2 Kasım 2009 Pazartesi

İyi haber, kötü haber

Beyinde bir ur düşünün, kötü huylu. Doktor, ameliyat veya ilaçla tedavi diye iki senaryo sunuyor.

Geçen geceydi. Karanlıkta fısır fısır konuşarak sınıra doğru koşmaya başladık. Kimi metruk binalar arasından, bazen de içlerinden hızlı ama koşmadan ilerliyorduk. Yanımdaki birkaç kişinin çoğunu daha önce tanıdığımı sanmıyorum. Üzerinde doktor önlüğü olan bir adam etekleri savrula savrula arkamızdan bizi kovalarken, dört metreden yüksek olduğuna bahse girebileceğim kafes tellere tırmanmaya başladık. En tepede dikenli teller nöbeti devralıyordu. Anlayamadığım kadar kısa zamanda ve kolayca öbür tarafa geçmeyi başardık. Kaçtığımız yerin Ermenistan olduğuna eminim. Kovalayan adam da silueti ardımızda kaybolan akıl hastanesinden bir doktordu sanırım. Tellerin öte yanı ise Rusya olmalı. Bir üst geçitten Türkiye'ye kapağı atmayı beklerken, karnımız acıkınca, içi karanlık ve otogar gibi hareketli, yağda alabalık pişirilen bir restorana girdik. Yemekleri, Ermenistan'dan da kaçmamıza yardım ettiğini sandığım yazarımız Richard Giragosian ısmarladı... O sıra ısrarla başımda dolanan bir sivrisineğin rahatsız edici hamlesiyle uyandım. Durumu en çok kâbusa çeviren de o sivrisinek olmalı.

Şimdi rüya tabirlerine mi, yoksa okuldan kalma üstü toz tutmuş sosyal psikoloji kitaplarına mı başvurmalıyım, bilmiyorum. Son aylarda; son yıllarda yaşadıklarımızdan da sarsıcı gelişmelere tanıklık ediyoruz. Ermenistan ile imzaladığımız ve Azerbaycan ile aramızı biraz bozan protokollerin ardından son gelişme, 34 PKK'lının geçen haftaki gösterişli teslim günleri oldu. Şimdilik! Elimin altında rüya tabirleri sözlüğü olmadığından çareyi sosyal bilimlerde aramak benim için daha kolay. Newsweek yazıişleri de birkaç aydır pek çok kişinin benzer rüyalar gördüğünü gözlemlediğinden, olan biteni anlamayı kolaylaştıracak 112 kitaplık bir seçki hazırladı bu sayı için. İstanbul Kitap Fuarı da vesile oldu.

AK Parti, ikinci iktidar döneminde on yıllardır kimsenin kapağını kaldırmadığı dosyaları çözmeye girişti. Bu, kendi iktidarını -siyasette asker etkisi gibi durumları da değiştirerek- gerçekten yaşamak isteyen bir hükümetin alması gereken bir sorumluluktu. Bu arada ciddi siyasi riskleri de göze aldılar. Muhalefet de doğal olarak bu risklerin gerçekleşmesi ihtimaliyle, kendi adına puan toplamaya çalışıyor. Bu risklerin ne kadarı puan kazandırır, ne kadarı herkese kaybettirir ve kim ne kadarını göze alabilir, orası henüz belli değil. İlk kez denenen pek çok şeyde olduğu gibi, her ne kadar bir yerlerde bilgi ve planlar olsa da, yeni öğrenilecek epeyce durumla karşılaşmak kaçınılmaz. Bu durumların insanları rahatsız etmesi de öyle. Bu noktada bir iyi bir de kötü haber var. İyi haber şu: Onlarca yıllık sorunlarını -ki bunların sorun olduğunu hemen herkes kabul ediyor, o halde çözülmeleri gerekiyor- kısa zamanda çözmeye çalışan Türkiye'de insanların huzursuz olması doğal. Dahası, söz konusu sorunlar üzerine yine on yıllardır dönen şoven söylemlerin ardından, insanların değişime hemen uyum sağlamayıp tepki göstermesi sağlıklı sayılabilir. Paris Sorbonne Üniversitesi'nden Jean Stoetzel'in ifadesiyle, sosyal psikolojinin alanına giren olaylarda, tutumların tohumlarına kadar gitmek gerekiyor. Bu yolculuk sırasında da yanlış anlamalar ve kasıtlı dezenformasyon örnekleri ortaya çıkabiliyor. Ve geçmiş ile bugün, bir an kol kola karşınızda dikiliveriyor. Bireysel psikolojilerimizin biraraya gelmesiyle beliren toplum psikolojisi, her birimizin psikolojisini de ziyadesiyle etkiliyor. Bu döngüden çıkmak zor. Aynı döngü sebebiyle, tepkilerin yankılanarak büyümesini durdurmak da...

PKK'lıların Habur'dan girip teslim olmalarından sonraki gösteriler, başlangıçta diğerlerinin de teslim olmasının hızlanmasına ve teslim olma sürecinin başladığının duyulmasına yönelik bir tür halkla ilişkiler yöntemi gibiydi. Ama ipin ucu kaçtı. Şimdi onlara karşı yükselen tepkiler yüzünden, yenilerinin gelişi erteleniyor. Velhasıl, toplumsal tepkiler, herkesi ziyadesiyle ilgilendiriyor. Bunlara dair yeni yollar ve yöntemler de. Ama Türkiye'de üniversitelerde, yaşadıklarımızı manalandırıp kontrol altında yürümesi için alternatif yollar sunacak çalışmaların üretildiğini söyleyemeyiz. Dolayısıyla başta siyaset ve medya olmak üzere, ilgilenenler, kendi meşrebince ekstra çabaya zorlanıyor.

Yorgunluğun, beyin ameliyatı için ideal bir durum olduğu söylenemez. Hangi beyin ameliyatı, diyeceksiniz. Toplumu ilgilendiren sorunlarda (bugün olanlar gibi) çözüm için yola çıkıldığında herkes için (ameliyatı yapan, olan, onun yakını, alacaklısı, komşusu vs.) çok nazik, ustalık gerektiren bir tür beyin ameliyatı hayal edelim örneğin. Beyinde bir ur düşünün, kötü huylu. Doktor, ameliyat veya ilaçla tedavi diye iki senaryo sunuyor. Elbette kimse kesin bilemez ama ilkinde daha uzun, ikincide daha kısa ömür biçiyor. İlk seçenekte yüksek olmasa bile masada kalma riski de var. Hangisini seçerdiniz? Tabii tansiyondan şekere, hormonlardan başka detaylara her koşulun ameliyat için ideale yaklaştırılacağını düşünerek kararınızı verirdiniz. Belki çevredeki koşullar da gelirdi akla.

Komünist Manifesto'nun -New York Times yazarı Thomas L. Friedman'a göre muhtemelen en önemli paragrafında- Marx ve Engels şöyle yazmıştı: "Bütün sabit ve donmuş ilişkiler, beraberinde getirdikleri eski ve yeni saygıdeğer önyargılar ve görüşlerle birlikte tasfiye oluyor; bütün yeni oluşmuş ilişkiler kemikleşemeden eskiyor." Etraftaki koşulların en sarsıcı olanı da, alışkanlıkların, bakış açılarının ister istemez değişmesinin gerekmesi. İngiliz The Economist dergisi "Türkiye, ABD, Iraklı Kürtler ve ihtimal ki PKK arasında bir yıldır gizli görüşmeler vardı" iddiasında bulunuyor. Bunda yeni bir şey yok, gizli servisler bunun için kurulur. Asıl iş, hep neticenin alenen ortaya çıkmasıyla başlıyor. Türkiye sorunlarını çözmeye çalışırken, kimin pişman olup olmadığını daha epey konuşurmuşuz gibi geliyor.

Kötü haber ne mi? Bütün bu yazdıklarım aslında ahaliyi hiç ilgilendirmiyor.

Selçuk Tepeli
http://www.newsweekturkiye.com/haberler/detay/33210/Iyi-haber-kotu-haber

Hiç yorum yok: