Geçen hafta bu sütunda 'Tasfiye olacak gazete(ci)ler listesi' yayınlamıştık. Ana başlıklar şöyleydi: Hakaret ederek gazetecilik yapanlar, bilgiye dayalı gazetecilik yapmayanlar, yalan yazmayı alışkanlık haline getirenler, kendini yenileyemeyenler, gazeteciliği tekebbürle yapanlar, gazeteciliği 'businessman' olarak icra edenler.
Şahsîleştirmeden yaptığımız bu listede isim verme yerine vasıfları sıralamayı tercih etmiştik. Aslında yazı bugünkü yanlışlardan yola çıkarak yakın gelecekte gazete(ci)leri bekleyen tehlikeye işaret ediyordu. Bozulanlar oldu, darılanlar çıktı, hatta endişeye kapılana bile rastlandı. Kabil-i hitap olmayan, ne dememi bekliyordu ki 'yalana devam, tekebbüre devam, hakarete devam vs.' gibi bir laf mı bekliyorlardı? İllüzyon bitti. Hem bu mesleği adam gibi yapmayanların bu meslekte kalıcı olma gibi bir niyetleri olamaz ki! Her neyse.
Affınıza sığınarak bu hafta da yeni bir liste yapmak isterim. Bu da geleceği kucaklayacak gazete(ci)ler listesi. Tabii ki herkes bir gün bu mesleği bırakacak; dolayısıyla meseleye kişisel kaprislerle yaklaşmak doğru değil. Önemli olan, hangi gazete(ci) tiplerinin gelecek on yıllarda hayatta kalma hakkına sahip olduğunu yakalayabilmektir. Müsaadenizle uzun listenin hülasasını sizlerle paylaşmak istiyorum:
DAİMA DOĞRU PEŞİNDE KOŞAN VE DOĞRUYU YAZANLAR:
Gazete(ci)lerin asıl sermayeleri doğruluktur, dürüstlüktür. Bu sermaye, bilgi kirliliğinin toplumu esir alacak hale geldiği bugünlerde daha da önem kazandı. Yalan dolanla bir yere gelenlerin tepetaklak devrileceği günler çok yakın. Çünkü yalancının mumu yatsıya kalmadan sönüveriyor; sönecek de.
Daha ötesi de var: Bir bilginin özünde doğru olması da yetmez; o doğru bilginin abartılarak verilmesi bile bir meslek hatasıdır. Çünkü abartı da gerçek üzerinde yapılan bir çeşit tahrifattır. 'Mübalağa zımni (gizli) bir yalandır' sözü meslek ahlâkı içinde kulaklara küpe olacak kadar paha biçilmez bir muhkem kaziyedir.
Gazetecilikte bilgi hatası olmaz mı? Tabii ki olur. Ancak sehven yapılan (kasten değil! Kasten yapılırsa iftira edilmiş olur.) hataların düzeltilmesi evrensel standartlara bağlıdır. Her gazetede düzeltmeler (corrections) bölümünün bulunması şarttır. İcap ediyorsa her gün; değilse ihtiyaç duyuldukça; üstelik hep aynı yerde hatalar düzeltilmeli ve hatadan dolayı okurdan özür dilenmeli. 'Biz yazarız; mağdur mahkeme mahkeme dolaşıp kendini aklasın' mantığıyla yapılan gazetecilik çağ dışı kalmıştır.
HERKESİN KONUMUNA SAYGI DUYANLAR:
Hiçbir ülkede bizdeki kadar halkını aşağılayan, onu dövmeyi bir maharet sayan mağrur gazeteci tipi yoktur. Maalesef bu hoyrat bakışın özünde halkın inancını içine sindirememe gibi bir talihsizlik de yatmaktadır. Kendini gazeteci olarak tanıtan bazı kişilere göre halk kime oy vereceğini bilmez, nasıl yaşaması gerektiğine karar veremez, dostunu düşmanından ayırt edemez... Bu nedenle halkın tercihini daima yanlış görür, hatta halkın sevdiği herkesten nefret ederler. Bu nedenle lakap uydururlar, yalan yanlış bilgilerle insanların özgürlük alanlarını daraltmaya yeltenirler.
Bu, hastalıklı bir gazete yaklaşımıydı; alternatifsizlik içinde bir zaman sürdürüldü. Artık bu yolun sonuna gelindi. Herkes, 'öteki'nin hayat tarzına, inanç ve değer manzumesine saygı duymaya mecbur. Kimsenin haddine değil ki falan partiye oy verdi diye insanlara 'Bidon kafa' diyebilsin. Bu saatten sonra hiç kimse başını örttüğü için bir hanımefendiye hakaret amacıyla 'Sıkma baş' diyemez; tıpkı başını açan bir hanımefendiye hakaret amacıyla en küçük bir söz söylenemeyeceği gibi. Modern hukuk, iki insanlık suçunu gündemimize taşıyacak; taşımak zorunda: Ayrımcılık (discrimination) ve nefret suçu (hate crime). Gazete(ci)ler de bu iki suçu işlememek için tir tir titremek zorunda. İnsana saygı bunu gerektirir çünkü. Sorumlu yayıncılık bunu gerektirir çünkü... Zaten başkasına saygı duyan kendine saygı duymuş demektir; başkasına saygısızlık yapan kendisine karşı saygısızlık yapmaktadır...
DEMOKRASİYE YÜREKTEN BAĞLI OLANLAR:
Hiçbir mazeret demokrasinin kesintiye uğramasını, cuntacılığın meşru kılınmasını, halk iradesinin askıya alınmasını haklı gösteremez. Türk medyasında güçlü bir faşizm geleneği var maalesef. Sağcılık, solculuk, ulusalcılık, laikçilik gibi kılıflar içinde e diktatorya özleyenlerin sayısı hiç de az değil. Yüzlerce el bombası yakalatan, LAW silahları, suikast planları vs. bulunan örgütlere bile sempatiyle bakmak dünyanın neresinde rastlanabilir bir hadise? Bizde koca koca adamlar cuntacıların gönüllü avukatlığını yapıyor. Niçin? Çünkü halkın demokratik yolla seçtiği hükümetlerin bir şekilde alaşağı edilmesini (bu arada gerekirse Silahlı Kuvvetler'in devreye girmesini) meşru görüyor da ondan. Hâlbuki sandıkla gelen sandıkla gider. Demokrasinin en temel geleneği budur.
Bu ülkede nasıl yürüyor işler? Muhtıra verilir, medya alkış tutar, yargı yetkisini aşarak Meclis'in yetkilerini gasp etmeye kalkar; medyadan coşkun bir tezahürat yükselir, darbeciler cuntacılar suçüstü yakalanır; medya 'Ne var bunda canım' havasında vahim hadiseleri örtbas etmeye yeltenir. Bu böyle devam ettirilebilir mi? Tabii ki hayır! Cumhuriyet'imizin ve demokrasimizin bütün kazanımları halk tarafından bu kadar içselleştirildikten sonra medyanın antidemokratik yollardan medet umması tabii ki beyhude bir gayrettir...
DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNE DESTEK VERENLER:
Çok sesli, çok renkli bir dünyada yaşıyoruz. Daha da renklenecek dünyamız. Farklı düşünceler, farklı öneriler, farklı projeler çıkacak karşımıza. Sivil toplum kuruluşları (ama gerçekten sivil olan ve psikolojik harp daireleri tarafından yönetilmeyen kuruluşlar) daha etkin hale gelecek. Bireyin hakları genişledikçe bireylerin örgütlenme bilinci de artacak. Şiddet ve cebir içermeyen çalışmalar, toplumdaki çok sesliliğe yeni boyutlar katacak.
Daha açıkçası düşünce özgürlüğü yetmeyecek; çünkü düşünmek zaten özgürlüğü kısıtlanamayan bir eylem. Onca baskıcı rejim geldi de insanların düşünmesine engel olabildi mi? Olamaz! Çağımızda düşünce özgürlüğünün ötesi talep edilmekte; yani ifade özgürlüğü esas alınmakta. İnsanlar inandıkları fikirleri rahatlıkla dile getirecek. Tabii ki bu yapılırken başkalarının hukukuna riayet edilecek; ancak bu asırda yaşayan herkes şu sosyal gerçeği içine sindirecek: Hiç kimse tek tip insan ya da tek tip toplum önerisini bir başkasına dayatamaz. Medya, bu konuda da büyük hatalar yaptı ve halen de yapıyor. Lakin artık bu mantık iflas etti. Çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi içine sindiremeyen medya, toplumdaki özgürlük paylaşım bilinci altında ezilecek...
KENDİNİ AŞANLAR, ÇAĞI YAKALAYANLAR:
Gazetecilik, bazı insanların gururunu haddinden fazla okşayabiliyor. Görünme duygusu, beğenilme arzusu, takdir edilme talebi gibi beklentiler, zaman içinde psikolojik bir rahatsızlığa da dönüşebiliyor. İnsan kendi asli mahiyetini unutunca hayatın anlamını da yitirir; mesleğin getirdiği ağır sorumluluğu da. Maalesef bu ülkede gazetecilik bazen 'Küçük dağları ben yarattım' yanılgısıyla yapılıyor. Hal böyle olunca insanlar, kendi gölgelerinin esiri haline gelebiliyor. Benlik duygusu firavunları bile geride bırakacak kadar şişirilen insanların toplumsal gerçekleri görmesi, onu yüreğinde duyması mümkün mü? Tabii ki hayır. Toplumdan tamamen tecrit olmuş bir fantezi grubuyla sürekli fitne fesat kaynatmak, sürekli dedikodu üretmek, mesleğini şerefiyle yapanlara çamur atmak ve bataklığa saplanıp kalmak gazetecilik sayılabilir mi?
Kendini beğenen, başkasını beğenmez. Bütün hadiseleri kendi egosu üzerine kuranların doğru bir tahlil yapması da mümkün değildir; kendilerini yenilemesi de. Zaman hızla geçiyor. Gelecek yıllar, kendine tapınan kişileri sorumlu olmaya mecbur kılacak. Sadece teknolojik gelişmeleri takip etmek yetmez; zihniyet itibarıyla hakperestliğe, dürüstlüğe, kadirşinaslığa değer vermeyen gazeteciler silinip gidecek. Modern toplum sorumluluk şuurunu dayattıkça fantezici ekibin 'kafe gazeteciliği' de iğrenilecek bir tarz haline gelecek...
SÖZÜN ÖZÜ:
Kızmaya, küsmeye, alınıp darılmaya gerek yok. Dünya değişiyor; Türkiye de aynı hızla değişim içinde. Toplum, denetim ve eleştiri hakkını daha etkin kullanacak. Haliyle daha özgürlükçü, daha saygılı, daha kaliteli bir medya talep edecek. Bu talebi karşılamayanlar yok olup gidecek! Bu gerçek söylendiğinde panik ve endişeye kapılanlar, aynaya bakma yerine 'küfretmeye devam' derlerse akıbetleri çok hazin olacak. Bir an önce mesleğin namusuna, ciddiyetine, mesuliyetine dönmek gerekiyor. Bu gerçeğe sırt çevirenlerin ayakta kalma hakkı da yok, şansı da...
EKREM DUMANLI
ZAMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder