16 Haziran 2009 Salı

Medyada Yasal Düzenlemeler

İNTERNET’İN YASAL DÜZENLEMESİ



AV. HÜLYA PEKŞİRİN



TBMM Genel Kurulu’ndan geçen 4676 Sayılı Kanun ile, 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun ve 5680 Sayılı Basın Kanununa, internetle ilgili olarak iki düzenlemenin getirildiği görülmektedir. İlk düzenleme, 3984 Sayılı Kanunun 31. maddesine değişiklik getiren 14. maddede yer almaktadır ve maddede yer alan düzenleme şu şekildedir;

"Her türlü teknoloji ile ve her tür iletişim ortamında yapılacak yayın ve hizmetlerin usul ve esasları, Haberleşme Yüksek Kurulunun belirleyeceği strateji çerçevesinde Üst Kurulca tespit edilip Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına sunulur. Bu yayın ve hizmetlerin mevzuata uygunluğu, Üst Kurulca denetlenir."


TBMM Genel Kurulunda tasarıda olduğu gibi, aynen kabul edilen bu düzenleme ile, “internet” ortamında yapılan/yapılacak olan “yayın ve hizmetler”, Haberleşme Yüksek Kurulu’nun görev alanına ve RTÜK’ün denetimine sokulmuştur. Kanun yapma tekniği ve maddenin yer aldığı kanunun sistematiği açısından maddede geçen “yayın ve hizmetler” kavramının, sadece “radyo ve televizyon, yayın ve hizmetleri” şeklinde yorumlanmasını gerektirse de; “Her türlü teknoloji ile ve her tür iletişim ortamında yapılacak yayın ve hizmetler” ifadesinin geniş yorumlanması, web sayfalarının da “yayın ve hizmet” olarak değerlendirilmesi, tartışılması ihtimalini karşımıza çıkarmaktadır. Öte yandan artık internet ortamında verilen/verilecek “radyo ve televizyon yayın ve hizmetleri” ise artık RTÜK denetimine tartışmasız bir şekilde girmiş bulunmaktadır.


Sonuç olarak, ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın İnternet üzerinden yapılan “yayın ve hizmetlerin” hangi usul ve esaslara tabi olacağı konusu, RTÜK tarafından tespit edilerek; Haberleşme Yüksek Kurulu’nun belirleyeceği stratejiye (!) tabi olmuş durumdadır. Maddenin yazılış şeklinden, internet üzerinden yapılan/yapılacak yayın ve hizmetlerin, 3984 Sayılı Kanununun genel hükümlerine tabi tutulmayıp, Üst kurulca özel olarak tespit edilip (örneğin; bir yönetmelik ile) Haberleşme Yüksek Kurulu’nun onayına sunulmasıyla oluşturulacak daha özel düzenlemelere tabi olabileceğine işaret edildiği düşünülse de, düzenlemenin son cümlesi ile internet üzerinden yapılan yayın ve hizmetlerin, 3984 Sayılı Kanunun diğer hükümlerinin uygulama alanı içinde kaldığı şeklinde geniş yorumlar yapılmasına engel değildir. Bu durum karşısında ise yapılan yayın ve hizmetlerde, 3984 Sayılı Kanunun “yayın ilkelerini” geniş bir şekilde düzenleyen 4. maddesindeki ilkelere uygunluk aranacaktır. Fikir vermek açısından, bu ilkelerle ilgili olarak aşağıda örnekler verilmiştir;

Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi,

Yayıncılığın, gerek yayın organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımları veya bir başka gerçek veya tüzel kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması,

İnsanların dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle hiçbir şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması,

Yayınların toplumun millî ve manevî değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı olmaması,

Özel hayatın gizliliğine saygılı olunması, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında kişilerin özel hayatının yayın konusu yapılmaması,

Türk millî eğitiminin genel amaçlarının temel ilkelerinin ve millî kültürün geliştirilmesi,

Haberlerin yayınlanmasında tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine bağlı olunması; özgürce kanaat oluşumunun engellenmemesi; haber kaynaklarının kamuoyunun yanıltılmasının amaçlandığı haller dışında gizliliğinin korunması,

Halkı aldatacak, yanıltacak veya haksız rekabete yol açacak reklam yayınlarına yer verilmemesi,

Siyasî partiler ve demokratik gruplar arasında fırsat eşitliği sağlanması; tek yönlü, taraf tutan yayın yapılmaması; seçim dönemlerinde belirlenen seçim yasaklarıyla ilgili ilkelere aykırı davranılmaması,

Yayınlarda, mevzuatın eser sahiplerine tanıdığı hakların ihlâl edilmemesi,

Program hizmetlerinin bütün unsurlarının insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olması,

Yayınların müstehcen olmaması,

Kadına, güçsüzlere ve küçüklere karşı şiddetin ve ayırımcılığın teşvik edilmemesi,

Yayınların karamsarlık, umutsuzluk, kargaşa ve şiddet eğilimlerini körükleyici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması,

Suç örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı özelliklerinin yansıtılmaması,

Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlakî gelişimini zedeleyecek türden programların, bunların seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması... gibi.


İnternet ortamında yapılan “yayın ve hizmetlerde”, yukarıda örnekleri verilen ilkelere aykırı yapılan yayınların uyarıya rağmen tekrarı durumunda ise;

Yayının bir ila on iki kez arasında durdurulması,

Bu sürede program yapımcısının ve varsa sunucusunun hiçbir ad altında başka bir program yapamaması,

Yayını durdurulan program yerine üst kurulca hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlaki gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Türk dilinin güzel kullanımı ve çevre eğitimi konularında programlar yayınlanması,

Bu aykırılıkların tekrarı halinde ise;

Ulusal düzeyde yayın yapan kuruluşlara 250 milyar lira idari para cezası uygulanması,

“Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı yayın yapılmaması, Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi, Yayıncılığın, gerek yayın organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımları veya bir başka gerçek veya tüzel kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması” şeklindeki ilkelere aykırı yayın yapılması halinde ise yayının 1 ay süreyle durdurulması,

İhlalin tekrarı halinde ise yayının süresiz olarak durdurulması... ( 3984 Sayılı Kanunun, 4676 Sayılı Kanun ile değişik 33. maddesi)

Gibi hükümlerin -ve tabi 3984 sayılı kanunun diğer hükümlerinin de- internet üzerinden yayın yapan ve hizmet verenlere (!) de uygulanabileceğini geniş bir yorumla söyleyebilmek mümkündür.


TBMM’den geçen 4676 Sayılı Kanunda internetle ilgili olarak yapılan diğer düzenleme ise, 5680 Sayılı Basın Kanununa bir maddenin eklenmesi ile ilgilidir. TBMM’nden -verilen bir değişiklik önergesi ile- geçen 4676 Sayılı Kanunun 26. maddesi aynen şöyledir;

"5680 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

Ek Madde 9- "Bu kanunun yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlarla ilgili hükümleri, bilişim teknolojileri ve internet ortamında sayfa açılması veya elektronik gazete, elektronik bülten vb. suretiyle yayınlanan her türlü yazı, resim, işaret, sesli veya sessiz görüntü ve benzerleri hakkında da uygulanır"


TBMM Genel Kurulunda verilen bu madde değişiklik önergesinin gerekçesi ise şudur;

“İnternet ve bilişim teknolojileri ile ilgili olarak bu Kanunun sadece yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlarla ilgili hükümlerini geçerli kılmak amaçlanmaktadır.”


Bu madde ve gerekçesinde dikkati çeken ilk husus, Basın Kanununun sadece “yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlarla” ilgili hükümlerinin, “bilişim teknolojileri ve internet” ile ilgili olarak uygulama alanı bulacağıdır.

Dikkati çeken diğer husus ise; Basın Kanununda yer alan, “yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlarla ilgili hükümlerinin” maddede yer alan “vb. suretiyle”, “ve benzerleri” kavramları nedeniyle,“internet ve bilişim teknolojileri” ile gerçekleştirilen tüm eylemler (maddede sayılmamakla birlikte; örneğin iletilere, cep telefonu mesajları da madde kapsamındadır) için uygulama alanı bulacağıdır.


Bu düzenleme karşısında Basın Kanununun “yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlarla ilgili” hükümlerinin neler olduğunun irdelenmesi gerekmektedir. TBMM Genel Kurulundan geçen 4676 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikler öncesinde, Basın Kanununda “yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlarla” ilgili herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak yeni kanun ile Basın Kanununun iki maddesinde, “yalan haber, hakaret ve benzeri fiiller” kavramlarına yer verildiği görülmektedir; 4676 Sayılı Kanun ile değişik Basın Kanunu madde 17 ve madde 19.


Bu düzenlemelerden ise sadece Basın Kanununun 17. maddesinde, “yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi zararlarla” ilgili düzenleme yapılmaktadır. Basın Kanunu 19. maddede yapılan değişiklikte, “yalan haber, hakaret” ifadelerine yer verilmiş olmakla birlikte, “maddi ve manevi zararlar” tanımlamasına yer verilmemiştir.


4676 Sayılı Kanun ile değişik Basın Kanununun 17. maddesi ise, şu düzenlemeleri yapmaktadır;

"Basın yolu ile işlenen yalan haber, hakaret, sövme ve her türlü fiilden doğacak maddi ve manevi zararlardan, 16 ncı maddeye göre sorumlu olanlarla birlikte Borçlar Kanununun genel hükümlerine göre mevkutelerde sahibi ve mevkute olmayanlarda naşiri; mevkute sahibi ile mevkute olmayanların naşirinin şirket olması halinde şirket ile birlikte anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı, diğer şirket ve tüzel kişilerde en üst yönetici müştereken ve müteselsilen sorumludur. Tazminat talebinin haklı görülmesi halinde tazminat miktarı, on milyar liradan az olmamak üzere fiilin ağırlık derecesine göre belirlenir. On Milyar liralık alt sınır her yıl Maliye Bakanlığınca ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılır. Bu maddeye göre açılacak manevi tazminat davalarında hakim tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve davayı en geç altı ay içinde karara bağlar.

Zarar doğurucu fiilin işlenmesinden sonra mevkutenin devredilmesi, başka bir mevkute ile birleşmesi veya sahibi olan gerçek kişi ya da şirketin herhangi bir surette değişmesi halinde mevkuteyi devralan, birleşen ve her ne suretle olursa olsun mevkutenin sahibi gerçek kişiler ile anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı diğer şirket ve tüzel kişilerde en üst yönetici de, bu fiil nedeniyle hükmedilen tazminattan birinci fıkrada sayılanlarla birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.

Basılmış eser sahiplerinin dernek, vakıf ve benzeri tüzel kişiler olması halinde tüzel kişilikle birlikte yönetim organlarında yer alanlar hakkında da yukarıdaki hükümler uygulanır.

Bu maddeye göre açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, bankalarca uygulanan en yüksek işletme kredisi faizi üzerinden temerrüt faizine de hükmedilir."


Bilişim Teknolojileri ve İnternet ortamında gerçekleştirilen eylemlerle ilgili olarak bu maddenin -önergede yer alan gerekçesi de göz önünde tutularak- dar ve amaca uygun yorumlanması durumunda, bu maddede yer alan düzenlemelerden sadece “tazminat talebinin haklı görülmesi halinde tazminat miktarı on milyar liradan az olmamak üzere” şeklinde çizilen miktara ilişkin alt sınır ile “açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, bankalarca uygulanan en yüksek işletme kredisi faizi üzerinden temerrüt faizine de hükmedilir” şeklindeki faiz oranına ilişkin düzenlemenin uygulanmasının amaçlandığı söylenebilecektir. Ancak hem Basın Kanununun değişik 17. maddesinin hem de değişik 19. maddesinin –önergeyi veren milletvekillerinin çeşitli açıklamalarına ve madde gerekçesine rağmen- amacı aşan şekilde geniş yorumlanması durumunda ise (ki bu olasıdır!); web sayfalarının ve iletilerin naşirlerinin (yayınlatanlarının) de sorumlu olacağı, naşirlerinin şirket olması halinde ise; anonim şirketlerde yönetim kurulu başkanı ile diğer şirket ve tüzel kişilerde en üst yöneticilerin müştereken ve müteselsilen sorumlu olacağı kabul edilebilecek ve Basın Kanunu 16. maddede yer verilen “sorumlu müdür” tanımlaması ile “naşir” tanımlamasının kime/kimlere yöneltileceği sorularına, uygun yanıtlar bulma arayışına girilebilecektir. Yine bu çerçevede özellikle web sayfalarında Basın Kanunu 4. madde uyarınca, “künye” uygulamasının gerçekleştirilip gerçekleştirilmemesinin, Basın Kanunu 19. madde kapsamında (ki bu madde de maddi ve manevi tazminat zararla ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır!) “cevap ve düzeltme” hakkının kullanılıp kullanılamayacağının tartışmaları yapılabilecektir.


Basın Kanunu’na ek getiren bu madde ile altının çizilmesi gereken diğer önemli bir nokta ise, “yalan haber, hakaret ve benzeri fiiller” kavramlarının her zaman yoruma açık olduğudur. Özellikle “yalan haber, hakaret” konusunda her zaman sübjektif yorumlar söz konusu olacaktır. Olayın ve durumun özelliklerine göre bir kişi için “hakaret” teşkil eden husus, diğer bir kişi için “eleştiri/sert eleştiri” olarak kabul edilebilecek, yine duruma göre “yalan haber”, “soyut/nisbi gerçek haber” olarak kabul edilebilecektir.


Ayrıca bu her iki düzenleme ile ilgili olarak kanun koyucu tarafından yapılan şu yanlışlığa da dikkat çekmek gerekmektedir; gerek 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun, gerekse 5680 Sayılı Basın Kanunu, düzenlemelerini yaptıkları görsel ve yazılı basının kendilerine özgü yapısı, işleyişi ve özelliklerinden kaynaklanan tanımlamalara ve düzenlemelere yer veren, bu alanlarda gerek hukuki ve gerekse cezai düzenlemeler yapan kanunlardır. Her iki kanunda yapılan değişiklik ve ek ile, "bilişim teknolojileri ve internet ortamında gerçekleşen eylemlerin" veya “her türlü teknoloji ile ve her tür iletişim ortamında yapılacak yayın ve hizmetlerin” bu kanunlar kapsamlarında değerlendirmesi, bu eylemlerin her iki kanununa da uygunluğunun aranması sonucunu doğurmaya yöneliktir. Bilişim teknolojileri ve internete ilişkin unsurlara yönelik olarak hiç bir tanımlamaya yer vermeden, internetin kendine özgü yapısından kaynaklanan özelliklere ilişkin tanımlamalar ve düzenlemeler yapmadan, sıradan bir düzenleme ile “her türlü teknoloji ile ve her tür iletişim ortamında yapılacak yayın ve hizmetlerin” veya "bilişim teknolojileri ve internet ortamında gerçekleşen eylemlerin", Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun ile Basın Kanununa eklenmesi, yeni bir çok sorunu ortaya çıkaracak nitelikte olup, kanun yapma tekniğine de hiç uymamaktadır.


Özellikle altını çizmek gerekir ki, özellikle Basın Kanununa eklenen Ek Madde 9 ile, internet ortamında kişilerin, kişilik haklarının hukuken koruma altına alınması hedeflenmek istenmişse, bunun için yeni bir yasal düzenleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır. Yürürlükteki yasalarımızda yer alan genel hükümlerimiz bu sonucu sağlayacak nitelikte olup, sonuçlarda alınabilmektedir. Tabi eğer eylemi ve eylemi gerçekleştiren kişilerin kimliklerini tespit edebiliyorsanız! İnternetle ilgili varolan hukuki sorunlarda, öncelikle kişilerin kimliklerinin güvenli ve kesin bir şekilde nasıl tespit edilebileceği ile gönderilen mesajlardaki bütünlüğünün bozulup bozulmadığının nasıl kesin olarak ortaya konacağı gibi soruların yanıtlarını veren yasal düzenlemelere öncelik tanınmalıdır. Bir yasal düzenleme ile ilgili olarak, kime başvurulacağının ve kimlerin sorumlu tutulacağının tanımlamasının yapılmasına öncelik tanınması eşyanın tabiatı gereğidir.


Oysa TBMM Genel Kurulu’ndan geçen ve internetle ilgili olarak yapılan bu düzenlemelerde, bu hususların tamamen gözardı edildiği, somut durumun özelliklerine ilişkin tanımlama ve düzenlemelerin yapılmadığı görülmektedir ki, bu durum hem yasa koyucunun amacının gerçekleşmemesi sonuçlarını doğurabilecek, hem de yasayı uygulayacak kişi ve kuruluşların işlerini zorlaştırıcı niteliktedir.


Sonuç olarak, 3984 Sayılı Kanunun 31. maddesine değişiklik ve 5680 Sayılı Kanuna ek madde getiren 4676 Sayılı Kanunun 14. ve 26. maddesi ile yapılan düzenlemeler, kanun koyucunun amacını aşabilecek yorumlara müsait olup, söz konusu yasa maddelerini uygulayacak olan kurum ve kişilerin yorumları ile göz önünde tutulmayan bir çok olumsuz sonucun doğmasına neden olabilecektir. Bu durum karşısında ise, TBMM’den geçen bu yasa maddelerinin resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmesi ihtimali karşısında, maddelerin “dar ve amaca yorumlanması” için uygulayıcılara çok fazla görev düşmektedir.


..............

Hiç yorum yok: