama ancak mafya hiyerarşisi içinde babayla aynı seviyedeki (veya üstü) bir erkekle. Ve özellikle de yedi yıllık katı bir matem sonrasında. Çünkü dulluk yılları, yöre inançlarına göre ruhun öteki dünyaya gitmesi için gerekli olan süreye eşit olmalıdır. Böylelikle ruhun öteki dünyaya gitmesi beklenir, çünkü burada olursa hâlâ eşini 'ihanet' ederken görür. San Cipriano d'Aversa köyünden karizmatik çete lideri Antonio Bardellino, dul kadınları orta çağdan kalma bu kurallardan ve empoze edilen sürekli acıdan kurtarmaya çalışıyordu. Köyde, don Antonio'nun hükmettiği yıllarda şöyle dediği anlatılır: "Cennete gitmek için yedi yıl gerekli, oysa biz başka yere gidiyoruz. Ve oraya çabuk gidilir, bir gecede."

Ama Bardellino öldürüldüğünde Schiavone hegemonyası başladı ve eski cinsel kurallar yeniden geçerli oldu. 1993 ağustosunda Paola Stroffolino bir sevgiliyle yakalandı. Paola çok önemli bir çete liderinin karısıydı, Casertano sahillerine kokain ve eroin getiren ilk liderlerden Alberto Beneduce'nin eşi. Beneduce öldürüldükten sonra, Paola yedi yıllık dulluk matemine riayet etmedi ve Luigi Griffo ile ilişkiye girdi. Çete, bu davranışın yaşlı liderin anısına saygısızlık olduğuna karar verdi. Ve cezayı vermesi için, yakın dostu Dario De Simone seçildi. De Simone çifti, yılın ilk mozzarella peynirini tattırmak bahanesiyle, Villa Literno'daki çiftliğine çağırdı. Adamın kafasına bir kurşun, kadınınkine bir kurşun… Ölünün şerefini lekeleyen, anısına saygısızlık eden iki günahkâra daha fazla kurşun gerekmez. Sonra Vincenzo Zagaria ve Sebastiano Panaro'nun yardımıyla bedenleri Giugliano'da derin bir kuyuya attı.

Sandokan, yani Francesco Schiavone ve erkek kardeşi, azmettirici olarak suçlandı. Bir çete liderinin karısının dokunulmazlığı vardır. Ama kadın başka bir erkekle kendini kirletirse, dokunulmazlık zırhı kalkar. İtirafçıların savcılara söyledikleri konuya açıklık getiriyor: "Bir kadınla yatmak burada öldürmekten beter. Bir çete liderinin eşini öldürmen daha iyi. Belki affedilebilirsin, ama onunla yatarsa kesinlikle öldürülürsün."

Sevmek, sevişmeye karar vermek, öpmek, bir şeyler hediye etmek, gülümsemek, eline dokunmak, bir kadını baştan çıkarmaya çalışmak, baştan çıkarılmak ölümcül bir hareket olabilir. En tehlikelisi. Son hareket. Her şeyin korkutucu bir yasa olduğu yerde, kural tanımayan duygular ve tutkular ölüm fermanını imzalar.


* Campania: Merkezi Napoli olan coğrafi bölge.
** 'ndrangheta: Campania bölgesi mafyası
*** Cosa nostra: Sicilya'da varlık gösteren suç örgütü
**** Sacra Corona Unita: Merkezi, İtalya'nın Puglia bölgesinde olan mafya örgütü.
***** Omerta: Mafyanın suskunluk kuralı.

24 Kasım 2009 Salı

Sinan Çetin'le film yapmak


Plato Meslek Yüksekokulu, sinema sektörüne adım atmak ve yönetmenlikten senaristliğe, ışıkçılıktan görüntü yönetmenliğine kadar bir film ekibindeki her birimin işlevini bir film çekimi sırasında öğrenmek isteyenler için müthiş bir eğitim programını sizlerle paylaşıyor:



“Sinan Çetin’le Film Yapmak”



Bu eğitim sayesinde sinemayı, Sinan Çetin’in yeni filminin hikaye aşamasından başlayarak post prodüksiyon ve dağıtımına kadar tüm süreci içinde yer alarak öğrenme şansınız doğuyor. Plato Film’in yaratıcı ve deneyimli ekibi öğrencilere teoriden çok pratiğe yönelik bir ön eğitim sunacak, öğrenciler daha sonra senaryo aşamasının, çekim hazırlığı aşamasının, çekim aşamasının, çekim sonrası işlemlerin ve dağıtım aşamalarının tümünün bizzat içinde yer alacaktır.



Sinan Çetin - Yönetmenlik

Kamil Çetin – Görüntü Yönetmenliği

Fırat Parlak – Yapımcılık

Barış Ayastaş – Yapımcılık

Bilal Tanrıverdi - Işık

Gökhan Görmez – Kurgu

Ebru Yalçın - Yönetmenlik

Barış Denge – Post Prodüksiyon

İzzeddin Çalışlar – Senaryo Yazarlığı



Ve şimdiye kadar binlerce kişinin hayatını değiştirmiş olan Plato Film ekibindeki herkes bu sette öğrencilere “Öğretmiyoruz, Birlikte Yapıyoruz” mottosu ile yardımcı olacaklar.



**Eğitime alınacak öğrenciler, özel bir mülakattan sonra programa dahil edileceklerdir.



14 Aralık / 25 Aralık 2009– Mülakat

Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay

1984'ten

Yapayalnızdı. Geçmiş ölmüştü, geleceği düşleyebilmek ise olası değildi. Halen yaşamakta olan tek bir insanın bile onun tarafında olduğuna dair ne güvence vardı elinde? Ya da, Partinin egemenliğinin sonsuza dek sürmeyeceğini nasıl bilebilirdi insan? Sanki yanıt onlardaymış gibi, Doğruluk Bakanlığının beyaz duvarında yazılı partinin üç sloganı ilişti gözüne:
SAVAŞ BARIŞTIR ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR BİLGİSİZLİK KUVVETTİR

Berlusconi 'Rockstar dell'anno'.


İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi yılın rock starı seçildi.

Dünyanın en ünlü dergilerinden Rolling Stone, Berlusconi'nin seçilmesiyle ilgili kararın ''Berlusconi'nin bir rock starınkiyle özdeş yaşam tarzından dolayı'' verildiğini belirtti.

Derginin Aralık sayısının kapağında, fondaki İtalyan bayrağının üzerinde, yaşadığı ilişkiler sebebiyle skandallarla dolu bir yaza imza atan Berlusconi'yi gülümserken gösteren bir karikatür yer aldı.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Slavoj Zizek geliyor


Geçtiğimiz yıl Kasım ayında, Bilgi Üniversitesi’nde konferans veren Slavoj Zizek, bu yıl da Boğaziçi Üniversitesi’nde, 3 – 4 Aralık’ta Türkiye’de olacak.

Zizek ilk gün 'Post - İdeolojik Dünyada İdeoloji: Hollywood' başlıklı konuşmada, 'Hollywood ideolojik bir makinadır' klişesini yorumlayacak.

İkinci gün Zizek ve İsrailli yönetmen Udi Aloni, din ve laiklik ekseninde İsrail – Filistin sorunu ele alacak.

Popüler kültürü yapı bozuma uğratan ve Lacan, Derrida ve Foucault'tan etkilenen Marksist filozof, köktendincilikten politik doğruculuğa, küreselleşmeden internete, Matrix'ten David Lynch'a kadar sayısız alanda ve konuda yazıyor.

''Anti-Komünizm’deki bu diriliş gücünü nereden alıyor? Gençlerin birçoğunun Komünist dönemi hatırlamasının bile söz konusu olmadığı ülkelerde eski hayaletler niye hortlatıldı? Yeni anti-Komünizm buna basit bir cevap sunuyor: “Kapitalizm sosyalizmden gerçekten çok daha iyiyse, hayatlarımız niye hâlâ bu kadar sefil?” Birçoklarına göre bunun sebebi gerçekten kapitalizm dahilinde olmamamız: Gerçek bir demokrasiye hâlâ sahip değiliz, sadece onun yanıltıcı bir maskesine sahibiz, iktidarın ipleri hâlâ aynı karanlık güçlerin elinde, eski komünistlerden oluşan dar bir çevre yeni sahipler ve yöneticiler kisvesi altında varlığını sürdürüyor.'' (Gerçek sosyalizme bir şans daha)

Zizek'in 'Gülünç Yücenin Sanatı: David Lynch'in Kayıp Otoban'ı Üzerine', 'İdeolojinin Yüce Nesnesi', 'Ödünç Alınan Irak Çaydanlığı' gibi kitapları Türkçe'ye de çevrildi.

3 Aralık Perşembe
13:00 - 15:00
'Post-ideolojik Dünyada İdeoloji: Hollywood'

15:30 - 17:00
Tartışma + Soru-Cevap

4 Aralık Cuma
10:00 - 12:00
Film Gösterimi: Local Angel
Yönetmen Udi Aloni ile Soru ve Cevaplar

14:00 - 16:30
Film Gösterimi: Forgiveness
Yönetmen Udi Aloni ile Soru ve Cevapllar

17:00 - 18:30
Slavoj Zizek, Udi Aloni: Post-ideolojik Dünyada İdeoloji: İsrail-Filistin sorunu

20 Kasım 2009 Cuma

Kanal-i-zasyon filmi video

Fakir evinde annesiyle birlikte mutlu mesut bir hayat süren İmdat (Okan Bayülgen), bir temizlik şirketinde cam silici olarak çalışmaktadır. Hayattaki en büyük zevki televizyon izlemektir. Kanal İ adlı özel televizyon binasının camlarını silerken, kanalın üçkağıtçı müdürü Berk (Hakan Yılmaz) tarafından, İmdat’ın eşsiz reyting sezgisi keşfedilir. Olaylar çılgınca bir hızla ilerler ve İmdat kendini kısa sürede kanalın başında bulur. Yaptığı birbirinden komik ve acayip programlarla, Türkiye’nin gündemine oturur. İmdatın En büyük yardımcıları mahalle kahvesinden arkadaşı Profesör lakaplı Atilla Abi ve neredeyse ilk görüşte aşık olduğu sekreteri Nazlı’dır. Ancak İmdat tüm saflığıyla başarıdan başarıya koşarken, kendisine kurulan tuzakla, birden bire Türkiye’nin bir numaralı medya suçlusu haline gelir…

Oprah Winfrey Show sona eriyor


ABD'de yaklaşık 20 yıldır yayın hayatında olan, Oprah Winfrey'i dünyanın en güçlü ve zengin kadınlarından biri haline getiren ünlü televizyon programı ''Oprah Winfrey Show'', 2011'de sona erecek.

Harpo Productions tarafından yapılan açıklamada, 25 sezondur yayında olan programın bitişiyle ilgili resmi açıklamayı Winfrey'in bugünkü canlı yayın sırasında yapacağı belirtildi.

Yalnızca ABD'de her hafta 42 milyon kişinin izlediği tahmin edilen ünlü ''talk-show'' programı, 145 ülkede de gösterilmiş ve yaklaşık 20 yıldır en çok izlenen sohbet programı olmuştu.

ABD Başkanı Barack Obama'nın başkanlık seçimi kampanyasında büyük desteğiyle dikkatleri çeken 55 yaşındaki Winfrey, Forbes dergisine göre 2,7 milyar dolarlık bir servetin sahibi...

YouTube 'vatandaş gazeteciliği'

Ünlü video paylaşım sitesi YouTube 'vatandaş gazeteciliği' hizmeti başlattı.


Video paylaşım sitesi YouTube, yeni başlattığı bir uygulamayla, vatandaşların görüntülü haberlerini medya şirketlerinin kullanımına sunacak.

YouTube Direct adı verilen hizmet sayesinde, anlaşmalı medya kuruluşları, YouTube üyesi "vatandaş muhabirlerin" video klipleri arasından yayımlamak istediklerini seçebilecek.

YouTube, bu amaçla NPR, Politico, The Huffington Post ve The San Francisco Chronicle ile anlaşma imzaladı. Site, diğer medya kuruluşlarıyla da benzeri anlaşmalar imzalamayı planlıyor.

İnternet sitesinin haber ve politika dairesi başkanı Steve Grove, "Amacımız medya kuruluşlarıyla YouTube'un vatandaş muhabirleri arasında bağlantı sağlamak" dedi.

Yeni uygulamada, örneğin Politico veya The Chronicle'ın internet sitesine giren kullanıcılar, medya kuruluşunun editörlerinin görmesi için videolarını yükleyecek. Editörler, beğenirlerse videoyu kabul edecek veya reddedecek.

Bu yeni hizmetle YouTube'un kendini, medya kuruluşlarının ve diğer habercilerin bir müttefiki olarak sunmaya çalıştığı belirtilirken, YouTube Direct'in böylece, vatandaş gazeteciliği videolarının kaynağı olarak sitenin statüsünü de yükseltebileceği kaydediliyor.

YouTube, İran'da geçen yaz yapılan seçimlerden sonraki muhalefetin gösterilerindeki olaydan geçtiği görüntülerle ilgi çekmişti.

Yeni servisin, halihazırda CNN'deki iReport gibi vatandaş gazeteciliği yapan sitelere rakip olması bekleniyor.

Bretton Woods Anlaşması- İletişimcinin bilmesi gerekenler 1

Bretton Woods Anlaşması, II. Dünya Savaşı sonrasında kambiyo kurlarının dünya ticaretini geliştirici bir sisteme göre saptanması için yeni yöntemler aranmış ve bu çalışmalar sonucunda Temmuz 1944'te ABD'nin New Hampshire eyaletinin küçük bir beldesi olan Bretton Woods'da toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans konferansında imzalanan "Uluslararası Para Anlaşması" ile uluslararası ödemelerde kullanılacak yeni bir sistem geliştirilmiştir. Doğu bloku ülkeleri dışındaki 44 ülkeden 730 delegenin katıldığı bu anlaşma ile katılan ülke paralan için sabit kur esası benimsenmiş ve anlaşmaya katılan her ülkenin parasının değerinin, dolar esas alınarak saptanması kabul edilmiştir.

Uluslararası para sisteminin kurallarını belirleyen bu anlaşma, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) kurulmasına karar vermiştir. Bu kurumlar, 1946'da, yeterli sayıda ülke anlaşmayı imzalayınca faaliyete geçmiştir.

Bretton Woods anlaşmasıyla ortaya çıkan yeni uluslararası para sisteminin özellikleri şöyledir:

Anlaşmaya katılan ve parasını altına dönüştürülebilir yapmayı kabul eden her ülkenin parasının değeri dolara göre saptanmıştır. dolar altın ile dönüştürülebilirliğini koruyan tek ulusal para olarak kalmıştır. Anlaşma ile 1 ons altın = 35 dolar ya da 1 dolar 0,88867 gr. altın olarak belirlenmiş ve ABD dış talep olduğunda doları bu parite'si üzerinden altına çevirmeyi kabul etmiştir.
Anlaşma, ancak çok özel ve düzeltilmesi olanaksız parasal dengesizliklerde herhangi bir ülkeye, parasının dolara karşısındaki değerini değiştirme olanağı tanımaktadır. Bu tür düzeltmeler için öngörülmüş olan devalüasyon ve revalüasyon oranları en çok % 10 dur. Ancak söz konusu ekonominin yapısından doğan dengesizlikler nedeni ile ayarlama ile yapılacak değişiklik % 10'u aşacaksa, bu takdirde IMF’nin izni gerekecektir.
Bretton Woods'la getirilen bu sistem ancak 1971 yılına kadar devam edebilmiştir. ABD, içinde bulunduğu ekonomik güçlükler nedeniyle 1971 yılında doların altına dönüştürülebilirliğini kaldırmıştır. ABD'yi buna iten zorunluluklar, dış ticaretinin büyük boyutlara varan açıklar vermesi ile borçlu ülkeler arasına girmesi olmuştur.

Doların devalüe edilmesi ve altına dönüştürülebilirliğinin kaldırılmasıyla ortaya çıkan uluslararası para krizi , Bretton Woods ile getirilmiş olan altın döviz standardı sisteminin sonu olmuştur. Bu sistemin yerine, üzerinde 1963 yılından beri çalışmaların sürdürüldüğü Özel Çekme Hakları (Special Drawing Rights – SDR) sistemi yürürlüğe girmiştir.

IMF tarafından ilk kez 1970 yılında uygulanmaya koyulan bu sistemde, kuruluş uluslararası bir merkez bankası gibi düşünülmüş, bu kuruluşun hesapları ve açacağı krediler SDR cinsinden ifade edilmeye başlanmıştır. Bu yönüyle SDR, hem bir uluslararası para birimi, hem de bir kredi türü olmuştur.

Uluslararası para birimi olarak SDR'nin değeri ilk yıllarda Bretton Woods sisteminde olduğu gibi 0.88867 gram saf altınla ifade edilmiştir. Benimsenen bu değerlendirme tekniğine göre SDR'nin altın değeri sabit kabul edildiğinden SDR'ye "kâğıt altın" da denilmiştir. Ancak çeşitli paraların altın karşısında değer kaybetmesi SDR'nin değerini giderek arttırmış ve 1974 yılından itibaren SDR'nin altınla ilişkisi tamamen kesilerek "sepet tekniği" adı verilen yeni bir değerlendirme şekli geliştirilmiştir. IMF tarafından geliştirilen bu teknikte, SDR'nin değeri gelişmiş batılı 16 ülkenin paralarının belirli oranlarda birleşmesiyle hesaplanmaya başlamıştır.

1981 yılından itibarın SDR'nin yapısı basitleştirilmiş ve değeri ABD Doları, Japon Yeni, Batı Alman Markı, İngiliz Sterlini ve Fransız Frankı'ndan oluşan beşli bir sepete bağlanmıştır.

SDR sisteminin uygulanması ile IMF'ye üye ülkeler ödemeler bilançosu açıklarını kapatmak veya döviz ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla , IMF'nin diğer kaynaklarına ek olarak , kendilerine tanınan belirli SDR kotaları çerçevesinde IMF'den kredi alabilmektedirler. Kotalar , her üye ülkenin milli geliri, döviz rezervi, dış ticaret dengesi ve diğer ekonomik göstergeleri dikkate alınarak saptanmaktadır. Üye ülkeler kotalarının % 25'ini altın, % 75'ini de milli paraları cinsinden IMF'de bulundurmakta ve buna karşılık gerektiğinde belirli sınırlar içinde kredi kullanmaktadırlar.

Halen bir uluslararası para birimi olarak sadece devletler ve Merkez Bankaları arasında kullanılan SDR'nin ticaret ve bankacılık işlemlerinde kullanılması amacıyla çalışmalar sürdürülmektedir.

Ancak uluslararası alanda SDR'nin yaygınlaştırılması çabaları etkili olamamaktadır. Nitekim günümüzde gelişmiş ülkeler genellikle paralarını dalgalanmaya bırakırlarken , gelişmekte olan ülkeler güçlü bir paraya bağlı kalmayı ve uluslararası para piyasalarındaki gelişmeleri yakından izleyerek paralarını sık sık ayarlamayı benimsemektedirler. Öte yandan Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üye ülkeler 1979 yılından itibaren Avrupa Para Sistemi'ne geçmiş bulunmaktadırlar. Bu gelişmelere rağmen, günümüzde yeni bir uluslararası para sistemi kurulması konusunda çalışmalar sürdürülmektedir.

12 Kasım 2009 Perşembe

Had Gadia





Video Had Gadia - Scene from Free Zone - Natalie Portman
Yükleyen shlomo_75. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaşayın!






Neden şarkı söylüyorsun, küçük kuzu?
Henüz bahar gelmedi buraya,
Ne de Fısıh Bayramı erişti.
Değiştin mi hiç?
Değiştim ben bu sene.
Ve her gece,
Her bir gece.
Sadece dört soru sormuştum sana
Ama bu gece
Başka bir soru düşündüm:
Zalimin mazlum ile,
Celladın kurban ile
Dönüp durduğu
Bu dehşet çemberi
Bunca delilik ne kadar daha sürecek böyle?
Bu yıl, benim değişen.
Eskiden uysal bir kuzuydum,
Sonra bir kaplan oldum
Ve vahşi bir kurt.
Güvercindim önceden, bir ceylandım.
Bugünse bilmiyorum ne olduğumu.
Babamız almıştı onu bize
Sadece iki paraya
Kuzucuk! Ah kuzucuk!
Ve her şey yeniden başlıyor işte.
Babam almıştı onu bana/Sadece iki paraya./Kuzucuk! Ah kuzucuk!

Free Zone, Natalie Portman‘ın doğduğu topraklarda, karakteri Rebecca’nın, Chava Alberstein’in Had Gaida isimli parçası eşliğinde döktüğü gözyaşlarıyla başlıyor. Yönetmen, Rebecca’nın aracın camından bakındığı mekana ait hislerini anlatmak için, O’nun yüzünü bir ayna gibi kullanıyor. Ne gördüğünü görmüyorsunuz, ama ne gördüğünü biliyorsunuz…

Natalie Portman’la beraber Hiam Abbass ve Hana Laszlo gibi, biri Filintin’li diğeri İsrail’li iki usta oyuncuyu izliyoruz. Hana Laszlo, buradaki rolüyle Cannes Film Festivali’nde en iyi aktrist ödülünü kazandı.

Yönetmen Amos Gitai, izleyiciyi belli bir görüşe ikna etmeye ya da bir söylevi belirgin bir şekilde ifade etmeye çalışmadan, kendi doğrularını sorgulanmak üzere izleyicinin önüne sunuyor. Filmin finalinde de yine Had Gaida parçası eşliğinde bölge insanına dair, nasıl isterseniz öyle anlayabileceğiniz, ama sorgulama ihtiyacı hissedeceğiniz bir kara mizah tablosu koyuyor önümüze…

Bir yönüyle de yol filmi olan Free Zone’un müzikleri de ayrı bir güzel. Zaten bir filmin yol filmi olma özelliği varsa, müzikleri daha bir özenle seçilmeli.

E-kitapta rekabet kızışıyor

Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki elektronik kitap rekabeti tırmanıyor. Bu alandaki ilk ürünlerden olan Amazon’un Kindle modeli, artık aralarında Sony, Samsung, Barnes&Noble, Hanvon gibi firmaların e-kitap okuyucularıyla yarış halinde.

E-kitap okuyucusu Kindle ile bu alanda lider konumda bulunan Amazon, yıl sonuna kadar 1 milyon adetlik satışa ulaşmayı hedefliyor. Amazon, Kindle'ın yeni modelinde ülkenin en büyük cep telefonu markası AT&T ile ortaklığa girdiğini açıkladı. Buna göre, kullanıcılar, AT&T aracılığıyla kablosuz ağ ya da 3G sistemi üzerinden daha hızlı şekilde elektronik kitap satın alıp okuyucu cihazlarına yükleyebilecek.


Barnes&Noble Nook
--------------------------------------------------------------------------------

Merkezi ABD'de bulunan kitap satış mağazası Barnes & Noble da ilk elektronik kitap okuyucusunun tanıtımını bu ay içinde yaptı. Mağazalarındaki elektronik kitap sayısının 700 bine ulaştığını belirten Barnes & Noble Başkanı William Lynch, Plastic Logic firmasıyla işbirliği yaparak e-kitap sektörüne girmelerinin ana nedeni olarak kitap tutkunlarının internet bağlantısı sayesinde herhangi bir yerden cihazlarına kitap indirebiliyor olmasını gösterdi.

Barnes & Noble'dan elektronik kitap alan müşteriler, ayrıca iPhone ve Blackburry marka telefonlara e-kitap indirerek cep telefonu üzerinden okuyabiliyor. Uzmanlar, Barnes & Noble'ın kendi e-kitap okuyucularıyla sektöre girmesinin gelecekte bu alanın ne kadar büyüyeceğinin işaretlerinden biri olduğunu belirtti.

E-kitap okuyucusu sektörüne ilk adım atan firmalardan olan Sony de gelecek günlerde yeni modellerini piyasaya sürmeye hazırlandığını duyurdu. Uzun zamandır teknoloji basınında dedikodusu dolaşan Apple’a ait bir ‘tablet’ bilgisayar konseptinin de e-kitap okuyucu işlevlerine sahip olacağı, bunun elektronik kitap satışlarında rekabeti daha da artıracağı belirtiliyor.

ABD'nin önde gelen teknoloji yazarlarından Adam Pennenberg'in kendi blogunda yer verdiği iddiaya göre, donanım firması Apple da 2010 yılında e-kitap sektörüne girmeye hazırlanıyor. Dokunmatik ekran telefonları Iphone ile cep telefonu pazarına hızlı giriş yapan Apple'ın tasarladığı yeni cihazın tamamen renkli ekrana sahip olacağı, kitap okuma dışında video izleme, internet ve e-posta okuma gibi özelliklerinin de bulunacağı iddia edildi.

Kablosuz bağlantı veya 3G sistemi üzerinden yüklenen ya da mağazalardan satın alınan elektronik kitapların büyük çoğunluğu, kağıt baskılarının altında fiyatlarla okuyucuya sunuluyor. Bu kitapların okunmasını sağlayan e-kitap okuyucusu cihazların fiyatları ise 150 ile 400 ABD Doları arasında değişiyor.

11 Kasım 2009 Çarşamba

1987'de Özal'ı esas kızdıran neydi?


İletişim fakültesinde medya ve siyaset dersi hocam olan Avni Özgürel'den güzel bir yazı bugün kü radikalde.

1987'de Özal'ı esas kızdıran neydi?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bir toplantıda akademik unvanı da olan bir köşe yazarının ‘Özal olsa Genelkurmay Başkanı(nı görevden alırdı’ mealinde yarı akıl verir mahiyette konuşması ilgi uyandırdı. Alakanın fazla olmasında, Erdoğan’ın bu sözlere tepki göstermemiş olmasının payı var şüphesiz.
Başbakan 1987 senesinde yaşananların ayrıntısını fazla hatırlamadığından, ya da bugün içinde bulunulan tablonun 30 sene öncesinden farkına ilişkin söyleyeceklerinin, yeni tartışmalara sebep
olmasını istemediğinden üzerinde fazla durmak istememiş olabilir. Söz konusu dönemin hadiselerini ve rahmetli Turgut Özal’ın o zaman aldığı tavrı hatırlayanların, bugün ‘malum belge’ meselesinin geldiği noktada Erdoğan’ın yerinde Özal olsa Genelkurmay Başkanı’nı görevden alacağını düşünmeleri kuvvetle muhtemel olduğundan, geçmişte yaşanan hadisenin arka planına göz atmakta fayda var.
Hemen ifade edeyim ki, 1987 senesinde yaşanan gelişmede Özal’ın kararlı tavrının payı olduğundan şüphe edilemez. Ancak siyaset-ordu ekseninde iplerin gerildiği o günlerin tablosu sadece bununla izah da edilemez.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ’un kuvvet komutanlığında süresi dolan Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Necdet Öztorun’un emekli edilmeyip Genelkurmay Başkanlığı’na getirilmesini temin için, zamanından bir ay önce 2 Temmuz’da istifa dilekçesini vermesiyle yaşanan krizdir sözünü ettiğimiz. Org. Üruğ’un 2000’li yıllara kadar Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesini belirleme arzusuna dayanan planı, atamalar için gerekli Bakanlar Kurulu kararını ve Cumhurbaşkanı’nın onayını beklemeksizin oldu-bittiyle hedefe ulaşma girişimi Kenan Evren-Turgut Özal duvarına çarpmasıyla âkim kaldı... Sonuçta emrivaki görev devir teslim töreni düzenlemeye kalkan, bunun için davetiyeler bastırıp dağıtan Üruğ’un hesabı tutmayınca Org. Necdet Öztorun emekli edildi. Köşke çıkıp Genelkurmay Başkanlığı’na atamasının yapılması halinde makamda bir gün kalıp ertesi gün istifa etme sözü vermesi dahi çarkı geri çevirmeye yetmedi.
Bilinen o dönemde bu kararı Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in aldığı, ancak ordu içinden gelebilecek tepkileri hesap ederek sahneyi Turgut Özal’a bıraktığıdır. Rahmetli Özal’ın 29 Haziran 1987’de İstanbul’da Tarabya Oteli’nde düzenlediği basın toplantısında söyledikleri ve o zamana kadar kendisinde hemen hiç konuda görmediğim heyecan hali, aradan onca yıl geçmesine rağmen hâlâ gözümün önünde. Konuşmasına “Sayın Org. Necdet Uruğ vazifeden affını ve emekliliğini istemiştir. Esasen kanuni süresi de bu ağustosta dolmaktadır. Ben şahsen görev süresinin bir yıl daha uzatılması imkânını aramaktan yanaydım. Kanun kuvvetinde kararname çıkartma yetkimiz var diye düşünmüştüm. Ancak düşüncemi ilettiğimde kendileri bunu arzu etmediler, emekli olacaklar” diyerek başlamıştı. Ve ardından derin bir nefes alıp devam etmişti: “Bakanlar Kurulu, Org. Necdet Üruğ’un yerine sayın Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Necdet Öztorun’un gelmesini istememiştir. Bu konu tarafımdan sayın Cumhurbaşkanı’na arzedilmiştir. Genelkurmay 2. Başkanı sayın Org. Necip Torumtay
önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bilahare Genelkurmay Başkanlığına getirilecektir.”
Salonu bomba düşmüşcesine sessizleştirmişti Özal’ın ağzından çıkan sözler. Ben de dahil pek çok gazetecinin hayret içinde duraksadığını unutamam. Sonraki günlerde rahmetli Özal’a, Org. Öztorun’a tepkisinin sebebini sorduğumda mesele biraz daha netleşti. Emrivaki görev devir-teslimi meselesi hükümetle birlikte Cumhurbaşkanı’nı hiçe saymaktı Özal’ın gözünde. Ama onu öfkelendiren tek sebep bu değildi. Şahsen hakarete uğradığı kanısındaydı. 1987 senenin haziran ayında, yani tayin-terfi hadisesinden bir ay kadar önce PKK, Mardin’in Ömerli ilçesine bağlı Pınarcık köyüne saldırmış, 16’sı çocuk olmak üzere 30 kişi katledilmişti. Özal’ı kızdıran ne Genelkurmay’ın ne de Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın hadiseyle ilgili olarak kendisine bilgi vermemiş olmasıydı. Daha ötesi ertesi gün Özal, Org. Necdet Öztorun’u telefonla aramış ama emir subayından “Komutanın sabah koşusunu yapmakta olduğu, bu sebeple konuşamayacağı” cevabını almıştı... Defterime şu sözlerini de kaydetmişim, “Korucular askeriyeye saldırıya uğradıkları bilgisini verip yardım istemiş ve mermileri bitene kadar direnmişler. Yardım gelmemiş. Olayda ihmal olup olmadığını soruşturulması emrini verdim ama kulak arkası edildi.”

yorum :radikal foto:milliyet gazetesi 30 haziran 1987 günü yayımlanan ilk sayfasından

bize atılan taşlarla döşedik

Keçecizade Fuat Paşa’ya ait bir nükte vardır; muhaliflerden müraî bir kişi, Bâb-ı Âli’nin parke döşenerek genişletilen caddesini över ve pek münasip bir iş yapıldığını söyler. Paşa da "bize atılan taşlarla döşedik" yanıtını verir.

İlber Ortaylı

İletişim Ağlarının Ekonomisi


Funda Başaran, Haluk Geray (Der), İletişim Ağlarının Ekonomisi, Siyasal Yayınevi, 2005.

Ülkemizde ve başka ülkelerde toplumsal alana ilişkin çok önemli politika kararlarında neo-klasik iktisatı belli bir yönde biçimlendiren anaakım iktisat söyleminin ağırlığı artıyor. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve iletişim alanlannda da yeniden yapılanma politikalarının meşrulaştırıİmasında "verimlilik"; "serbest piyasa", "parasını ödeyene hizmet", "tüketici yaran" ve benzeri kavramlar yoğun olarak kullanılıyor. Garip olan, bu kavramların devşirildiği anaakım iktisat anlayışının dayandığı neo-klasik okulun bilimsel açıdan en zayıf dönemlerinden birini yaşıyor olması. Bunun tipik göstergelerinden biri de çeşitli ülkelerdeki üniversite öğrencilerinin iktisat eğitiminin bu günkü biçimine karşı çıkmak için oluşturdukları bir girişimin, özellikle akademilerden binlerce iktisatçının da katılımıyla bir anda büyümesi oldu. Kendilerine "post-otistik iktisat" hareketi adını veren ve anaakım ortodoksisine karşı çıkan heterodoks yaklaşımların gördüğü bu ilgi, ders kitabı yayıncılarını da harekete geçirmişe benziyor. Yurt dışındaki önde gelen üç büyük yayınevinin yöneticileri bu hareketin aldığı destek sonucunda özellikle giriş seviyesindeki iktisat ders kitaplarında değişikliğe gitmeye hazırlanıyorlar. Bu yayınevi yöneticilerinden biri yeni yaklaşımı "... neo-klasikle başlasın, belki iki-üç bölüm yeter. Sonra hızla öğrencilere diğer yaklaşımları sergileyen bölümler gelsin" diyerek anlatıyor.

"İki Dil Bir Bavul" Ortadoğu'nun En İyi Belgeseli


Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunları Özgür Doğan ve Orhan Eskiköy’ün ilk uzun metrajlı filmleri "İki Dil Bir Bavul", Abu Dabi Uluslararası Ortadoğu Filmleri Festivali’nde En İyi Ortadoğu Belgeseli Ödülü'nü, Antalya Altın Portakal Festivali’nde ise En İyi İlk Film Ödülü'nü, kazandı.
Uzak bir Kürt köyüne atanmış genç bir Türk öğretmenin okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen çocuklarla geçirdiği bir yılı anlatan film, Adana Altın Koza Film Festivali’nde Büyük Jüri Yılmaz Güney Ödülü ve Sinema Yazarları Derneği En İyi Film Ödülü’nü, ZagrebDox Uluslararası Belgesel Film Festivali’nde ise En İyi Genç Yönetmen Ödülü’nü kazanmıştı.
Öğrenciyken yönettikleri "Hayaller Birer Kırık Ayna" (2001) ve "Dışarıda Olmak" filmleri ile birçok ulusal ödül kazanan Özgür Doğan ve Orhan Eskiköy, çeşitli uluslararası festivallerde de finalist olarak yarışmıştı.
5 yıldır geliştirilen bir projenin ürünü olan “İki Dil Bir Bavul”, yapım ve geliştirme aşamasında Avrupa Belgesel Ağı’nın Saraybosna Film Festivali kapsamında verdiği “EDN Talent” Hibesi, Sundance Enstitüsü Belgesel Fonu gibi prestijli uluslararası desteklere layık bulunmuştu.

10 Kasım 2009 Salı

AVRUPA GENÇ GAZETECİ ÖDÜLÜ 2010 YARIŞMASI BAŞLIYOR

Avrupa Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü “Avrupa Genç Gazeteci Ödülü 2010 (EYJA) Yarışması”nı başlatıyor. Yarışma üçüncü senesinde Avrupa Birliği Genişlemesine odaklanmış Avrupa’nın en iyi genç gazetecilerini ödüllendiriyor.


17-35 yaş arası gazeteci ve gazetecilik öğrencilerini vizyonlarını genişletmeye davet eden EYJA 2010, AB’nin genişlemesini yaratıcı ve düşündüren açılardan anlatmak için bir fırsat sunuyor.

20 Ekim 2009 - 28 Şubat 2010 tarihleri arasında düzenlenecek olan yarışmaya AB üyesi, aday ve potansiyel aday ülkeler ile İzlanda vatandaşları yazılı, online ve radyo alanlarında 1 Ekim 2007 – 28 Şubat 2010 tarihleri arasında yayınlanmış eserleriyle katılabilecekler.



Yarışmayla ilgili detaylı bilgiye ulaşmak için www.EUjournalist-award.eu adresini ziyaret edebilirsiniz.

MURDOCH'TAN GOOGLE'A TEHDİT

Fox, Wallstret Journal, CNET, IGN gibi kuruluşların sahibi Rupert Murdoch yaptığı bir röportajda, tüm sitelerini Google aramalarında bulunmaz hale getirebileceğini söyledi.


Cem Süer/shiftdelete.net

Medyayı yakından takip ediyorsanız Rupert Murdoch adını mutlaka duymuşsunuzdur. Kendisi, en çok bilinenleri Wallstreet Journal, Sun, Times olan 44 gazete, 30 dergi, CNET'le IGN'nin de dahil olduğu 32 internet sitesi ve dünya çapındaki tüm Fox kanal ve stüdyolarının sahibi. Bu medya imparatoru, birkaç yıl önce yazılı basının geleceğinin en fazla 50 yıl olduğuna dair bir kehanette bulunmuştu.

Daha sonrada, sahip olduğu gazetelere ait siteleri paralı yapacağını duyurdu. Medya patronun bu fikri oldukça tepki aldı ve hemen herkes tüm dünyada ücretsiz olan hizmetlerin paralı hale getirilmesinin zor olacağı yorumunu yaptı. Ancak 78 yaşındaki İmparator hiç de geri adım atmayı düşünmüyor. Google'ın başlattığı haber servisi Murdoch'u oldukça kızdırmış olmalı ki, sahibi olduğu News Corporation şirketine ait tüm medya kuruluşlarını ünlü arama motorundan kaldıracağını söylüyor.

Medya imparatoruna göre arama motorlarının sunduğu servisler hiç de yasal haklara uygun değil. Bu şekilde bir hamle Google'ı bayağı hafif hale getirecek çünkü bu şirkete ait hiç bir makele, dizi ve programla ilgili bilgi ara motorounda çıkmayacak. Murdoch, okuyucuları bu yöntemle zorlu olarak kendi sitelerine çekmeyi hedefliyor. Ayrıca kullanıcıların site içerikleri için ücret ödemesi de zorunlu hale gelmiş olacak.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Atılgan Bayar Akşam'da devam ediyor

Geçen hafta sayfası değiştirilen Akşam yazarı istifa kararı almıştı. Küçükkaya ile konuşup yazılarına devam kararı aldı.


Atılgan Bayar, üçüncü sayfadan alınıp gazetenin "Göbek" sayfasına kaydırılmasına tepki olarak gazete yönetime Akşam'ı bıraktığını bildirmişti.

İsmail Küçükkaya ile görüşen Atılgan Bayar, ısrarından vazgeçti, bir haftalık aradan sonra gazetenin orta sayfasında yazılarına başladı...
medyatava

Murdoch, Türkiye pazarından çekilecek mi?

Cengiz Semercioğlu, Fox TV'nin İtalyan genel müdürü Pietro Vicari'ye kanalla ilgili iddiaları sordu.


CENGİZ SEMERCİOĞLU / HÜRRİYET


Fox’un İtalyan genel müdürü;“Türk magazinciler hiç kibar değil”


Geçtiğimiz gün Fox TV’nin Genel Müdürü Pietro Vicari’yle yemek yedim, hep merak etmiştim yabancı birinin Türkiye’de nasıl kanal yönetebileceğini...

Öyle ya dilini, kültürünü bilmediğiniz bir ülkeye geliyorsunuz ve orada dizi, program seçip, kanal yönetiyorsunuz.
İtalya’da Sky’ı yönetmiş, yıllardır televizyonculuk yapan Pietro 11 aydır Fox’un başında, sıcakkanlı, sempatik bir Sicilyalı...
“Zor değil mi yabancı bir ülkede televiyon yönetmek” diye sorunca; “Türkiye benden daha çok Sicilyalı. Tıpkı Sicilya gibi buradaki insanlar da tutkulu, ateşli ve maço... Akdeniz kültürü var iki tarafta da, bu yüzden Türkiye’de zorluk çekmiyorum” yanıtını verdi.
Bizden Kaçmaz’a bayılmıyor ama...
Laf hemen magazincilerle sanatçıların kavgasına geldi. Malum Fox’un Bizden Kaçmaz’ı bu kavganın baş aktörlerindendi.
“Programı beğeniyor musun” diye sorduğumda, eliyle ‘şöyle böyle işareti’ yapıp ekledi:
“Bu programları kaldırın dediğin yazını okudum. Türk izleyicisi ateşli programları izliyor. Bizden Kaçmaz’ın da reytingi iyi. Ancak haklısın, sanatçılara karşı hiç kibar değiller”...
Bu sözlerinden Pietro’nun bayılmasa da magazine bir süre daha ihtiyaç duyduğu sonucunu çıkardım. Çünkü o, kavga dövüş taraftarı değil ekranda.
Bu yüzden Fox’taki Futbol Ateşi’ni çok seviyor. Kendi tasarladığı Futbol Ateşi, Fox’taki en sevdiği program.
“Bakın orada diğer futbol programlarındaki gibi kavga dövüş yok. Düzeyli bir program ama reytingi düşük. Yine de benim en sevdiğim program”...

Fox TV satılmayacak

Son dönemde Fox’un satılacağı yönünde çıkan haberleri de sordum Pietro’ya...
Murdoch, Türkiye pazarından çekilecek mi?
- Öyle bir şey kesinlikle yok. Ne Türkiye’den çekilmeyi düşünüyoruz ne de Fox’u satmayı. Biz buraya kalıcı olmaya geldik ve bütün planlarımızı uzun vadeli yapıyoruz.
Madem satmayacak, genişleyecek mi Fox, ikinci bir kanal satın alır mı?
- Bugün için öyle somut bir adım yok ama biz işi sadece medya olan bir şirketiz. Dolayısıyla her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de Fox’la sınırlı kalmayıp medyanın her alanında büyüyebiliriz.
Peki Fox girdiği her ülkede en çok izlenen kanal oluyor ama bir tek Türkiye’de değil. Bu nasıl oluyor?
Biz bugün en çok izlenen dizileri transfer edip bir numaraya da yükselebiliriz. Ancak bu gelip geçici bir zafer olur. Biz yavaş ve sağlam adımlar atıp uzun süreli başarıyı hedefliyoruz. Bunu da yapacağız.
Ben ilk açıldığında “Cacık olmaz Fox’tan” demiştim...
- Biliyorum arkadaşlar söyledi, güzel bir yoğurt salatası o. Türkiye’de Fox’un gelmesiyle beklenti yüksekti. Biz o beklentiyi hemen değil ama yavaş yavaş karşılamaya başlıyoruz. Günü birlik bakmıyoruz olaya...
(ıtalyan gözüyle Türk televizyonları; en beğendiği haberci kim, hangi diziyi çok seviyor, hangisini beğenmiyor. Türk televizyonlarında ilk şaşırdığı şey ne oldu? Onlar da yarına artık...)

7 Kasım 2009 Cumartesi

İlker Ateş'i de kaybettik....

Türk basınına 40 yılı aşkın bir süredir hizmet veren İlker Ateş, bu sabaha karşı tedavi edilmekte olduğu hastanede hayatını kaybetti. Spor gazeteciliğine çok şeyler bırakarak aramızdan ayrıldı. Tüm camianın başı sağolsun.

1909’dan günümüze 100 yılda 61 gazeteci öldürüldü

1909’da Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesiyle başlayan gazeteci cinayetleri Türk basın tarihine unutulmayan acılarla dolu anılar bıraktı.

Muhalif kimlikleri ve sırf mesleklerini ilkeli bir biçimde sürdürdükleri için 1909’dan günümüze 100 yılda 61 gazeteci öldürüldü.

100. yıldönümü nedeniyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 17 Kasım’da, öldürülen gazetecilerin yakınlarının da katılacağı bir anma toplantısı düzenliyor.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Burhan Felek Konferans Salonu’nda 17 Kasım 2009 Salı saat 17.00’de düzenlenecek toplantı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç’in açış konuşması ile başlayacak. Hıfzı Topuz ve Nail Güreli’nin de konuya ilişkin görüşlerini açıklayacakları toplantı, öldürülen gazeteci yakınlarının konuşmaları ile sürecek.

Toplantıda ayrıca Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo - Televizyon Bölümü öğrencilerinden Günel Çantak’ın hazırladığı belgeselden bir bölüm de gösterilecek.

6 Kasım 2009 Cuma

Pazarlama, felsefeyle başlar psikolojiyle biter



Pazarlama iletişimi ile ilgili sakladığım bir yazıydı, Nur Demirok imzalı yazının her iletişim öğrencinin dosyasında saklı olması gerektiğini düşünüp yayınladım.

"20. yüzyılın icadı "pazarlama" dediğimiz disiplin, felsefe ekollerinden nasıl etkileniyor? Eğer işin içine psikoloji giriyorsa felsefe de giriyor. Bir düşünelim: 19. yüzyılın tüccarlıktan endüstriye geçen kapitalist ekonomisinde yine ağırlıklı olarak tecimsel satış faaliyeti vardı. Bir anlamda geleneğin daha kurumsallaşmış şekli. Sonra "satın alma davranışı"nı insan psikolojisinin yönlendirdiği keşfedildi. Böylece, Wilhelm Wundt "Structuralism" (Yapısalcılık) ekolünün psikoloji laboratuvarını kurduğunda bir bakıma modern pazarlamanın ilk temeli de atılmış oldu. Psikolog ve fizyoloji hekimi olan Wundt, insan davranışlarının kökenlerini 1880'lerin sonunda deneysel olarak açıklamaya başladı. Çok daha sonra anlaşıldı ki "satın alma davranışı" tamamen güdülemeye dayalı oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Çevre faktörü önemli Psikolojiye yön veren felsefe okulları pazarlamanın davranış modelleri üzerinde ciddi etkiler yarattılar. Henüz ortada "pazarlama" ifadesi yokken bir başka katkı da John Dewey ve William James gibi Amerikalı filozoflardan geldi. Onlar bilim tarihinde "fonksiyonalist" olarak adlandırıldılar ve daha çok insan bilincinin nasıl işlediğine baktılar. Pazarlamanın; ekonomi, sosyal bilimler ve psikoloji başta olmak üzere matematik, antropoloji ve tıp bilimlerinden (nöroloji) oldukça etkilendiği görüldü. 1930'lara gelindiğinde ise "behaviourism" (davranışçılık) üzerindeki çalışmalarıyla ünlenen Amerikalı psikolog John B. Watson, çevrenin insan davranışlarını yönlendirmekte olduğunu iddia etti. Deneylerle çocukluk döneminden itibaren insanların çevrelerinden beslenerek "davranış modelleri" geliştirdiğini ortaya koydu. 1950'lerde ise Neil Borden, aynı fikri savunarak, girişimcilerin çevre faktörüyle işadamı ya da profesyonel yönetici olduklarını ispat etti. Çok yönlü bilim dalı Bu aşamadan sonra "pazarlama" kendi içinde başlı başına bir bilim dalı haline geldi. Özellikle Amerikan üniversiteleri biraz da kapitalist teorinin evrimi adına pazarlama ve pazarlamaya ilişkin davranışları mercek altına aldılar. Büyük savaş sonrası pazarlama disiplininin formel mantığı ortaya çıkmakla kalmadı, "pazarlama psikolojisi" de ayrı bir bilim dalı haline geldi. Pazarlama psikolojisinin tamamlayıcı bir disiplin haline gelmesine yalnız Amerikalılar değil, Avrupalılar da katkı sağladılar. Daha çok Marks, Freud ve Nietzsche gibi düşünürlerin kalıpları içinde davranış teorisinin derinlerine inilmeye çalışıldı. Bu sürece Husserl ve Heidegger felsefesinin de ilginç katkıları oldu. Son dönemlerde ise küreselleşmenin etkisiyle yeni felsefe paradigmalarının sosyolojik kabulleri etkilemesiyle pazarlama kurallarında da çok değişik görüşler ortaya çıktı. Jurgen Habermas, Jacques Derrida, Gilles Deleuze gibi post-yapısalcı (post-modernist) felsefecilerden yeni pazarlama kuramcıları oldukça etkilendiler. Siyaset ve yönetişim düşünürü Peter Drucker, pazarlamanın sosyal felsefesine katkıda bulundu. Ortodoks pazarlamayı ise büyük ölçüde Philip Kotler terbiye etti. Felsefe, psikoloji ve deneyim Hemen sonra Amerikalılar işi pratiğe dökerek başta "Harvard Business School" olmak üzere çeşitli kurumlarda yeni isimler ürettiler. Bunların bir bölümü 80 sonrası ünlenen bilim dünyasından ve büyük şirketlerin yönetim kademelerinden yetişmiş fikir üstatlarıydı. Burada özellikle yönetim tecrübesi olanlar öne çıktılar. John Reed, Jack Welch, Roberto Goizueta, Martin Lindstrom, Jeffrey Campbell burada akla gelen ilk isimler. Kısacası, bugünün koşullarında sadece ekonomi ve soft pazarlamayı talim etmek yetmiyor. Tecrübenin yanı sıra -Marksist akımlar dahil- felsefe ve sosyal psikolojinin öğrenilmesi de şart. Hatta lider pazarlamacılar formel biçimde olmasa da iyi bir psikolog gibi düşünmek zorundalar. "

Nur Demirok
Kaynak: Referans Gazetesi 29.09.2009 sayfa 16

Susam Sokağı 40 yaşında


Türkiye'de 1980'li ve 1990'lı yıllarda yayımlanan çocuk programı Susam Sokağı, 40. yaşını dolduruyor.

İlk kez 1969'da ekranlara gelen ABD yapımı program, 10 Kasımda 40. yaşını geride bırakacak.

Joan Ganz Cooney ve Ralph Rogers tarafından kurulan, kar amacı gütmeyen "Sesame Workshop" kuruluşu ya da resmi adıyla Children's Television Workshop'un yaptığı program, 40 yılda birçok nesle okumayı, sayı saymayı öğretti ve "çeşitlilik" mesajı verdi. Program 140'dan fazla ülkede yayımlandı ve 100 kadar ödülü kucakladı.
Bir mahalle ortamında geçen, gerçek ve kukla karakterlerinden oluşan program, 40. yılını kutlamak için bu yıl, ABD Başkanı Barack Obama'nın eşi Michelle Obama'yı konuk edecek. First Lady, çocukları sağlıklı yiyeceklerle beslenmeye teşvik edecek.

Susam Sokağı'nın yayımlanmasının yıl dönümü dolayısıyla arama motoru Google da logosunu Susam Sokağı'nın sürekli didişen kukla karakterleri "Edi ve Büdü" olarak değiştirdi.

Dün de Google Kanada 'Susam Sokağı'nın 40. yaşını kutladı

Levi-Strauss öldü

Ünlü antropolog 100 yaşında hayatını kaybetti

Fransız Akademesi, Fransız entelektüeli ve modern antropolojinin babası olarak düşünülen Claude Levi-Strauss'un 100 yaşında hayatını kaybettiğini bildirdi.

Levi-Strauss'la ilgili törenin hafta içinde yapılmasının planlandığını belirten Akademi, ünlü antropologun ölüm tarihi ve nedeni hakkında bilgi vermedi.

Brüksel'de 1908'de doğan Claude Levi-Strauss, modern antropolojinin temellerini atmış ve kendinden sonraki araştırmacıları etkilemişti.

Antropoloji alanını yeniden şekillendirdiği konusunda hemfikir olunan Levi-Strauss, düşünce ve ortak davranış örnekleriyle ilgili yeni kavramları, ilkel ve modern toplumlarda özellikle mitleri ortaya çıkarmasıyla tanınıyor.

Levi-Strauss, 60 yıl süren mesleki yaşamında, "Tristes Tropiques" (1955), "The Savage Mind" (1963) ve "The Raw and the Cooked" (1964) gibi antropoloji ve edebi klasiklere imza attı. Levi-Strauss'un 1955'te yazdığı otobiyografisi "Tristes Tropiques" 20. yüzyılın en önemli eserlerinden biri olarak görülüyor.

1973'te Fransa Akademisine seçilen ilk antrolopog olan Levi Strauss, 28 kasım 2008'de 100 yaşına girmişti.

5 Kasım 2009 Perşembe

Bilgi ve Belge Yönetimi

Fotoğraf ve VideoGörsel İletişim Tasarımı
Acımasız Dünya Sendromu Alain de Botton yazıları Albert Camus Analitik felsefe Antonio Negri barış gazeteciliği basın özgürlüğü başucu kitapları best of beğenilenler bloger olma Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarında Türk Aydını dergi Devlet dil felsefesi dış politika Edmund Husserl ekonomi politik Eleştirel teori Emmanuel Levinas etnisite Fenomenoloji fotoğraf gazete haber gazetecilik genel felsefe George Gerbner Gerbner Gilles Deleuze Guattari Guy Debord göstergebilim Güncel Araştırmalar günlük güzel yazı defteri halkla ilişkiler Hans-Georg Gadamer Henri Bergson hrant dink ideoloji iletişim iletişim kitap İletişim kuramları iletişim sözlüğü internet internet gazeteciliği Jacques Derrida Jacques Lacan Jean Baudrillard Jean-François Lyotard Jean-Luc Nancy Jean-Paul Sartre Jose Ortega y Gasset Julia Kristeva Jürgen Habermas Kamusal Alan karikatür Karl Popper kuramcılar Kültür İncelemeleri Kültürel Ekme Levis Strauss Louis Althusser Ludwig Wittgenstein Mantıksal Pozitivizm Marshall McLuhan Max Horkheimer medya medya sinema Medya ve Siyaset Medyada Yasal Düzenlemeler Medyanın Ekonomi Politiği Metin Çözümlemeleri Michel Foucault milliyet Mutlu Şiddet müzik newsweek Nihilizm okudukça okur temsilcisi Oryantalizm Pierre Bourdieu pop culture Postmodern felsefe Postyapısalcı felsefe radyo reklam Retorik Richard Rorty semiyoloji sinema siyaset felsefesi Slavoj Zizek Sosyal Teori ve Medya Sosyoloji ve Sosyal Teori söz tarih tavsiye kitap Telekomünikasyon Politikaları ve Türkiye televizyon Televizyon Dünyası televizyon eleştiri Theodor Adorno Tzvetan Todorov tüketim toplumu türk basın tarihi Türkiye'de Demokrasi ve Demokratikleşme Türkiye’de Siyasal Dönüşümler ve Medya Umberto Eco yazıları Varoluşçuluk video Vladimir Lenin Walter Benjamin Yapısalcılık Yapısöküm yazar Yaşama Alanı Yeni Dünya Düzeni ve İletişim Politikaları Yeni İletişim Ortamı Yeni Medya yorum radikal Yorumsamacılık Çağdaş Demokrasi Kuramları Çağdaş Fransız Felsefesi Öne çıkanlar şiir

George Gerbner e giriş

Gerbner'in geliştirdiği diyalektik iletişim modeliile, Shannon-Weaver'ın doğrusal (linear) modelinin hedefin alımlamasını tam olarak ölçemeyeceğini kanıtlamıştır.

Gerbner'in bazı kavramları:

Televizyon Dünyası
Mutlu Şiddet
Acımasız Dünya Sendromu
Kültürel Ekme

Muhabirin Rolünün Değişmesi

Basının saygınlık bunalımında rolü olan bir etmen de özellikle Özal döneminde kaynak-muhabir ilişkilerinin yozlaştırılmasıdır. Basının demokrasi içindeki yaşamsal işlevlerini yerine getirebilmesi için özgür olduğu kadar bağımsız da olması zorunludur. Bunun için basın mensupları ile haber kaynakları arasında (özellikle güçlü haber kaynakları arasında) saygılı ve mesafeli bir ilişkinin bulunması gerekir. Gazeteci kaynaktan aldığı bilgiyi olduğu gibi yayınlamaz, onu mesleki deneyimi çerçevesinde değerlendirir, doğrulatır, bağlam içinde yerleştirir.

Kaynağıyla arasındaki mesafeyi kaybeden muhabir manipüle edilmek, birilerinin maşsı olmak tehlike ile karşı karşıya kalır. Bir kaynakla fazla sıkı fıkı olan muhabir haberini yazarken okurunu bilgilendirmek yerine kaynağını kollamaya başlar. Hatta gazeteler tüm olaya kaynağın gözünden bakmaya alışır. Bu gibi yaklaşımlar gazetecilerin kuryelik, danışmanlık, akıl hocalığı gibi meslekleriyle bağdaşmayan rollere soyunmalarına neden olur. Böyle tehlikeli yakınlaşmalar, eninde sonunda okur tarafından keşfedilir. O zaman okur muhabire bağımsız bir haber işleyicisi olarak değil birilerinin borazanı gözüyle bakmaya başlar. Böyle bir şüphenin saygınlık üzerindeki etkisi ağırdır. Nitekim;basınımızda da öyle olmuş, bir takım gazeteciler bazı büyüklerin mütemmed adamı sayılmıştır.

Reklam Olan Haberler

Yaygın medyada çalışanlar çok iyi bilirler ki, bazen gazetelerin iç sayfalarında yada akşam haber bültenlerinde yayınlana çok küçük bir haber bile kitleler üzerinde önemi küçümsenmeyecek bir talep yada reddediş yaratabilir.günümüzde, haberin bu gücünü en iyi bilen ve sonuna kadar kullananlar reklamcıdır.

Gazetelerin yada haber bültenlerinin içeriklerine dikkatlice bakıldığında, kitleleri bilgilendirmekten ziyade belli bir ürün yada hizmet olan talebi kışkırtmak amacıyla üretilmiş çok sayıda haber görülecektir.
Reklamcılar ile yapılan belli anlaşmalar sonucu hazırlanan bu haberler, bazen öylesine ustalıkla üretilir ki, seyirci yada okuyucu bir gizli reklam olduğunu anlamaz bile. Reklamın haber formatı içinde sunulmasının en önemli tarafı da budur zaten. Çünkü kitleler reklamlardan çok yaygın medyada yayınlanan haberlere güvenmek eğilimindedirler.

Son yıllarda gazetelerin sektör ekleri, dergilerin haber sayfaları ile birlikte sunulan “info” lar reklam-haberlere en güzel örnektir. Batıda Time, News Week gibi çok dergi, sayfalarını reklam amaçlı olarak kiralamakta ve bundan para kazanmaktadır. Ancak, bu dergiler, kiralanmış sayfaların üzerine bunun bir reklam metni olduğunu yazarak okuyucu uyarılır.

Oysa Türkiye’de yayınlana bir çok sektör sayfası eki yada reklam amaçlı haberlerde bu belirtilmez. Bunun en temel nedeni, okuyucunun metni okurken gazeteci tarafından üretilmiş bir haber olarak algılanması sağlamaktadır. Günümüzde bu yöntemin dergi ve gazetelere paralı ilan vermekten daha avantajlı olduğunu gören bir çok firma, paralı haber yatırmayı tercih etmektedir. Böylelikle haberin dolaylı olarak bir talebi kışkırtması yada bir malı övmesi yanında direkt olarak para karşılığı yazılması gibi, aslında hiçte etik olmayan bir süreçte başlamıştır.

Haberin Metalaşması

Öteden beri insan, doğru eksiksiz, taze haber açlığı içindedir ve liberal anlamda rekabet en açık şekliyle haberlerin çabukluğunda söz konusudur. Bir haber, tarihin başlangıcından bugünkü borsa hareketlerine kadar tüm değerini geçici tekeline sahip olduğunda kazanır. Oysa enformasyon çağı olarak adlandırılan günümüzde, haberin çabuk verilmesinden doğan rekabet değeri ve haberi haber yapan esas değerlerin yanı sıra, haberin bir de meta değeri diyebileceğimiz , alınıp satılma değeri ortaya çıkmıştır.

Haberin meta olarak değeri, kuşkusuz gazetecinin kamuya karşı sorumluluğu olan halkı bilgilendirme ve gizli kalan gerçeklerden haberdar etme uğraşının dışında ve ötesinde tanımlanmalıdır. Çağımızda medya sahipliğinin ulaştığı yeni ekonomik yapı neticesinde, haberin öncelikli olarak verilmesinden doğan rekabet değeri, yerini piyasa ekonominsin içinde, yeniden oluşan kar amaçlı bir değerlendirme mekanizmasına bırakmıştır.

“serbest düşünce pazarından, liberalizmden anlaşılan, düşüncelerin güç ve zenginlikten tecrit edilerek değişebilmesidir. Ama gerçekte, Pazar düşüncesi politik enformasyonun üretimi ve gizlenmesi yönünde daha çok merkezi ve ekonomik ve politik güce yakındır. Burada derin bir ironi vardır. kitle üretimi bir yandan haberi demokratikleştirmiş, ama öbür yandan da gazete yapımını Marx’ın söylediği gibi doğal gazdan ucuz hale getirmiş ve haber üretimini merkezileştirerek basını kontrol altına almış, genellikle de monopol yapıdaki medya sahipliğini yaratmıştır.

Bu monopol yapıdaki medya sahipliğinin en önemli özelliği, gazeteciliği ve dolayısıyla haber üretimini, kamuoyunu hızlı ve doğru bir şekilde bilgilendirerek kazanç sağlanacak bir iş alanı olarak değilde, serbest piyasanın ‘bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler’ mantığının hakim olduğu bir maksimum kar alanı olarak görmesidir. Düşüncenin üretimi ve bilgilendirme işlevi ve bunların yayılmasını içeren ekonomik faaliyetler elbette bunlardan yararlananların çoğu tarafından bilinmektedir. Ancak bu faaliyet bir “kamu hizmeti” niteliğinde olduğu için, ekonomik faaliyet olarak ele alındığında bile özel bir anlayış gereklidir. Oysa günümüzde, medya endüstrisine şöyle bir göz attığımızda, haberci medyanın üretim kalıplarının, seri üretim yapan bir diğer iş kolundan çok da farklı olmadığı görülmektedir.


Teoride haberci medyanın sosyal ve politik olayları halka duyurarak demokratik sürecin doğru ve düzenli işlemesine katkıda bulunacağı öngörülür. Haberci medyadan aslı beklenen, iyi araştırılmış haberlere iyi bilgilenmiş yurttaşlar yaratması ve bu bilgilerin seçim dönemlerinde tüm yurttaşlar lehine seçim sandıklarına yansımasıdır. Oysa haberin ticarileşmesi sürecinde, gazetecilerin asıl işlevi olan halkı bilgilendirme görevi bir kenara itilmiş, haber üretimi piyasa koşullarının belirlediği arz-talep dengelerine gör şekillenmeye başlamıştır.

John H. McManus’a göre, piyasaya sürülen diğer ürünler gibi haberler de her gün bir tür işlenmiş ürün/meta olarak pazardaki yerini almakta, okur ya da izleyici ‘müşteriye’ dönüşmekte, dağıtım veya reyting dediğimiz mekanizma ise pazarı temsil etmektedir.

Gazeteciliğe yönelik güven kaybı

Gazeteciliğe yönelik güven kaybı sadece sıradan insanlara ait bir duygu değildir. 20. yüzyılın sonlarından beri, gazetecilik ve medya üzerine araştırmalar yapan akademisyenler de, gittikçe artan oranda, medyanın artık doğruyu söyleme işlevini yerine getiremez olduğunu söylüyorlar. İyi ve doğru bilgilendirilmiş, eleştirel bir vatandaşlığın yaratılması işlevini medya yerine “bağımsız ve dinamik bir akademinin” üstlenmesi gerektiğini savunanlar var.

Bunlardan biri olan İngiliz iletişim Bilimci Golding şunları yazıyor; “Medya mesleği ideolojilerinin, bu işin kamunun bilgi gereksinimini karşıladığı iddialarının aksine, araştırma bulgularının toplamı, medyanın, vatandaşların vatandaşlık görevini yerine getirebilmelerine yeterli bir temel sunmadığını gösteriyor. Popüler basın eğlence sektörüne iyice entegre oldu ve kamu yayıncılığı da, hem biçim hem de amaçları itibariyle, iyice yaralanmış durumda. Yeni teknolojiler bir “bilgi toplumu” yaratmaktan çok, zengin ve yoksullar arasındaki uçurumun derinleştiği bir medya toplumunu besliyor. Bu başarısızlıklar, tarihe tanıklık etmek açısından, eleştirel toplumsal araştırmalara daha büyük sorumluluklar yüklüyor. Ancak bunu başarmamız hem akademi içinde, hem de akademi dışında bağımsız araştırmaya yönelik tehditleri savuşturmamıza bağlı”

Enformasyon Bir Meta Değildir

Enformasyonun temel bir hak olarak görülmesi düşüncesinden, onun bir meta olarak kabul edilmemesi ya da ele alınmaması gerektiği çıkarsanabilir. Eğer enformasyon temel bir hak olarak kabul edilmezse, pazarın yasalarına tabii olan ve medya sahiplerinin, editörlerin, gazetecilerin özel çıkarları doğrultusunda zorla kabul ettirilen bir meta haline dönüşür.

Enformasyon Ve Etik

Medyadaki enformasyon bir monoloğa indirgenmiştir: yüz yüze konuşma durumunun aksine, medyada alıcının yanıt verme ya da farklı görüşte olduğunu açıklama fırsatı yoktur. İnandırmak etimolojik olarak tartışma sırasında karşı tarafın bakış açısını değiştirerek desteğini almayı ifade eder. Yani, tartışmada üstünlük sağlanabilmesi için bir başka kişinin katılımı gereklidir. İkna etme ise, diyaloğa dayanmayan daha güçlü ve tek yönlü bir süreçtir. Alıcı diyalogda etkin taraf iken, iknada edilgin bir rol üstlenir. Medya, özellikle de görsel medya aracılığıyla aldığımız enformasyonu tehdit eden şey, iknanın bu özelliğidir. Öyleyse tüm medya yayıncılarının ve gazetecilerinin karşı karşıya kaldığı ahlaki eylem şudur; ya her türlü yolu kullanarak izleyicileri ve dinleyicileri belirli bir kanalı izlemeye veya gazeteyi okumaya ikna etmek ya da doğru ve tarafsız enformasyonla ve etik kanılarla onları inandırmak. Ahlak, enformasyon ve iletişimin kökeninde yer almaktadır. Bir toplumun ahlakı, büyük çapta enformasyonun elde edilme tarzına dayanmaktadır.kitle iletişim araçları sadece insanların bilgisini genişleten ve zenginleştiren enformasyonu aktarmamakta, aynı zamanda belirli bir görüşü ortaya koymaktadırlar. Buradaki sorun, gerçekliğe ilişkin bilgilerin tam olarak medya tarafından sağlanmasından dolayı, enformasyon sürecinde gerçeklikten herhangi bir sapma olduğunda, çoğu kez bu sapmanın yurttaşlar tarafından düzeltilememesidir. Bu nedenle, medyanın çok büyük ahlaki sorumluluğu söz konusudur.

Kitle iletişim araçları en geniş izleyici kitlesini kendilerine çekme tasası içindedir. İzleyici kitlelerinin büyüklüğü kitle iletişim araçlarının reklam gelirlerini arttırmaktadır. Buradaki risk, izleyici (okur/dinleyici vb) kavramıyla müşteri kavramının karıştırılmasıdır. Örneğin, okuyucuların, dinleyicilerin yada izleyicilerin sayısı sık sık Pazar payı olarak dile getirilir. Enformasyon ve iletişimin, aktarılan yanlı imgeler seline direnememe tehlikesi burada yatmaktadır. Gazeteciler en sansasyonel başlıklar için yarışmakta ve televizyon izleyicileri üzerinde doğrudan duygusal etki yaratmak amacıyla düzenlenen en çarpıcı görüntüleri gösteren bir gösteri aracı haline gelmektedir. Biz, imgenin göz kamaştıran büyüsü altında doğruluk ve geçerliliği hoş ve çekici olanla karıştırma riskiyle karşı karşıyayız. Bu bağlamda enformasyon ve iletişim bir imgeler dizisine indirgenebilir. Gazetelerin haber başlıklarının diline ve fotoğraflara öylesine alıştık ki, bu dil ve sözcükler görsel imgelerle desteklemediklerinde güçlerini yitirmektedirler. İmge özden çok daha önemli hale geldi.
kaynakça:Manuel Nunez Encabo, Gazetecilik Etiği Ve demokrasi, Derleyen; Süleyman irvan, Medya Kültür Siyaset, Bilim Sanat Yayınları, Ankara, 1997

Gazetecilik Etiği

Gazetecinin haber kaynağı ile olan ilişkisi, haberi nasıl, ne pahasına ve niçin ürettiği, etik değerler açısından büyük önem taşımaktadır.
Gazetecilikte etik denince akla gelen ilk dört şey adil, gerçek, objektif ve doğru olmaktadır. Etik meziyetler ise, “dürüst”, “hassas”, doğru sözlü” gibi tipik meziyetlerdir.
Etik değerin tartışılabileceği bir platform araştırmacı gazeteciliktir. Araştırmacı gazetecilikte dürüstlük konusu, dürüstlüğün gazetecilerden neleri yapmalarını gerektirdiği, neleri yapmalarına izin verdiği sorularını kapsar.

Magazin ve sansasyonel habercilik, gizli habercilik ve sorumluluktan yoksun olan habercilik, araştırmacı gazetecilik ile bağdaşmamaktadır.

Gazetecilik Etiği, haklar ve sorumluluklar çerçevesinde gerçekleşebilir.bu bağlamda önemli olan sınırın nasıl ve kimin tarafından saptanacağıdır.

Bunların yanı sıra, satış savaşı ne kadar şiddetli olursa, editörler üzerindeki ticari baskı da o kadar artacak; gerçeklik ve etik açıdan gazetecilik standartları zarar görecektir.

John O’Neill, Piyasada gazetecilik Yapmak, De. Andrew Belsey Ve Rud Chatwick, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Çev. Nurçay Türkoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1994

Basında Ahlaki Açıdan Yapılan Hatalar

Haber ve haberci kimlikleri arka planda kalmaktadır. Gazeteciler acil haber sunmakla yükümlü birer eleman niteliğine bürünmüşlerdir.

Gazete üst yönetimlerinde görülen çok yüksek ücretlerin yanı sıra, gazetecinin omurgasını yada alt yapısını oluşturan haber biriminde çalışanların ücretleri genellikle düşük kaldı. Böylece muhabirlerin, haber kaynaklarına karşı etkinliği ve saygınlığı da aşınmaya uğratıldı. Düşük ücretli, deneyimsiz stajyer muhabirlerin muhabir gibi çalıştırılmaya kalkışılması da bu aşınmayı arttırdı.

Gazetecilik, Pazar ve kar motiflerinin peşine düşmüştür. Haber “mal”, okur-izleyici “müşteri”, gazeteci “bant işçisi” olmuştur. Francis Balle’nin “çifte aidiyet” dediği kavramda, bir tarafta, mesleki kural ve ilkeler vardır., öteki tarafta da, bir yere bağımlılık, teslimiyet, sadakat “çifte aidiyet” her zaman çifte “sadakatsizlik riski” de taşır.

Tekelleşme, gazetecinin temel görevi olan objektif bilgiyi taşıma ve aktarma işlevini bozar. Dürüst ve doğru haber veren araştırmacı gazeteciler tekelci basında kendilerine yer bulamazlar.

İşten atılma ve iş bulamama korkusu, basın emekçisinin, patronların meslek ahlakıyla bağdaşmayan tavırlarına ve baskılarına karşı çıkmalarına engel olmaktadır. Basın sektöründe emek sömürüsü had safhadadır. Kaçak işçilik; basın emekçilerini uzun yıllar sigortasız ve sözleşmesiz olarak çalıştırmaktadır. Üç alık staj süresi, basın-yayın organları tarafından sömürü aracı olarak değerlendirilmekte ve bu süre kimi zaman dört ya da beş yıla ulaşılmaktadır. Bu ortam, basın emekçilerini adeta köle durumuna sokmaktadır.

kaynak.Tuncay Özkan, Medya Nereye?, Yeni Türkiye 11, Medya Özel Sayı
Nail Güreli, Basında Sorumluluğun çeşitli Boyutları, Yeni Türkiye 11, Medya Özel Sayı 1,

der:kenan evren duman

Basın Ahlakı

Basının devlete karşı özgürlüğünü savunabilecek, toplum önünde basının saygınlığını koruyabilecek bir kuruma ihtiyacı vardır. Bu da basın ahlak yasalarının hazırlanması ve özdenetim kurumlarının ABD’de gazetecilerin oluşturulmasıyla mümkün olabilir. Los Angeles Tımes yazarlarından David Show, gazetecilerin herkesten daha çok ahlaklı olmak zorunda olduklarını yazar; çünkü yalancı bir politikacının foyalarını ortaya çıkardıktan sonra gazetecinin yalan söylemesi büyük bir çelişki olacaktır. Ahlak tartışmalarından olabildiğince uzak kalabilmek için kabul edilen iki vazgeçilmez kural vardır: doğruluk ve hakkaniyet.

Bir gazeteci haber izlerken gerek zaman baskısı altında, gerekse atlatılmak korkusuyla yanlış yapabilir. Associated Press’te kabul edilmiş bir formül, “Haberi önce al, fakat önceden doğru ol” der. Doğru kuralıyla bir başka sorun, okuyucuların beklentileridir. Olan bir şeyi okuyucusuna ileten gazeteci zaman baskısı altında her zaman o haberin arkasındaki gerçeği yakalamayabilir. Ne olursa olsun, haber kovalarken ve yazarken gazeteci, tarafsız olmalı. Hakkaniyet kuralı da bundan gelmektedir.

Harvard Üniversitesi Niemon burslarının yirminci yıldönümü nedeniyle yapılan bir konuşmada vicdan geleneği şöyle açıklanmaktadır: Haber, dünyada olup bitenlerin kronolojik bir sıra içinde fakat ahlak ölçülerinden geçirildikten sonra yayınlamış şeklidir.

“Haber eşittir para”, basın anlayışı varolduğu sürece, basın ahlakından sözetmek imkansızdır. Basında sansasyonel habercilik, tiraj, promosyon ve reklam savaşları habercilik anlayışını metalaştırdı. medya bir silah olarak kullanılıyor. Oysa medya amaç değil, bir araç olarak kullanılmalı. Sözü edilen sorunları çözmek için , “etik raporu” oluşturulabilir. “Etik raporu”, istihdam ve transfer gibi durumlarda göz önünde bulundurulmalı. “etik raporu”, süzgeç işlevi yaparak, ahlaki gazeteciler için geçiş hakkı sağlayarak, ahlaksız olanları da devre dışı bırakacak. Basın ahlakı özetle, gazetecinin kendi ahlakına bağlıdır
kaynak:Vedat Demir, Türkiye’de Medya ve özdenetim

derleyen:kenan evren duman

Editoryal Bağımsızlık

Gazetelerin yada medya kuruluşlarının siyasal iktidara, her türlü güç odağına ve kendi sahibinin çıkarlarına karşı gazeteciliğin temel ilkeleri,etik değerleri ve kamusal hizmet anlayışı gereği haber ve yayın politikası açısından bağımsız olması önemli bir ilkedir.

Editoryal bağımsızlık, sadece yazı işleri kadrosunun değil bizahati muhabirin de yazı ilerine karşı habercilik ilkeleri çerçevesinde bağımsız olmasını, haberine karışılması durumunda söz sahibi olmasını da gerektirir. Gazeteciliğin bir meslek olarak ve haberlerin işlenişi açısından dikey olmaktan ziyade yatay ilişkilere olanak tanıması okur, muhabir ve yazı işleri kadrosu arasında demokratik bir ilişki kurulması zeminini de sağlamaktadır.böyle bir ilişki aslında Editoryal bağımsızlığında güvencesi sayılabilir.

Bir medya patronunun yatırım yaptığı medya kuruluşunu kar getirecek bir işletme olarak görmesi bu sistemin mantığı içinde son derece doğaldır. Ancak bir medya kuruluşunun kar uğruna gazetecilik mesleğinin ilkelerine ters işler yapması, bir hastanenin daha fazla para için sağlık yerine hastalık dağıtmasıyla kıyaslanabilir. Bu nedenle halkın doğru bilgilendirilmesi ve demokrasinin daha iyi işleyebilmesi için Editoryal bağımsızlık, gazeteciler için yaşamsal bir kurumdur. Bu kurumun oluşması yada başka bir anlatımla bu kavramın yerleşmesi için gazetecilerin öncelikle medya sahipleri karşısında özerk bir konumda olmaları gerekmektedir.

Gazetecilik tarihi aslında bir editör bağımsızlığı tarihidir. Gerek siyasal iktidarların, gerekse gazete sahiplerinin baskıları karşısında gazetecilik ilkelerinden taviz vermeyen editörlerin istifaları, bu tarihin örnekleri arasında yer alır. Ancak günümüzde, editöryal bağımsızlık uğruna istifa eden gazeteci son derece az görülmektedir.

1995 yılında Türkiye’nin büyük gazetelerinden birinin genel yayın yönetmeninin söylediği şu sözler, editöryal bağımsızlık açısından çok ilginçtir; “Sabah Gazetesi, para kazanmak için vardır. Sabah gazetesi, Türk halkını aydınlatmak için var değildir…. Piyasa ya sahte manşet, sahte sayfalarla çıktık…. Biz önümüze gelenle oynarız. Bu iş bir oyundur. Bu, işin mastürbasyonudur.” Öte yandan rakip durumundaki Hürriyet Gazetesinin genel yayın yönetmeninin haksız rekabet yarattığı gerekçesiyle sendikanın gazeteden kovulmasını onaylaması da bu çerçevede diğer ilginç bir örneği oluşturmaktadır.

Her iki örnekte de, genel yayın yönetmenlerinin, editörlerin, gazeteciliğin temel ilkelerine değil patron çıkarlarına göre hareket etmesi, hatta “bir gazete yöneticisinden çok bir özel mülk kahyası gibi konuşması” ülkemizde editöryal bağımsızlığın ne hale geldiğini göstermesi açısından dikkat çekici somut bir olguyu işaret etmektedir.

Türkiye’de büyük medya kuruluşları “bu gazetede işçi haberi görmek istemiyorum” diyen genel yayın yönetmenlerini bünyesinde bulundurmaktadır. Bu durum sadece Türkiye’ye özgü değildir. İngiltere’de Basın Kraliyet Komisyonun 1991 yılında yayınlanan bir raporunda 20.yüzyılın büyük bir bölümünde işçi hareketi ile ilgili haber ve yorumların sağcı muhalifleriyle kıyaslandığında çok az gazete desteğine sahip olduğu ve genelde işçi eylemlerinin olumsuz biçimde yansıtıldığı ortaya konuştur.

kenan evren duman
kaynaklar:

L. Doğan Tılıç, Utanıyorum Ama Gazeteciyim
Edibe Sözen, Kertenkele Mantığı,
T.G.S., 1998-2001 Yönetim Kurulu Çalışma Raporu,

Medya Ve Demokrasi

Habermas’a göre, medya kurumları kamusal alanın bir parçasıdır. Kamusal alanda, hem devletten hem de Pazar ilişkilerinden özerk olduğu için ne devlet tarafından kontrol edilmeli, ne de pazarın azami kar ilkesine göre çalışılmalıdır.

Medya kuruluşları kamusal alanın kurumları olarak gerek seçim zamanlarında gerekse diğer süreçlerde vatandaşların doğru tercih yapmasını sağlamak amacıyla bağımsız tartışma platformu işlevi görülmelidir.Bu işlevi yürütürken bir yandan kamuoyunu sağlıklı oluşmasına katkı sağlar, diğer yandan da vatandaşların görüşlerini yansıtarak hükümetlerin işleyişine yön verirler.

Gazetecilerde doğru bilgilendirilmiş ve eleştirel olabilen vatandaşların yaratılmasına olanak sağlayarak demokrasinin güçlenip genişlemesine katkı sağlar. Bunun yapılması, gazetecilik görevini yerine getirilmemesi anlamına gelir.
Demokrasinin özü katılım ise, bu kamusal bir süreci de gerekli kılar. Kamusal iletişim, demokrasi ve iletişim ilişkisini açıklar. Bu ilişki, birçok meseleye çözüm bulur ve demokrasinin işlerliği de bu sürece bağlıdır. Zira demokrasinin üretildiği ve ortaya çıktığı alan elbette kamusal alandır. Bireyler de, bu alanda medyaları kendi meseleleri gibi görmedikçe vatandaşların demokrasisinden değil ancak, medya demokrasisinden söz edilebilir.

Türkiye Gazeteciler Sendikasının 1998-2001 yılı yönetim kurulu çalışma raporunda medya mülkiyetinin, özünde kamusal bir emanetin kullanılması olarak yorumlanmaktadır.

Rapora göre, kitle iletişim alanında özel mülkiyet mutlak bir hak değil tevdi edilmiş (verilmiş) bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalığı 8yitirmeden) kullanmak isteyenler mutlaka kamusal çıkarlar doğrultusunda kalmalı ve bir kamu hizmeti yerine getirilmelidir.kısacası, kitle iletişim kuruluşunun topluma karşı sorumluluğu kar elde etme dair her şeyden öncelikli bir kaygı olmalıdır.
Gazeteciliğin yerine getirilmesi, sadece gazetecinin özgürlüğünün kısıtlanması anlamını taşımaz, aynı zamanda doğru bilgilendirilmeyence eleştirel yaklaşıma sahip olmayan vatandaşları ifade özgürlüğünde engellenmesi demektir. ne suretle olursa olsun, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, demokrasinin de bir parça kırpılması anlamına gelir.

Basın yada geniş tanımıyla medya, hem teorik düzeyde hem de işlevsel olarak düşünce özgürlüğüne zemin hazırlayacak önemli bir platform olarak öngörülmektedir. Medya ve demokrasi kavramına ilişkin yapılan bu tanımlar,özellikle 1980 sonrasında sektördeki tekelleşme sonucunda zafiyete uğramıştır..emek kesimine ilişkin haberler her geçen gün azalırken, bunların yerini borsa ve finans haberleri almıştır.

kenan evren duman

Medya Kurumu Ve Gazetecilerin Özgürlüğü

Gazete de hazırlanacak haber esas itibariyle o kurumun yayın politikası ile doğrudan ilgilidir. Basın çalışmalarında, bu politikanın ve çalıştıkları medya kurumunun siyasi ve ideolojik çizgisinden haberli bulunmaktadır.genelde bu çerçeveye uygun olarak haberler üretilir. Çoğu kez de medyanın, genel yayın yönetmeninin, yazı işleri kadrosunun ya da medya örgütü ile başka çıkar ilişkileri olan kişilerin önerileriyle haber konuları belirlenip muhabir görevlendirilir.

Gündemle ilgili aşağıdan, yani muhabirden ya da servis şefinden gelecek haber önerileri,yazı işleri toplantısında değerlendirilip medya kuruluşunun politikasına uygun düşmesi halinde yayınlanmasına olanak tanır. Veyahut yayın politikasına çok aykırı düşmemesi ve küçük kullanılması koşulu ile kimi güncel toplumsal içerikli haberler de yaptırılabilir.

Pek çok gazeteci, çalıştığı medya organının haber anlayışı ve yayın politikasından haberli olduğu için genelde bu çerçevenin dışına çıkmak istemez. Bununla birlikte bir doğruyu söyleme mesleği olan gazeteciliğin temel ilkeleri etik değerlere sahip ve araştırmacı gazetecilik anlayışı benimsenmeyen basın mensupları bu çevreyi zorlayarak muhalif ve eleştirilen bir yaklaşımla haber yapabilmek potansiyel olarak mümkündür. Özellikle belirli konularda uzmanlaşmış gazeteciler, haberlerini oluştururken bunun olanaklarını kullanabilir. Uzman gazetecilik sınırları yayın politikası ile belirlenmiş de olsa belirli bir haber yapma özgürlüğünü ve iş güvencesini sağlayabilir.

Uzman gazetecilerin yada kimi deneyimli ve kıdemli muhabirlerin sınırlı bir özgürlük alanı bulunmakla birlikte genelde medya çalışanları bulundukları kurumun yayın politikasını ve haber anlayışını içselleştirmektedir. Hatta haberlerinde hiçbir direktif dahi almadan, çevreye uygun oto sansür de uygularlar. Günümüzde medya çalışanlarının büyük çoğunluğunun bu oto sansür zihniyeti ile hareket etmesi gazetelerin temel ilkeleri, kamusal görev oluşu ve demokrasinin gelişimine olan katkısı açısındasın çok ciddi bir şeklide düşünülmesi gereken bir konudur.

Kaldı ki, magazinsel habercilik anlayışının geliştiği medya kuruluşlarında uzman gazeteciler de, onların getirdikleri haberlere de artık fazla bir ihtiyaç duyulmamaktadır. Zaten önemli haber dosyaları o madde kuruluşuna başka özel kanallardan da gelebilmektedir. Uzman gazeteciler, medya kuruluşlarının genel politikası veya çıkarları il ters düştüğünde ya hiç haberleri kullanılmamakta yada kapının önüne konulmaktadır.

Öte yandan bir medya tekeli içinde olmayıp daha küçük ölçekli kuruluşlarda çalışan gazeteciler açısından özgürlük kavramı daha rahat kullanılabilen bir kavram olmaktadır. Ayrıca gazetecilerin Yunanistan’da olduğu gibi sadece bulunduğu kuruma bağlı olmayıp medya kuruluşlarında veya değişik ek işlerinde çalışabilmeleri, özgürlük sınırlarını genişletmektedir.

kenan evren duman

kaynak.Tılıç, Medyayı anlamak

Haber üretimi ile egemen ideoloji arasında yakın ilişki

Haber üretimi ile egemen ideoloji arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Haber üretim süreci, aslında toplumdaki egemen sınıfın hakim ideolojisinin ve bu anlamdaki ilişkilerin yeniden üretilmesine katkı sağlamaktadır.

Gazetelerin manşetlerinden, televizyonların haberlerinden gerek mevcut sistemin ideolojik düzeyde korunması, sürdürülmesi kavranabileceği kimi zaman doğrudan doğruya medya patronunun özel çıkarları için de böyle bir yayının yapıldığı gözlemlenebilir. Haberin işleniş biçim, olayın tarihsel, toplumsal ve sosyolojik koşullarından koparılarak kişiselleştirme yoluyla ideolojik yanıltmaya da yol açabilmektedir.

Bu genel çerçevenin dışında tek egemen ideolojiye karşı mücadele eden basın organları da söz konusudur .egemen ideolojinin, dolayısıyla hakim sistemim yeniden üretilmesine katkıda bulunan büyük medya kuruluşları karşısında sol diye tanımlanabilen gazeteler, basın-yayın organları da bulunmaktadır.

Gerçeklerin ortaya çıkmasında bu tür yayın organlarının önemli işlileri olmuştur.kimi zaman egemen ideolojiyi benimseyen medya kuruluşlarında da editör yal bağımsızlığı savunan gazetecilerin araştırmacı gazetecilik ilkeleri çerçevesinde sınırlı da olsa sisteme muhalif haberler yaptığı gözlemlemektedir.

Ancak toplumun genel etkilenme düzeyi açısından dağıtım vb. sorunlar yaşayan sol nitelikli basın organlarını ve büyük medya kuruluşlarındaki seslerin yeterince etkili olduğunu söylemek pek mümkün gözükmemektedir.

Öte yandan haber sürecinin oluşumunda, hiyerarşik düzeyde alt-üst ilişkisi biçiminde yapılmıştır. Genel yayın yönetmeninden başlayarak yazı işleri kadrosu ve muhabire kadar uzanan yapı, içinde kimi zaman yatay ilişkileri barındırmakla birlikte hiyerarşik ve bürokratik bir yapıdır. Bu yapıda, hem toplumsal sistemin ideolojisi,hem medya patronun çıkarları, hem de yönetim kademesinin görüşü egemendir.günümüzde gazeteciliğin büyük ölçüde hakim değer ve düşüncelerin yeniden üretilmesine hizmet ettiğini ifade etmek mümkündür.

Ünlü iletişim kuramcısı Oneil’ın belirttiği gibi Pazar koşullarında gazetecilik pazarın içerdiği iddia edilen çeşitlilikle çok seslilikle bağdaşmaz:düşünce çeşitliliğini, özendirmek bir yana, Pazar üreticiyi izleyicilerin önceden varolan değer ve inançlarına uygun haberler yapmaya zorlar. Sonuçta ortaya çıkan haber de, piyasanın talebine uygun bir şekilde yüzeysel ve sansasyonel olmak durumunda kalır.

Bu konudaki kimi teorik yaklaşımlar, medyanın gerçek ekonomik ve siyasal durumu maskelemeye yönelik bir manipülasyon yaptığını iddia ettiği gibi medya sahiplerinin çıkarlarını toplumda “yanlış bilinç yaratma yoluyla meşrulaştırmayı” da amaçladığını öne sürmektedir.

Medya araçlarının diğer bir işlevi de, tüketimin gereğinden fazla özendirilmesidir. Bu kitle iletişim araçlarına sahip olanlar öncelikle kendi ürünlerinin pazarlanması ve üretilmesi için çaba harcarlar genel çevrede de tüketimin benimsetilmesi yoluyla sistemin ekonomik düzeyde yeniden üretilmesine katkı sağlar.

kenan evren duman

İnternet Gazeteciliği

20. yüzyılda kitle iletişiminde bilgisayarın gelmesi ile İnternet gazeteciliği kavramını yaratmıştır. Elektronik ve bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerin sonucu ortaya çıkan her yeni makine insan yaşamını nasıl derinden etkilediyse, İnternet de medya dünyasında da derin değişimlere yol açmıştır.

Internet’in gelişmesiyle farklı bilgilere ulaşma olanağı sağlayan sitelere ulaşma şansı meydana gelmiştir. Büyük medya şirketlerinin oluşmasıyla haber yayımı, program akışları, medya kuruluşu ve personelin tanıtımı, gazetecilere İnternet yoluyla erişim olanakları ve bağlantılarının sunulduğu sanal haber merkezleri oluşmaya başlamış ve bu yönde olumlu gelişmeler sağlanmıştır.

İnternet Gazeteciliğinde bilgisayar ağları kullanarak hedef kitlelere gazete ulaştırılmaktadır. İnternet ile ortaya çıkan okuyuculara haber iletme olanaklarına hem geleneksel yöntemlerle yayın yapan gazeteler, hem de haber ajansları hızla uyum gösterdiler. ABD ve dünyanın bir çok ülkesindeki büyük tirajlı gazeteler, aynı zamanda İnternet ortamında yayınlanmaktadır.

İnternet klasik gazeteler için mükemmel bir unsur olmaktadır. Bilgisayar teknolojileri sayesinde var olan haber endüstrisinin ürünlerine gerçek zamanlı olarak erişmek mümkündür. Çok büyük ölçekli haberlere, arşivler, haritalara, video ve ses kayıtlarına veya haberi destekleyici malzemelere İnternet sayesinde ulaşmak mümkündür.

İnternet kullanımı ve bunun yaygınlaşması, basında yeni bir alan yaratmıştır. Sermayenin “özgürce” sürekli yer değiştirdiği ve yerel tehdit altında kaldığı küreselleşme süreci, kuşkusuz “sınırsız” iletişimin yeni mecrası olan interneti de etkilemiştir. Gazeteyle başlayan, radyo ve televizyonla sınırları aşan kitle haberciliği, internetle inanılmaz bir ivme kazanmıştır. Zaman, kapsam ve hız sınırı bulunmayan İnternet, klasik mecralardan daha yakıcı bir şekilde evrensel kültürün yaygınlaşmasına olanak sağlamaktadır.

Türkiye’deki İnternet gazeteciliğinin kısa zaman içinde hızla yaygınlaşmasının bize özgü bir nedeni de vardır. O da ülkemizde yaşanan ekonomik krizin medya sektörünü de etkilemesi ve bunun sonucu olarak birçok gazetecinin işsiz kalmasıdır. Bu durumdaki gazeteciler, fazla bir yatırım gerektirmeyen İnternet gazeteciliğini, mesleki deneyimlerini yansıtabilmek bakımından, kendi sınırlı olanakları ile seslerini duyurabilecekleri yeni bir alan olarak görmüşlerdir.

kenan evren duman

Medyanın İdeolojik İşlevi

Medya incelenirken kitle iletişim araçlarının ideolojik işlevi üzerinde de durmak gerekir. Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi adlı yapıtında, üretim araçlarına sahip olan sınıfın çağın düşüncelerinin üretim ve dağıtım araçlarını da sahip olduğu belirtilir. Bu yaklaşım, maddi üretim araçlarına sahip olan sınıfın medya da dahil olmak üzere toplumun kültürel ve düşünsel alanın dada egemen bir konumda olduğu anlamını taşır. Diğer bir deyişle toplumda egemen olan sınıf kendi egemenliğini ideolojik düzeyde düşündürmek için medya araçlarını kullanır. Egemen sınıfın fikirleri, dönemin egemen fikirleri haline gelir.

Fransız filozof Althusser tarafından da devletin ideolojik aygıtları arasında da sayılan medya, kendi sahiplerinin düşüncelerini de topluma benimsetmek ister. Althusser’e göre, bütün ideolojik formlar, mevcut sistemin(kapitalizmin) yeniden üretilmesine hizmet eder ve bu süreç toplumsal ilişkilerin de sisteme uygun tarzda üretilmesine katkı sağlar.
Gramsci’nin kullandığı hegemonya kavramı da, egemen sınıfın sadece siyasal ve ekonomik kontrolünü değil, aynı zamanda ideolojik düzeyde de kendi dünya görüşünü topluma benimsetme anlamını taşımaktadır. Bu hegomonik ilişkide toplumun daha doğrusu alt sınıfların rızası da aranmaktadır. Üst sınıfların çıkarlarını yansıtan bir ideolojinin toplumda hakim ya da hegomonik olabilmesi için alt sınıfların da buna rıza göstermesi gerekmektedir.

Hakim sınıfın egemenliğini düşünsel ve kültürel alanda da sürdürmesini amaçlayan bu süreç, alt sınıflara bir baskı sonucu değil bu değer ve davranışları kendi rızaları ile benimsemelerinin sağlanması ile söz konusu olur. Medyanın rolü ve önemi de, tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Medya, hakim sınıfın çıkarlarına hizmet eden yorumların yeniden üretilmesine yaramakla birlikte aynı zamanda bu rızanın kazanıldığı yada kaybedildiği bir ideolojik mücadele alanı olmaktadır. Gramsci’ye göre kitle iletişim araçları, bu çevrede birer ideolojik mücadele unsurlarıdır.

Medya, işçi-işveren ilişkilerindeki çatışmalı durumlarda, grev ve benzeri olaylarda hakim olan sınıfın çıkarları doğrultusunda yayın yapar, kitleleri etkiler, grevin olumsuzlukları üzerinde durabilir. Yine medya toplumun yaşadığı sorunlardan uzaklaşması için eğlence kültürünün yaygınlaşmasında etkili olur, “televole” kültürü dediğimiz yozlaşmaya, ahlaki değerlerin tahribatına da yol açabilir.

kenan evren duman
kaynakça:
Karl Marx-Friederich Engels, Alman İdeolojisi, çev. Sevim Belli, 3. Baskı, Ankara, Sol Yayınları, 1992
L. Doğan Tılıç, Utanıyorum Ama Gazeteciyim, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998

Radyo nedir? Radyo tarihi

Radyo Fransızca Radio ve İngilizce Radio sözcükleri ile adlandırılmaktadır. Radyo kelimesi Latince “radius” sözcüğünden gelme olup “ışıma” anlamındadır.

Radyo yayını ise, elektro manyetik dalgalar aracılığıyla ile seslerin iletilmesidir. Radyonun tarihsel gelişimi 1920’lerde başlar. Sürekli ilk radyo vericisi 2 Kasım 1920’de A.B.D.’de çalışmaya başlamıştır. Pittsburg’da KDKA adlı bir istasyonda seçim haberleri ile başlayan bu yayını 500-2000 arasında değişen dinleyici izlemiştir.

Düzenli yayınlar diğer ülkelerde ise; İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliğinde 1922’de, Almanya’da 1923te başlatılmış.Radyo ses bandındaki gelişmeler daha net bir ses alınmasını sağlayan FM bandını 1935’lerde bulunuşu, 1955’lerde stereo yayınlarının özellikle müzik yayınlarında kullanışı, radyonun gelişmesinde başlıca adımlar olarak radyo yayınlarının hızla gelişmesine ve çoğalmasına yol açmıştır. Türkiye’de radyoculuk 1927 yılında düzeni olarak başlamıştır. Radyo yayınları devlet politikası ile paralel olarak götürülmüştür.

1990 sonrası dönemde bir çok özel radyo kurulmuş ve çok geçmeden Türkiye’de bir çok yer yüzlerce radyo istasyonu ile doldu. 1993 yılında anayasanın 133. maddesi değiştirilerek “radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbesttir. Devletçe kamu tüzel kişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzel kişilerden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.”

10 Temmuz 1993 tarihli resmi gazetede yer alan bu değişimle özel radyo sayısı hızla arttı. Yapılan tahsislerle, son dönemde 1200’e yakın radyo istasyonu yerel; bölgesel ve ulusal çapta yayın yapmaktadır.

kenan evren duman

Televizyon nedir? Televizyon tarihi

Televizyon sözcüğü “uzak” anlamındaki Yunanca tele ve görme anlamındaki Latince visio sözcüklerinden gelmektedir. Buna göre, televizyonun sözcük anlamı “uzaktakini görmedir.

Televizyon yayını ses ve görüntünün elektromanyetik dalgalarla bir yayın biriminden verici antenine, buradan da alıcı cihaz olan televizyona iletilmesi işlevidir.

Televizyon ile ilgili olarak ilk buluş İrlandalı bir telgrafçı olan Andrev May tarafından 1873 yılında yapılmıştır.

May’dan on yıl sonra Alman bilim adamı Paul Mipkov, bir resim dönerken tarayabilen “döner disk” adlı aracı geliştirdi.

Bu buluşlara eklenen gelişmelerin ardından ilk düzenli televizyon yayını 1936da İngiltere’de başlamıştır.

Londra’da Alexandra Palacede kurulan televizyon stüdyosundan yapılan bu ilk yayın büyük ilgi uyandırdı.

İngiltere’den sonra düzenli televizyon yayınlarını başlatan ikinci ülke 1939 da Amerika Birleşik Devletleri ve Üçüncü ülke 1939 da Sovyetler Birliği olmuştur. Türkiye’de ise ilk düzenli televizyon yayını 31 Ocak 1968 yılında başlamıştır.

İlk düzenli yayının İngiltere’de başlamasından itibaren televizyonun tarihsel gelişimi dört aşamada incelenebilir.
Birinci devre 1936-1945 deneme ya da başlangıç devresi
Bu devrede televizyon birkaç ülkede, örneğin İngiltere ve Amerika Birleşik Devletlerinde yayına geçebilmiş, 2. Dünya Savaşı ise bu gelişmeyi önlemiştir.

İkinci devrede 1945-1960 gelişme ya da olgunluk devresi
Televizyonun hemen hemen tüm dünyada yayılmaya, benimsenmeye başlandığı dönem.

Üçüncü devre 1960- 1980 altın çağ devresi
Bu devre televizyonun teknik olarak gelişmesinde önemli adımlar atılmış, renkli televizyon yayınları başlamış, yayın türleri artmış, radyo linkleri ile tüm ülkeyi televizyon yayınları kapsamıştır.

Dördüncü devre 1980 sonrası Uydu çağı, iletişim teknolojisindeki gelişim sonucu, uydu yolu iletişimde bulunulması, televizyon yayınlarının da bu yolla yapılmasına olanak sağlamış, sınır ötesi yayınlar başlamıştır.

1968 de Ankara’da küçük bir stüdyoda başlayan yayınlar 1972’den itibaren tüm Türkiye’ye yayılmaya başlanmıştır.

Türkiye’de televizyon yayınları 1980 sonrasında ülke nüfusunun yüzde 91’ine, alan olarak yüzde 80’nine ulaştırılmıştır.

1956 yılından itibaren Amerikanın öncülüğünde renkli televizyon yayınları başlamıştır. NTSC yayın sistemi olarak adlandırılan bu sistemden sonra Fransızlar 1958 yılında SECAM’I, 1963 yılında da Almanlar PAL sistemini keşfetmiş ve kullanmaya başlanmıştır.

1982-83 yılları arasında deneme yayını yapan TRT, 1 Temmuz 1984 tarihinde tüm olarak renkli televizyon yayınına geçmiştir. Kablolu televizyon yayınını da, 26 Aralık 1988 tarihinde PTT tarafından ilk kez Ankara’da gerçekleştirildi.

TV1in ardından 1986 da ikinci kanal yayını TV2 başlamıştır. Sonrasında 1989 da TV3 ve TV GAP, 1990 da TRT INT ve TV4 yayına başlamıştır.

Televizyon yayıncılığında 1990’lara kadar TRT tekeli devam etmiştir. Turgut Özal’ın Başbakan olması sonrası ülkede esen değişim rüzgarında Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal ile Rumeli Holding tarafından Almanya’da kurulan Magıc Box şirketi ile Magıc Box Star 1 Kanalı kuruldu.
Magıc Box Star 1 den sonra sırasıyla 1992 de Teleon, Show TV, Kanal 6 HBB ve Flash TV kuruldu.1993’te yayın hayatına başlayan Sabah grubunun ATV’si Amerikan televizyonları yayın akışını temel alan yayınlar yapmaya başladı.

1993 yılının Aralık ayında Milliyet grubu ile Doğuş grubu ortak kanalı Kanal D ekranlara yerleşmiştir. 22 Nisan 1993te İhlas Holding TGRT, Zaman Gazetesinin grubu da Samanyolu TV’yi kurdular.

Bu oluşumla birlikte Türkiye ilk şifreli ve paralı televizyon kanalı Cine 5’ler Mart 1993’te tanıştı. İşadamı ve Siyasetçi Cavit Çağlar 1996 yılında NTV’ yi Türkiye’nin ilk haber kanalı olarak kurdu. NTV, 12 Aralık 1998’de el değiştirerek Doğuş Holdinge geçti.

CNN Internatıonal ve Doğan Holding 1999 yılında NTV ye karşı CNN Türk televizyonu yayın hayatına başladı. Son dönemde SKY Türk, CNBC-e ve Habertürk televizyonları kuruldu.

kenan evren duman
kaynakça:Aziz Aysel , Elektronik Yayıncılıkta Temel Bilgiler,

Türkiye’de Gazetecilik- Türkiye gazetecilik tarihi

Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul’a ilk basımevi İspanya’dan göçe zorlanıp Osmanlığa sığınan Yahudiler tarafından getirildi. Türkiye’de basılan ilk gazete ise İstanbul’da Fransız Büyükelçiliği’nin yayınladığı Bulletin Des Nouvelles isimli gazetedir.

İlk özel gazete Spectatuer Oriental ise 1801 de İzmir’de Fransız ihtilali sonrası ülkesinden kaçan bir karşı devrimci olan Alexander Blackque tarafından basıldı. İlk Türkçe gazete ise 1831 de istanbulda basılan Takvim-i Vakayi’dir. Resmi gazete niteliğindeki gazete 1922 yılına kadar halkı devlet kararları hakkında bildirmek için varlığını sürdürdü. İlk özel Türkçe gazeteyi basan ise William Churcill adlı bir yabancı olmuştur. Churcill’in Ceride-i Havadisi 3 temmuz 1840 da yayın hayatına başladı ve 1850’lerde 10 binlik önemli bir yayın tirajına ulaştı. Ceride-i havadisten 20 yıl sonra, 21 Ekim 1860 da Agâh Efendi isimli bir türk Tercümanı Ahvali yayınlanmaya başladı.

1860’larda Osmanlıda çok sayıda gazetenin basıldığı özgür sayılabilecek bir basın ortamı vardır. Fakat bu dönem uzun sürmedi. 1858 de başlayan süreç 1867 de ciddi sınırlamalar haline geldi. Hükümet gazeteleri kapatma yetkisine sahip oldu.

1876’da Sultan Abdülhamit anayasal monarşi ilan edilince özgürlüklerin görece olarak geniş bir şekilde yaşanmasına olanak sağlandı. Ne yazık ki, bu yeni ortam Türk gazeteciliğinin gelişimine katkıda bulunabilecek kadar uzun sürmedi. Abdülhamit 1878 de parlamentoyu kapsattı ve Türk basınının en kara sansür dönemi yaşanmaya başlandı.

Osmanlı sonrası ve Kurtuluş mücadelesi döneminde basına büyük görev düşmüş yerel basın milli mücadeleyi halka aktarmada ve direnişte büyük katkı sağlamıştır.

Cumhuriyet sonrası dönemde yeniden çok sayıda gazete kurulmuş Demokrat Parti döneminde basın susturulmaya ve müdahale edilmeye çalışılmış 27 Mayıs askeri darbesinden sonra basın yeniden özgürlüğünü ele almış ve yapısını değiştirerek Türk Basını günümüze gelmiştir.

kenan evren duman