19 Haziran 2009 Cuma

Neden Nasıl Düşünürüz?

Paul Ricoeur, Jean-Pierre Changeux

Neden Nasıl Düşünürüz?

Etik, İnsan Doğası ve Beyin Üzerine Bir Tartışma

Özgün adı: Ce qui nous fait penser. La nature et la règle

Çeviri: İsmet Birkan
Yayına Hazırlayan: Tuncay Birkan, Özde Duygu Gürkan
Kapak Resmi: Albrecht Dürer
Kapak Tasarımı: Emine Bora

Kitabın Baskıları:
İlk Basım: Mayıs 2009



Beynin yapısı ve işleyişi hakkında bilgi edinmek kendi benliğimize dair bilgimize nasıl bir katkıda bulunur? Beynimizi tanımak günlük yaşamdaki deneyimimizi, dünyayla ve "öteki"yle olan ilişkimizi nasıl etkiler? Beyin ile düşünce/bilinç arasında nasıl bir ilişki vardır? Estetik ve mistik deneyim sinir bilimlerinin inceleme konusu olabilir mi? Doğaya dayalı bir etik mümkün veya istenir bir şey midir?
Bir sinir biyoloğu ile bir filozofu bu sorular etrafında, ilginç bir sohbette bir araya getirerek, doğa bilimleri ile beşeri bilimler arasındaki -"iki kültür" tabiriyle de anılan- gelenekselleşmiş iletişimsizliği aşmaya çalışan bir kitap Neden Nasıl Düşünürüz?. Jean-Pierre Changeux'nün beyinle ilgili bilimsel açıklamalarıyla, Paul Ricoeur'ün ise engin felsefi birikimiyle zenginleştirdiği bu tartışmada dinden sanata, etikten toplumsal sorunlara kadar pek çok konuya değiniliyor. Asıl amaç ise insan deneyimine dair kapsamlı bir kavrayış oluşturmak: tek bir disiplinin sınırlarına tabi olmaktansa farklı disiplinlerden beslenen, dışlayıcı değil birleştirici olan ortak bir kavrayış.
Changeux sinir bilimlerinin bu kavrayışın oluşturulmasında temel bir işlev göreceği konusunda iyimser ama pozitivizmi de reddeden bir perspektifi benimsiyor. Ricoeur ise fenomenolojik-yorumbilgisel bir bakış açısından, insan deneyiminin bütün veçhelerinin neden sinir bilimleri tarafından kuşatılamayacağını vurguluyor. Hangi eğilime yakınlık duyulursa duyulsun, bütün kitap boyunca süren bu fikir ayrılığının her iki tarafça da incelikle işlenişini izlemek, iki perspektifi de en seçkin temsilcilerinin ağzından dinlemek insana müthiş bir entelektüel zevk veriyor.


İÇİNDEKİLER


Önsöz

I Gerekli Bir Karşılaşma
1 Bilgi ve Bilgelik
2 Beynin Bilgisi ve Kendinin Bilgisi
3 Biyolojiklik ve Normatiflik

II Beden ve Ruh: Ortak Söylem Peşinde
1 Descartes'ın Muğlak Söylemi
2 Sinir Bilimlerinin Katkısı
3 Üçüncü Türden Bir Söyleme Doğru Gidiş mi?

III Nöronal Model: Yaşantı Karşısında Sınanıyor
1 Basit ile Karmaşık: Yöntem Sorunları
2 İnsan Beyni: Karmaşıklık, Hiyerarşi, Kendiliğindenlik
3 Zihinsel Nesne: Ham Hayal mi, Birleştirici Öğe mi?
4 Bir Nöronal Bilgi Kuramı Olabilir mi?
5 Daha İyi Anlamak İçin Daha Çok Açıklamak

IV Kendinin Bilinci ve Ötekinin Bilinci
1 Bilinçli Uzam (Espace Conscient)
2 Bellek Sorunu
3 Kendini Anlamak, Ötekini Anlamak
4 Ruh mu Madde mi?

V Ahlakın Kökenlerinde
1 Darwin'e Göre Evrim ve Ahlak Normları
2 Ahlakın İlk Yapıları
3 Biyolojik Tarihten Kültürel Tarihe: Bireyin Değer Kazanması

VI Arzu ve Norm
1 Doğal Eğilimlerden Etik Düzeneklere
2 Davranış Kurallarının Biyolojik Temelleri
3 Norma Geçiş

VII Evrensel Etik ve Kültürel Anlaşmazlıklar
1 Etiğin Doğal Temelleri Tartışılıyor
2 Din ve Şiddet
3 Hoşgörünün Yolları
4 Kötülük Skandalı
5 Müzakere Etiğine Doğru: Etik Komiteleri Örneği
6 Barıştırıcı Sanat

Füg
Notlar
OKUMA PARÇASI


Önsöz, s. 9-10.

Sinir bilimlerinin (neurosciences) gerek buluşları ve projeleri, gerekse ahlak üstüne, normlar üstüne, barış üstüne bir tartışmaya temel teşkil etme kapasiteleri konusunda, bir biliminsanıyla bir filozofu karşı karşıya getirmek akıllıca bir girişim olur muydu acaba? Bilim tarafında, kâh bilime güvenen, hatta sempatisini coşkulu biçimde gösteren, kâh onun yaşam üzerinde kurduğu egemenlikten ve ortak geleceğimize yönelttiği tehditten korkan bir kamuoyunun önyargılarına göğüs germek gerekiyordu. Felsefe tarafındaysa, bütün derdi kendisinin var kalıp kalamayacağı olan, metinlerden oluşmuş kendi uçsuz bucaksız mirasının içine gömülü yaşadığından genellikle son zamanlarda bilimlerde meydana gelen gelişmelere pek ilgi göstermeyen bir disiplinin kendine hayranlığını aşmak söz konusuydu.
Aklın süzgecinden geçirilmiş bir bilimsel kültürün karşısına çıkarılan engelleri yenmek için, Odile Jacob, insan beynini araştırmalarının baş konusu yapmış olan, çalışmaları L'Homme neuronal'in (Nöronal İnsan) ...

Sinir bilimlerinin (neurosciences) gerek buluşları ve projeleri, gerekse ahlak üstüne, normlar üstüne, barış üstüne bir tartışmaya temel teşkil etme kapasiteleri konusunda, bir biliminsanıyla bir filozofu karşı karşıya getirmek akıllıca bir girişim olur muydu acaba? Bilim tarafında, kâh bilime güvenen, hatta sempatisini coşkulu biçimde gösteren, kâh onun yaşam üzerinde kurduğu egemenlikten ve ortak geleceğimize yönelttiği tehditten korkan bir kamuoyunun önyargılarına göğüs germek gerekiyordu. Felsefe tarafındaysa, bütün derdi kendisinin var kalıp kalamayacağı olan, metinlerden oluşmuş kendi uçsuz bucaksız mirasının içine gömülü yaşadığından genellikle son zamanlarda bilimlerde meydana gelen gelişmelere pek ilgi göstermeyen bir disiplinin kendine hayranlığını aşmak söz konusuydu.
Aklın süzgecinden geçirilmiş bir bilimsel kültürün karşısına çıkarılan engelleri yenmek için, Odile Jacob, insan beynini araştırmalarının baş konusu yapmış olan, çalışmaları L'Homme neuronal'in (Nöronal İnsan) yayımlanmasından beri büyük okur kitlesi tarafından iyi bilinen ve çalışmalarını halen sürdüren bir biliminsanına başvurdu. Felsefeyi etrafını çeviren kale duvarlarının dışına çekmek için de, Soi-même comme un autre'da (Öteki Olarak Kendi) tüm çalışmalarını özetledikten sonra, ortaçağda "tartışmalı meseleler" denen ve pek çok hekim, hukukçu, tarihçi ve siyaset bilimcinin de ilgilendiği konulara el atmış bir filozof seçti.
Yani editörün seçimi iki sesli bir diyalog yönünde oldu. Ama bunun yumuşak ve uzlaşıcı değil sert ve çarpışmacı olması gerekiyordu. Öyle de oldu, tartışma boyunca her iki taraf da birbirinin dayanma gücünü sınadı: Filozof sarsıcı, ezici argümanlarının altının oyulduğunu gördü, bilim adamıysa sunduğu su götürmez olguların alaşağı edildiğini. Neticede tartışmaya hakem olarak değil taraf olarak girmeye çağrılan okurun olgunluğuna duyulan güvenin göstergesi oldu bu karşılaşma. Zira Fransa'da gerçek fikir tartışması sayısı yeterince yüksek değil. Bu alan, ikna edicilikten önce kabul edilebilir, yani savunulmaya layık olmaları gereken argümanlara hiç aldırış edilmeksizin, sorgulama kabul etmeyen iddialar, tekyanlı eleştiriler, anlaşılmaz laf ebelikleri, ucuz küçümseme ve alaylarla dolup taşıyor.
Bu açıdan bakılınca, bir biliminsanıyla bir filozof arasında tamamen özgür ve açıksözlü bir diyaloğun yaşanması, her ikisi için de sıradışı bir deneyim oluşturdu. Programsız bir sohbet olarak başlayıp kaydedilen bir tartışma halini alan bu diyalog, yazı aşamasına geçilince daha keskin, hatta bazen daha sert ve incitici oldu. Ama bu, fikir yarıştırmanın ödünsüz etiğine uymak zorunda kaldığında, her tartışmanın karşılaşacağı güçlüklerin küçük ölçekli bir modeli değil mi? Bu ikili alışverişin, okurların eline geçince, çoktaraflı bir karşılıklı anlayış sürecine dönüşmesini dileyelim.

Paul Ricoeur - Jean-Pierre Changeux

Hiç yorum yok: