25 Nisan 2007 Çarşamba

“Bir Batılılaşma hikayesi” Mehter Takımından Bandoya

O Bizim Zaferlerimizin Simgesiydi, Geçmişin Şanlı Türk Simgesiydi, Viyana kapılarına onunla dayandık, zafer, şanlı tarih denilince akla ilk gelen simgelerden biriydi, fakat o da batılılaşma değirmeninde kayboldu…şimdi önemli günlerin nostaljik bir parçası olarak kıyıya itildi.


Dağlardan çok uzaklardan, daha Osmanlı Ordusu görünmeden düşmanın korktuğu Türk ordularının simgesiydi mehteranlar. Gözünü kırpmadan ölüme koşan Türk askerlerinin öncüsüydü onlar.
“Gâfil ne bilir neş've-i pür-şevk-i vegâyı
Meydân-ı celâdetteki envar-ı sefâyı
Merdân-ı gazâ aşk ile tekbir tekbirler alınca
Titretti yine, rû-yı zemin arş-ı semâyı.
Allah yolunda cenk edelim şân alalım şan
Kur'an'da vaad ediyor Hazret’i Yezdan.”



1. MEHTER NEDİR?

Mehter Farsça mihter ( en büyük, ulu) sözcüğünün Arapça biçimidir.
Mehter takımı, Osmanlı Ordusu'nun bandosu. büyüklüğüne göre mehter(an) takımı veya mehter(an) bölüğü olabilir. askeri müzik'in dünyadaki ilk örneklerindendir. avrupa bu müzikle ilk kez viyana kuşatması sırasında tanışmış, jannissary ismini vermiştir. daha sonraları bu tür askeri müzikler avrupa'da da yapılmaya başlanmıştır. mozart mehter melodilerinden etkilenerek türk marşı'nı bestelemiştir.


Osmanlı İmparatorluğu, tarihte eşine az rastlanır genişlikte bir coğrafyaya hükmetmiş, en uzun ömürlü imparatorluklardan biridir. (Yalnızca en güçlü dönemindeki Roma İmparatorluğu'nun toprakları, Osmanlı topraklarından daha geniş bir yüzölçümüne ulaşmış, ancak o da Osmanlı kadar uzun bir süre bu kadar geniş bir coğrafyayı elinde tutamamıştır.) Avrupa, Kuzey Afrika, Ön Asya, Mezopotamya ve Arabistan tarihinin önemli bir parçası olan Osmanlı'nın mirası, bugün bu topraklarda kurulmuş olan onlarca devletin şehirlerini süslemektedir. Pek çok Avrupa şehrinde (Sofya, Belgrad, Saraybosna gibi) Osmanlı mimarisinin ve şehirciliğinin örnekleri hala ayaktadır.

Yaklaşık 600 yılı kapsayan bu dönemde, Türk müzik kültürünün üç ana türü olan halk müziği, geleneksel sanat müziği ve geleneksel askeri müzik, 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Türk müzik yaşamına bütünüyle egemen olmuş, 1826’dan başlayarak İstanbul’un saray çevresinde uluslararası sanat müziğinin örnekleri de seslendirilmiştir.

Geleneksel yönüyle Türk askerî müziği, ortaçağda Asya’daki “Tuğ” adı verilen çalgı topluluklarıyla boy vermiş, Anadolu Selçuklu Devleti’ndeki “Tabılhaneler” de bir eğitim disiplini çerçevesinde geliştirilerek Osmanlılarda “Mehterhane”ye dönüşmüştür. Görkemli ses gücünün icra gösterisi özelliğiyle etkileyici olan mehter müziğinin seslendirilişinde geleneksel üflemeli ve vurmalı çalgılar kullanılmıştır. Özellikle 1683 Viyana kuşatması sırasında Avrupalıları etkileyen mehter müziği, aksak ritimleri ve geleneksel çalgıların ses renkleriyle batılı bestecilerin ilgisini çekmiş, “Türk stili” anlamına gelen “alla turca” stil giderek yaygınlaşmıştır. Haydn, Mozart, Beethoven, Weber, Brahms gibi besteciler, “alla turca” stilde eserler yazmışlardır.

2.MEHTER MÜZİĞİ

Mehter Türk geleneklerinde, bir şenlik aracı değil, azametin, ihtişamın ve görkemli olmanın bir işaretiydi. Devletin ululuğu ve kutluluğu, davulların gümbürtüsü ile yankılanır. Türklerin devlet anlayışında, halkın bütünlüğü, devletin yüceliği kavramları çok önemlidir. Bu inanış ve gelenekler, İslamiyet'ten önceki Türk devletlerinde de, Selçuklu ve Osmanlı devletinde de, küçük değişiklerle yer almıştır. Bu yapıda üç önemli sembol vardır :
Otağ , hakanın veya başkomutanın bulunduğu yerdir. Bu bir savaş alameti olarak ortaya çıkar çünkü otağ yalnızca savaşlarda kurulur.
Hakanın Kösü , yani büyük davul, hakanlık otağını önünde durur ve yalnızca hakana aittir.
Hakanlık Mehteri ise, sancağın altında ve otağın önünde askerleri yüreklendirmek için çalan müzik topluluğudur.

Sancak ve mehter, Türk devletinde birbirinden ayrılmaz çok önemli olgulardır. Mehter vuruşu ile otağdan çıkılır ve savaş akınlarının ilk adımları atılmış olurdu. Türklerin Orta Asya geleneklerinde, devletin başı olan Hakan'ın otağı önünde kurulan büyük Davulun ve Kösün günün belli zamanlarında çalınarak gücünü göstermesine Nevbet (Nevbe) döğme ya da vurma denilirdi. Nevbet döğmek, devletin başı olan Hakanın gücünü dosta düşmana göstermesi ve özellikle düşmanın yüreğine korku salması şeklinde yorumlanırdı.
Osmanlı da sancak gibi mukaddes bir varlık halinde yaşatılan mehter, bağımsızlığın, devlet varlığının önemli bir göstergesi olmasının yanı sıra, meydan savaşlarında, kale kuşatmalarında, deniz savaşlarında düşmana hücum esnasında, vurduğu hamasî havalarla duyguları kamçılar, şahlandırır, askeri şevke getirir, ordunun moralini yükseltirken çıkardığı müthiş gümbürtüyle düşmanın moralini yok eder, onu bozguna uğratırdı. Meydan savaşında, tek bir hakanlık kösü bile, kendi başına bir mehterdi. Hücum ve duraklamaları,hakanlık kösü belirler, davul ve borulardan oluşan mehter, savaşta orduyu yönlendirdi. Savaşta yenilgi, mehterin yağmalanması ile kabul edilirdi. Bu durumda en zorlu savaşlar sancak ve mehter çevresinde olurdu.
Görülüyor ki mehter, savaş alanında, sadece bir müzik topluluğu olmaktan bir anlamda uzaklaşırken barış zamanında müzik yönü daha çok öne çıkıyordu. Barış zamanında mehter, hakanın saltanatının ve devlet hayatının devam ettiğinin bir göstergesiydi. Bunun dışında davul ve mehter, devletin haber ve ilan gibi işlerini de yerine getirirdi.
Osmanlı mehterinde; zurna, boru, kurrenay ve mehter düdüğü gibi üflemeli / nefesli, kös, davul, nakkare, zil ve çevgân gibi vurmalı ya da çırpılan çalgılar yer alırdı. Çalgıların sayısı eşit tutulur ve bu sayıya göre mehterin kaç katlı olduğu belirlenirdi. "Tabl ü alem-i hassa" adı verilen ve en büyük mehter olan Padişah mehteri, dokuz katlıydı. Bunun anlamı, her çalgıdan dokuz adet var demekti. Bu sayı sonraları, on iki hatta on altıya kadar yükselmişti. Padişahtan başka, Vezir-i âzam-ın (Başbakan'ın) Kubbe vezirlerinin (Kabine üyelerinin), Defterdar ve Reisü'l küttab'ın (Maliye ve Dış işleri Bakanı'nın) Mehterhâneleri olduğu gibi, ülkenin çeşitli eyâletlerinde ve kalelerinde de Mehter takımları bulunur ve görev yapardı.
Mehter'in etki gücü Avrupalılar tarafından da değerlendirilmiş ve Mehter örnek alınarak çeşitli Avrupa ülkelerinde Askerî Müzik toplulukları, "Bando"lar kurulmuştur. Gluck, Mozart, Beethoven gibi bestecilerin Mehter'den esinlenerek müzikler yazdıkları da bilinmektedir.
19. Yüzyılın Osmanlı müzik yaşamında gözlenen ilginç bir değişim, özellikle 1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra hızlanan batılılaşma eğilimlerinin müzik alanında değişim göstermesidir.

3.MEHTERHANENİN SONU VE BANDONUN ORTAYA ÇIKIŞI?
Mehterhane, 1826 yılında yeniçeri ocağıyla birlikte kapatılmış, Fatih Sultan Mehmet tarafından geliştirilen bu köklü askeri müzik geleneği yerini bando topluluklarına bırakmıştır.
Bando, nefesli ve vuruşlu sazlardan kurulu asker mızıkası topluluğu… İkinci Mahmut Osmanlı Ordusu mızıkası olan mehterhaneleri kaldırıp yerine Muzıkayı Humayun adıyla 1827’de bir bando kurdu. Donizetti, 1831 yılında askeri mızıka okulunu açtı. Cumhuriyetin ilk yıllarında İsanbul’da deniz bandosu ve saray muzıkası olmak üzere iki bando vardı. Saray ,Muzıkası sonraları (1924) Cumhurbaşkanlığı Musiki Heyeti oldu. 1945 yılında bu bando okulu Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası adını aldı. Bugünde Silahlı kuvvetlerde görev yapan bandolar mevcutlarına göre 1, 11 ve 111 sınıf olarak askeri kumandanlık okullarda görev yapıyorlar.

SONUÇ:
Mehteranlar eski Türk filmlerinin ve tarih kitaplarının sayfasından tanıdık. Onlar Türk Ordularının zaferlerinin simgesiydi, batılılaşma ile ilk kaybolan simgelerden di. şimdi önemli günlerin nostaljik bir parçası olarak kıyıya itildi.
Batı ile ortak girişimler, ortak çalışmalar ile yok olan şimdi yaşadığımız siyasi başarısızlıkların altında bizi uzak özlemlere götürüyor.Batı ile doğu arasundaki duvarın bir simgesi olarak da bando ve Mehteranları değerlendirebiliriz.
Bize ait türküleri yok sayamayız, Mehter marşı da bizim. Mehter takımı dünyanın ilk bando grubudur, savaş orkestrasıdır bu bize ait bir şeydir. Bu gün turistik amaçlı gösterileri yapılıyor, demek ki olan değerleri reddetmemek gerekir. Kültür vardır, bu ülkenin kültürüdür ve hepsinin üstündedir. Biz göçer gideriz ama bu kültür yaşar . Hem geleneklerimize sahip çıkabilir, hem de çağdaş bir toplum olarak yaşayabiliriz. Zaten çağdaş dünyada yerimizi nasıl alacağız? Bize ait bir yer nasıl edineceğiz? Kendi geleneklerimiz üzerinde ve onların var olduğunu kabul edip geliştirerek sanırım
İyi gelenekleri yaşatmak onları geliştirmek ve üzerinde yükselmek önemlidir, eskiler güzeldir, geleceğinde güzel olması hepimizin dileği..

Hiç yorum yok: