26 Ağustos 2008 Salı

The Wire

Pek çok siyasi mesele dışında, ABD'nin Demokrat partili iki başkan adayı Hillary Clinton ve Barack Obama'yı birbirinden ayıran bir farklılık vardı: Clinton'ın en çok sevdiği televizyon dizisi Desperate Housewives, Obama'nınki ise çok daha az bilinen The Wire'dı. Ancak seyirci sayısının az olması, The Wire'ın gelmiş geçmiş en iyi televizyon dizisi olarak anılmasına engel değil... DiziMax'de sessiz sedasız hafta içi her gece 01.00'de gösterilen The Wire, aslında ABD dışında geç keşfedilen bir dizi. Terörle mücadele eden ajanların dünyasını anlatan 24 dizisi 2001 yılında, bindikleri uçak bir adaya düşen bir grup insanın hikâyesi üzerine kurulu Lost ise 2004'te başlamış ve dünya çapında hemen kendilerine milyonlarca seyirci bulmuşlardı. Geçtiğimiz mart ayında sona eren The Wire ise Avrupa'da hak ettiği ilgiyi yeni yeni görmeye başladı. Türkiye'de ise maalesef henüz çok az biliniyor.

ROMANCILARIN ESERİ
Bu durum dizinin ruhuna da aslında çok uygun. Son teknoloji ürünü cihazlar, gürültülü müzikler ve süper güzel oyuncular yerine The Wire'da cep telefonu dahi kullanmayı bilmeyen karakterler, hırsızlık yapmaktan geri durmayan polisler, bir telefonu dinleyebilmek için daktiloyla dilekçe yazan ve devlet dairelerinde koşuşturan dedektifler var. ABD'nin en önemli liman kentlerinden Baltimore'da geçen dizinin hiçbir sahnesinde (eğer ortamda biri dinlemiyorsa) müzik kullanılmıyor. Her bölüm yaklaşık 50 dakika sürüyor ve bu süre içinde pek az takip, bombalama veya duygusal tatmin sahnesi seyrediyoruz. Bunlar yerine The Wire bize farklı mesleklerde çalışan karakterlerin gündelik hayatını bütün incelikleriyle sunuyor. Bir grup Baltimore'lu polis, şehrin en büyük uyuşturucu çetelerinden birini çökertmek için bir araya geliyor ve özel bir izinle tuttukları ufak dairede dinleme cihazları da kullanarak uyuşturucu trafiğinin nasıl gerçekleştiğini çözmeye çalışıyor. Ama bunun için sabırlı olmaları gerekiyor, çünkü şebekenin bir numarasını yakalamak için uzun süre kimseyi tutuklamamak, bunun yerine bütün bağlantılar ortaya çıkana kadar beklemek şart. Dizide bir yandan polislerin hayatını izlerken, bir yandan da bütün tuhaflıkları, ritüelleri ve kendilerine özgü ahlaklarıyla yaşayan uyuşturucu satıcılarının hayatına tanıklık ediyoruz. The Wire'ın ikinci sezonunda olaylar şehrin liman işçileri üzerine odaklanıyor: Stelios Kazantzidis'in Efyge Efyge şarkısıyla biten bu sezonda (Kazantzidis hakkında bilgi için bkz. 8. sayfada Nuh Köklü'nün yazısı) iki Yunanlının öncülük ettiği ve Baltimore'a yabancı ülkelerden kaçak ürünler ve insan sokan bir şebekenin yaptıkları anlatılıyor, üçüncü sezon politika, dördüncü sezon okul sistemi ve beşinci sezon ise medya dünyasında geçiyordu. Her yeni sezonla The Wire, Baltimore şehrinin bilmediğimiz bir yanını gösteriyor, şehrin büyük bir resmini çizerek sona eriyordu. Dizinin başarısı biraz da hayatını Hollywood'dan uzakta geçirmiş kişiler tarafından yaratılmış olmasından geliyor. Pek çoğu az tanınmış kişilerden oluşan oyuncu kadrosu bu diziyle tanındı. The Wire'ın yaratıcısı David Simon, yıllar boyunca gazetecilik yapmış bir isim. Sokaklarda iş yapan suçluların hikâyesini anlattığı Homicide ve The Corner kitapları dizi haline getirilen Simon, iki kitap için de birer yıl boyunca Baltimore polisinin cinayet masası ve uyuşturucuyla mücadele birimlerinin yaptıklarına tanıklık etmiş. The Corner'ı birlikte yazdığı ve The Wire'ın ikinci önemli ismi olan Ed Burns ise zaten Baltimore Emniyeti'nde çalışan bir polismiş. Yedi yıl boyunca öğretmenlik de yapan Burns, bu iki deneyimini diziye aktarmış. Clockers'ın yazarı Richard Price, Mystic River'ın yaratıcısı Dennis Lehane ve The Night Gardener'a imza atan George Pelecanos, dizinin diğer yazarları.

RADİKAL GERÇEKÇİLİK
Barack Obama The Wire'da en çok eşcinsel uyuşturucu taciri Omar Little karakterini seviyormuş. Dizide ayrıca sık sık kafa çekip dibe vuran dedektif McNulty, kendini iktisat ilkeleri öğrenmeye ve adam öldürmeye adamış Stringer Bell ve muhbir Bubbles gibi pek çok ilginç karakter var. Ed Burns ve David Simon daha sonra, HBO kanalında gösterilen ve işgalci Amerikan güçleriyle birlikte Bağdat'a 'iliştirilmiş gazeteci' olarak giden bir Rolling Stone muhabirinin kitabından uyarladıkları; ABD askerlerini South Park'la büyümüş eğlenceli, tatlı cinayet makineleri olarak gösteren Generation Kill dizisinin yapımcılığını üstlendi. Son bölümü ABD'de yarın gösterilecek dizinin ardından ne yapacakları ise merakla bekleniyor. Henüz ülkemizde gösterilmeyen Generation Kill, gerçekçilik konusunda ikilinin daha radikal davranmaya eğilimli olduğunun bir kanıtı. Ama jeneriğindeki şarkı şu ahlaki sözlerle başlayan The Wire gibi bir diziyi kimsenin, bu arada onların da bir daha yaratamayacakları kesin: "When you walk through the garden, / You gotta watch your back / Well I beg your pardon / Walk the straight and narrow track / If you walk with Jesus / He's gonna save your soul / You gotta keep the devil / Way down in the hole..." ("Bahçeyi geçerken / Arkanı kolla derim sana / En düz ve dar yolu seçsen iyi edersin / Ve İsa'yla yürü iyisi mi / Ruhunu da kurtarmış olursun hem / Ama sen asıl şeytanı uzak tut kendinden / Bulunduğu delikten çıkmasın dışarı...")
KAYNAK:SABAH