2 Kasım 2009 Pazartesi

ANTİSEMİTİN ÇELİŞKİLERİ

Antisemitler için bir Yahudi, evinde geçiciyse bu rahatsız edicidir, keza kendi evinde kalıcıysa da. Gelecek itirazı biliyorum: O topraklar Filistinlilerindi. Ama bir noktayı gözden kaçırmamak gerek

Umberto Eco


Daniel Barenboim dünyadaki çok sayıda entelektüelden, Filistin’de süregelen trajedinin son bulması için yapılan çağrıya imza atmalarını istedi. Çağrı, ilk bakışta aşikâr ve temelde, etkin bir arabuluculuk için tüm olası imkânların kullanılmasını talep ediyor. Ancak büyük bir İsrailli sanatçı tarafından yapılması anlamlı: Bu, İsrail’in en parlak ve mütefekkir zihinlerinin bile, mantık ya da hatanın hangi tarafta olduğunu sorgulamaktan vazgeçtiklerinin ve iki halkın bir arada yaşamalarına olanak sağlanmasını istediklerinin işareti. Böyleyse eğer, İsrail hükümetine karşı yapılan siyasi protesto gösterilerini anlamak mümkün; ancak bunlar genellikle antisemitizm işareti olarak algılanıyor. Göstericilerin kendisi olmasa bile, okuduğum gazeteler, sanki dünyanın en normal şeyiymiş gibi, antisemitizmi ortaya koyuyorlar: ‘Amsterdam’da antisemitik gösteriler’ ve benzeri gibi. Durum o kadar normal geliyor ki, bunu anormal karşılamak anormal kaçıyor. Ama kendimize şu soruyu soralım: Merkel hükümetine karşı yapılan bir gösteriyi anti Aryen, ya da Berlusconi hükümetine karşı yapılanı anti Latin olarak mı tanımlayacağız?

Bin yıllık antisemitizm sorununu, mevsimsel çıkışlarını, değişik kökenlerini ele almak için bu köşe yetmeyebilir. İki bin yıldır var olan davranışta, dini inançtan, fundamentalist imandan bir şeyler vardır; bu, yüzyıllar boyunca gezegenimize bulaşan marazi fanatizm türlerinden biri olarak tanımlanabilir. Bizi günaha sokmak için komplo kuran şeytanın varlığına inanıyorsa çoğu insan, neden dünyayı ele geçirmek için İsrail komplosuna inanılmasın?

Ancak, antisemitizmin, irrasyonel ve körü körüne fideistik tüm davranışlar gibi çelişkilerle yaşadığını, bunları fark etmediğini, hatta hiç çekinmeden bunlardan beslendiğini vurgulamak isterim. Örneğin, 1800’lerin antisemitizminin klasiklerinde, duruma göre her ikisi de kullanılan iki sav vardı: Birincisi şuydu: Bir Yahudi, dar ve karanlık yerlerde yaşadığı için, Hıristiyanlara kıyasla enfeksiyon ve hastalıklara daha duyarlıydı (ve dolayısıyla daha tehlikeli). Diğeri ise esrarengiz nedenlerden ötürü veba ve diğer salgınlara daha dayanıklı, aynı zamanda cinsel açıdan çok istekli ve korkunç derecede doğurgan ve bu nedenle Hıristiyan dünyasını ele geçirmek açısından tehlikeli olduğuydu.

Gerek sağ, gerek sol kesim tarafından geniş olarak ele alınan bir başka inanç daha vardı ve model olarak hem sosyalist antisemitizmin bir klasik ismini (Toussenel, ‘Les Juifs rois de l’époque’, 1847) hem Katolik antisemitizmin bir klasiğini (Gougenot de Mousseaux, ‘Le Juif, le judaïsme et la judaïsation des peuples chrétiens’ 1869) örnek alıyorum. Her ikisinde de Yahudilerin tarımla hiç uğraşmadıkları, bu nedenle yaşadıkları devletin üretim hayatından uzak kaldıkları; buna karşılık, yapı olarak göçebe olduklarından ve mesyanik umutların peşine takılıp onları konuk eden devleti her an terk edebileceklerinden, zenginliklerini kolayca yanlarında götürebilmek için finansla uğraştıkları belirtiliyor.

Dönemin diğer antisemit metinlerinin, ünlü Sion Protokollerine kadar, Yahudileri, ele geçirmek için toprak varlığına göz dikmekle suçladıklarını sessizce geçeceğiz. Antisemitizmin çelişkilerden korkmadığını söylemiştik. Ancak şu var ki, İsrail Yahudilerinin önemli bir özelliği, Filistin’deki arazilerini olağanüstü mo-dern yöntemlerle işledikleri, model çiftlikler inşa ettikleri ve yaşadıkları bir toprağı korumak için savaştıklarıdır. Arap antisemitizminin onları suçladıkları tam da budur: Bu nedenle temel hedefi, İsrail devletini yok etmektir.
Kısacası, antisemitler için bir Yahudi, evinde geçiciyse bu rahatsız edicidir, keza kendi evinde kalıcıysa da. Doğal olarak, gelecek itirazın ne olduğunu çok iyi biliyorum: İsrail’in olduğu yer Filistin toprağıydı. Ama o topraklar, Kuzey Amerika’da olduğu gibi, şiddetle ve yerleşik halkın cezalandırılmasıyla, ya da Güney Amerika örneğindeki gibi, meşru krallarının yönettiği bazı devletlerin yok edilmesiyle değil, tam tersine kimsenin karşı koymadığı ağır bir göç sürecinde elde edildi.
Her şekilde, İsrail politikasını her eleştirdiğinde seni, antisemitizmle suçlayan Yahudi can sıkıyorsa, İsrail politikasına her eleştiriyi antisemitizm tanımlamalarına çeviren herkes çok daha sıkıntı veriyor.

tempo

Hiç yorum yok: